Online Okey Oyna 
SATRANÇ OYNA ÖĞREN NASIL OYNANIR PLAY CHESS ONLİNE Online Tavla Oyna Yüklemeden İndirmeden Oyun Oyna Online Bilardo Oyna Balon Patlatma Oyunu Online Okey Satranç Tavla, Bilardo, Packman, Arkanoid, Woobies Oyna İngilizce Türkçe Çeviri Sözlükler Translate Fıkralar ve En Komik Fıkra Siteleri
Ana Sayfa Son Dakika Gazeteler İl Haber Hava Dergiler Spor Eğitim Haber TV Sağlık Araba Sık Kullanılanlar Teknoloji Magazin
Google Foto Galeri Videolar Eğlence Döviz Fıkralar Oyun Yarışma Astroloji Sinema Müzik BLOG ÖZEL Deprem İletişim

MADEN SAVAŞLARI VE HIV/AIDS SALGINI ARASINDA BİR BAĞLANTI VAR MIDIR?


maden savaşları - dünyanın kara talihi

Prof. dr. Doğan Aydal

timaş

1.baskı 2007 temmuz ayında yayımlandı

(ısbn)978-975-263-588-3

103-114 sayfalardan alıntı yapılmıştır....


MADEN SAVAŞLARI VE HIV/AIDS SALGINI ARASINDA BİR BAĞLANTI VAR MIDIR?


İnşallah yoktur!İnşallah insonoğlu bu kadar alçalmamıştır ve inşallah bütün veriler tesadüfen biraraya toplanmıştır.Aşağıda göreceğiniz verilere internet yolu ile de rahatlıkla ulaşabilirsiniz.Yorumlar tabi ki biraz farklı olabilir, bu bakımdan ben bütün verileri sunacağım, bu verilerin bende oluşturduğu kanaati,bazı soruların altını çizerek, yazılı olarak tartışacaım ve herkesin kendi yorumunu kendisinin yapmasını isteyeceğim.Tekrar diliyorum, inşallah bütün bu veriler tesadüfen bir araya gelmiş olsun ve insanoğlu, sebebi ne olursa olsun, bu kadar alçalmamış olsun.


AFRİKA GENEL


Önce dilerseniz AIDS(Acquired Immune Deficiency Syndrome) hastalığının ne olduğuna bir bakalım.Kelime anlamı, kazanılmış bağışıklık eksikliği belirtisi hastalığıdır.Afrika'nın HIV virüsü ile karşılaşması çok eski tarihlere dayanmaktadır.Hastalığın ilk tanımlandığı tarihin 5 Temmuz 1981 olduğu söylenmektedir.Yaklaşık 25 sene önce, bir sebeple ortalığa çıkan hastalık, şu ana kadar özellikle Afrika'nın Sahra bölgesinin güneyinde (Sub-Sahara'da) 25 milyon kişiyi öldürmüştür.


Ülkeleri tek tek incelediğimizde, bu hastalığın salgın olarak ortaya çıkıp tanındığı tarihin 1984-1985- yılları olduğunu görürüz.Ne enteresan bir tarih!Avrupa ülkelerinin Berlin'de toplanıp, harita üzerinden Afrika kıtasını paylaşmaya karar verdikleri Berlin Konferensı'nın tam yüz yıl sonrası.Yüz yıl önce de, toplantı 1884'te başlayıp 1885'te sonuçlanmıştı.Sonra. bu nasıl bir tesadüftür ki hastalık,Angola'da, Namibi'da,Zaire'de Güney Afrika'da, Zambia'da, Uganda'da, Swazilan'da,Lesotho'da, Kongo'da ve madence zengin diğer Afrika ülkelerinin hepsinde aynı anda, salgın şeklinde, 1984-1985'te başlamıştır.Bu bölgedeki bazı ülkelerin arasında binlerce kilometre varken ve istatistiki olarak aynı anda bu kadar çok ülkde başlama ihtimali çok zayıfken, ne olmuştur da hepsinde aynı anda HIV/AIDs salgını başlamıştır?


Halen aynı bölgede, ölen 25 milyon kişinin dışında 25 milyon kişinin daha HIV/AIds virüsü taşıdığı ve bu sayının her geçen gün arttığı resmi raporlarda açıkça yazılmaktadır.Hastalığın homoseksüel ilişki ile ortaya çıktığını nerdeyse bütün haber bültenlerinde dinlemiş, filmlerde görmüşüzdür.Peki ama gerçek bu mudur?Hayır, gerçek bu değildir. Çapıcı gerçek hasta olan 25 milyon kişinin %76 sının kadın olmasıdır.Kadınlardaki ortalama yaşam süresi, 20 yıl öncesine göre yarı yarıya düşmüştür.Zimbabwe'de bu yaşın, yukarıda belirtildiği gibi, 34 olduğunu söylersek, durum daha berrak anlaşılabilir. Her yıl binlerce kişinin öldüğü bu lanetli Sub-Sahara bölgesinde, güneye gittikçe ölüm oranının hızlı artışı, dikkati çeken bir başka durumdur. Doğu'da Sudan, Somali ve senegal gibi ülkelerde %1 in altında, Uganda, Kenya ve Tanzanya'da %6 civarında seyreden hastalığın, Batı Afrika'da, Nijerya'da (%3.9), Kamerun'da (%5.4), Fildişi Sahili'nde (%7.1) ve Gabon'da (%7.9) nispeten artmakta; daha güneyde, Botswana(%24.1)i Lesotho(%33.2), Swaziland (%33.4) ve Zibabwe (%20.1) de ise oldukça yüksek oranlarda olduğu görülmektedir.Ülke detaylarını okurken içinizin ürpereceğini biliyorum ama yazamadan geçemezdim.



Programın tamamını bölümler halinde buradan izleyebilirsiniz!

GÜNEY AFRİKA


İlk tüberküloz-HIV/AIDS virüs vakasının 1982 yılında Zulularda ortaya çıktığı ifade edilse de, hastalığın AIDs olarak tanımlandığı ilk yıl 1984'tür.Resmi rakamlara göre Güney Afrika'da bugün yarım milyon kişi HIV virüsü taşımaktadır ve her gün 1000 kişi AIDS'ten ölmektedir. Hatta bazı internet sitelerinde "Güney Afrikalılar, ülkedeki bu vehameti belirtmek için, 'İnsanlarımız, berbere, markete,barbekü yapmaya gittiklerinden daha çok cenaze törenlerine gidiyorlar' gibi duyarsız örnekler dahi verilebilmektedir.


Önceleri homoseksüel hastalığı olarak duyulan virüsün, toplumun her kesimine yayılmış olması ve özellikle genç kadınlarda görülmesi kolay açıklanamamaktadır(!). Bugün Güney Afrika Cumhuriyeti'nde hayatını kaybeden ve yaşı 15-49 arasında bulunan kişilerin %71'inin ölüm sebebinin AIDS olması şaşırtıcı değil midir?Okullarda öğretmenlik yapan kişilerin %21'inin AIDS'li olduğu belirtilmektedir. 1990 yılında sadece %0.8 olan AIDS'li kadın oranı, 1993'te %4.3'e, 1996'da %12.2'ye, 1997'de %17'ye, 1999'da %22.4'e, 2003'te %27.9'a, 2005'te %30.2'ye ve nihayet 2006'da %31.7'ye çıkmıştır.Bir başka deyişle Afrika'da her üç kadından biri AIDS'lidir ve bu rakam her gün 1500 kişi daha artmaktadır.


Birleşmiş Milletler raporlarına göre 2005 yılı sonu itibariyle Güney Afrika'da HIV/AIDS'li olduğu belirlenen 240 bin çocuk vardır ve bunun ancak %8'i tedavi görmekte, ilaç alabilmektedir.Bu çocuklara ek olarak, anne veya babasının AIDS olması sebebiyle sokakta kalan 1.3 milyon çocuk bulunmaktadır. Bu sayını 2003 yılında 780 bin olduğu düşünülünce, Güney Afrika'yı, aç, çaresiz, eğitimsiz milyonlarca çocuğun bulunduğu, daha karanlık bir geleceğin beklediğini tahmin etmek herhalde güç olmaz.


Güney Afrika'daki bu durum, işçi olarak çalıştırdığı, Swaziland ve Lesotho ülkelerindeki insanları da çok olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Nüfusları zaten az olan bu ülkelerdeki HIV/AIDS oranı, Kuzey Namibia'daki %50 oranından sonra,%33.4 ve %33.2 ile dünya ülkeleri içindeki en yüksek oranlardandır. Güney Afrika'da ve diğer ülkelerde dikkat çeken bir diğer husus da, HIV/AIDS olanların çoğunun siyah olmasıdır.Beyazların sadece %0.6 kadarında HIV/AIDS virüsü görülmüş olması dikkat çekicidir.


BOTSWANA


1996 yılında bağımsızlığını(!) kazanan Botswana, elmas zengini olmasına rağmen halkı en fakir ülkelerden biridir.Nüfusu 2 milyondan daha az olan Botswana'da ilk kez 1985'te(!) görülen AIDS'ten ölen kişi sayısı 120 bin, halen virüs taşıyan kişi sayısı ise 270 bindir ve bu rakam her geçen gün artmaktadır.Mevcut haliyle bile, Botswana'daki her dört kişiden biri AIDS'lidir.Ortalama yaş beklentisi, 1995 yılına kadar 65 iken, 2000-2005 yılları arasında 40 yaşın altına inmiştir.Yaklaşık 600 bin km2 araziye sahip olan ülkede km2 başına, şimdilik!) 2.7 kişi düşmektedir.


NABİBİA


Sahilleri elmas, toprakları altın başta olmak üzere birçok maden ile dolu olan bu ülke, tıpkı Botswana gibi, 2 milyonun altında bir nüfusa ve 825 bin km2 lik bir alana sahiptir. Kilometrekare başına düşen nüfusun 2.2 kişi olduğu ülke tam 27 yıl süren ve sanki şuurlu olarak durdurulmayan savaştan çok etkilenmiştir.Yine anlaşılmaz bir şekilde 1985 yılında ortaya çıkan AIDS'den şu ana kadar ölen kişi sayısı 120 bini geçmiştir.HIV/AIDS virüsünü taşıyan insan sayısı 210 binden fazladır.Ortalıkta dolaşan ve annesi ve/veya babası AIDS'den ölmüş çacuk sayısı ise 110 bin civarındadır. Özellikle savaşın sürdüğü Kuzey Namibia bölgesindeki kadınların %50 sinden fazlasının HIV/AIDS li olması da sanki bir başka kötü tesadüftür(!).


ZİMBABWE


Zimbabwe HIV/AIDS salgınının etkilerinin en sert görüldüğü ülkelerin başında gelmektedir.Her üç dakikada 1 kişi olmak üzere, günde yaklaşık 550-600 kişi HIV/AIDS virüsüne yakalanmaktadır. 2000-2006 yılları arasında ölen insan sayısı 4 milyonu geçmiştir. Özellikle kadınlarda ortalama ömür 34 yaşa inmiştir ve çok yakında 30 yaşa ineceği düşünülmektedir. Bu ülkede de ilk kez 1985'te(!) rastlanan HIV/AIDS, 1989'da nüfusun %10'unu, 1995'te %29'unu etkisi altına almıştır ve bu oran gün geçtikçe artmaktadır.İlaç için dünya ülkelerinden Zambia'ya gönderilen yardım, kişi başına 187 dolar iken bu miktar Zimbabwe'deki HIV/AIDS hastaları için, İngiliz ambargosu sebebiyle, sadece 4 dolardır.Bu ülkenin de dünyanın en zengin platin ve kromit yatakları başta olmak üzere altın, nikel, gümüş ve daha birçok değerli minerallere sahip bir ülke olduğunu bir kez daha hatırlatalım.


ZAMBİA


Yaklaşık Türkiyemiz kadar bir alana ve 10 milyon nufusa sahip olan Zambia'da km2 başına düşen nüfus 13.2 kişi kadardır. Nüfusun altıda birinden fazlasının HIV/AIDS'li olduğu ve yine yaklaşık 900 bin civarındaki çocuğun baba ve/veya annesinin AIDS'ten öldüğü, ortalama ömrün 40 yaşın altına indiği ve her yıl yüz binden fazla kişinin öldüğü bir ülke hayal edin.İşte orası zambiadır. Yine ne tesadüftür ki, AIDS Zambia'da da ilk kez 1984'te görülmüş ve 1993 yılına kadarki kısacık dönemde, kadın nüfusunun %27 sine bulaşmıştır.Her ülkede olduğu gibi Zambia'da da HIV/AIDS'li nüfusun yaklaşık üçte ikisi kadın, üçte biri erkektir.Ülke genelinde nüfusunyaklaşık %20'sinin HIV/AIDS'li olduğu ve bu oranın büyük şehirlerde %54 gibi inanılmaz bir seviyeye çıktığı görülmektedir.Sadece zambia'da değil, diğer bölge ülkelerinde de, şehirlerde hastalığa yakalanma oranı, kırsal alanda yaşayanlara oranla yaklaşık iki mislidir.Bu durum, genel değerlendirme esnasında yorumlanacaktır.


MALAWİ


Bu nasıl bir tesadüfse(!), malawi'de AIDS mikrobunun ilk kez görüldğü tarih 1985'tir.Bugün bir milyonu aşkın HIV/AIDS'li hastanın bulunduğu malawi'de 650 bin kişi AIDS'ten ölmüştür.Ortalama ömrün 38.5 yıl olduğu ifade edilen Malawi'de 1985'te şehirde yaşayan kadınların %2 sinde görülen AIDS, 1993'te %30'u geçmiş ise de, son yıllarda %17 seviyelerine düşmüştür.Malawideki hastaların da %60'ından fazlası kadınlar ve yaşları 13-24 arasındandır.anne veya babası AIDS'ten ölmüş çocuk sayısı yarım milyondan fazla olan Malawi'de, HIV/AIDS'li çocuk sayısı 91 binden fazladır ve her gün artmaktadır.2005 yılında HIV/AIDS ilaçların verildiği hasta sayısının sadece 32 bin olması da bir başka faciadır.


UGANDA


Uganda'da AIDS mikrobunun ilk görüldüğü tarih olarak 1982 yılı ifade edilse de geriye dönük çalışmalar sağlıklı veriden yoksun olduğu için, bu bilginin doğruluğu tartışmalıdır.Dolayısıyla 1986 yılına kadar, şüphelenilen hastaların gerçekten AIDS olup olmadığı pek bilinmediği için, bu ülkede AIDS'in ilk görüldüğü yıl olarak 1986(!) tarihi alınmaktadır.HIV/AIDS'li hamile kadın yüzdesinin 1987 yılında %24 gibi oldukça yüksek bir orana çıkması ve bu yüzdenin, eğitimli şehirli kadınlarda(!) 1990 yılında %31.4'e varması çok dikkat çekmektedir. Son yıllarda bu oran, nispeten aşağılara inmeye başlamış ve 2005 yılında %6 ya inmiştir. Bugün yaklaşık bir milyon HIV/AIDS hastası bulunan Uganda'da da diğer ülkelerde olduğu gibi, HIV/AIDS'li erkek hasta sayısı, HIV/AIDS'li kadın sayısının yarısı civarındadır.


KUZEY AFRİKA VE ORTA DOĞU


Sub-Sahara'daki durumu daha iyi anlayabilmek için Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da bulunan ve nüfus çoğunluğu Müslüman olan ülkelere bir bakalım.Önyargısız olmak için de Birleşmiş Milletler'in elindeki verilere itibar edelim. Dünya Sağlık Teşkilatı(WHO) ve Birleşmiş Milletler UNAIDS teşkilatının ortak raporuna göre, Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinin tamamında görülen toplam HIV/AIDS'li sayısı 460 bindir. Güney Afrika'da her sene hayatını kaybeden kişi sayısının 500 binden fazla olduğunu, Zimbabwe'de son 4 yılda, 4 milyon kişinin AIDS'ten öldüğünü düşününce, bu sayının epeyce düşük olduğu görülecektir.Gönül hiç olmamasını dilerdi ama var.


Bu arada AIDS vakasına en fazla rastlanan Müslüman ülkelerin, %3.6 ile Nijerya ve %1.6 ile Sudan olduğu ifade edilmektedir.


AIDS -GENEL DEĞERLENDİRME


Sub-Sahara'daki ülkelerde görülen utanç tablolarını peş peşe verince moralinizin bozulduğunu biliyorum, ama gelin bütün bu verileri birlikte yorumlayalım.Tabi yorumlamadan önce bazı soruları sormamız gerekiyor.Sizce incelediğimiz ülkelerin bulunduğu bölgede AIDS virüsünün yaklaşık olarak aynı tarihte (1984-1985) yayılmaya başlama ihtimali nedir? Bütün bu ülkelerin hepsinde, 1985 yılına kadar, 60-65 yıl civarında seyreden ortalama yaşam süresinin son 20 yılda, 30-40 yaşları arasına inme ihtimali nedir? Bie virüsün, her ülkede, %60-65 oranında kadınlarda, %30-35 oranında erkeklerde çıkma ihtimali nedir? Bütün bu ülkelerde, şahirlerde yaşayan, nispeten eğitimli ve sağlık kurumlarının gözetiminde olan kadınların, kırsal bölgelerde, her türlü imkandan yoksun yaşayan kadınlara nispetle iki misli oranda AIDS'e yakalanma riski nasıl açıklanabilir? Bir virüsün özellikle programlanmamışsa(!), daha çok siyahları seçmesi mümkün müdür? belki de en çarpıcı bir soru şu olabilir:Bu virüs neden aynı anda, maden ve petrol bakımından çok zengin ülkeleri seçmiştir?Böyle bir tesadüf dizisi olabilir mi?


Bundan sonra yazacaklarım, bu verileri birarada gören aklımın fikir jimnastiğidir. Arzu eden herkes aksini savunabilir, kaldı ki yazdıklarımı doğrulayacak tıbbi bir bilgiye de sahip değilim.Bütün bu verileri bir mühendis mantığı içinde yan yana getirdiğimde bunları görmekteyim ve birazdan yazacağım tahminim de, inşallah, inşallah, inşallah doğru değildir ve sadece beynimin kötü bir fantezisidir.


Berlin'de yapılan Afrika'nın paylaşıldığı tarihin (1884-1885) tam yüz yıl sonrasında, bu kez devletler değil ama bazı şirketler, belki de sadece birkaç ırkçı, yan yana gelmiş ve şöyle düşünmüş olamazlar mı? "Güney Afrika, Namibia,Botswana,Zimbabwe ve madence zengin diğer ülkelerde nüfus her geçen gün artıyor.Bu ülkeler kendilerini güçlü hissettikleri anda bu kaynakları millileştirebilirler.Önce toprak ile başlarlar, sonra sıra madenlere gelebilir.Gerilla savaşlarına yıllardır alışan bu halkları, yüzyıl önce olduğu gibi, bir gemi kırmızı ceketli gönderip alt edebilir miyiz?Hadi kıyılar ile başettik diyelim, ya iç kısımda bulunan ülkelerde mücadele nasıl olacak?Ertrafı birkaç gün bombaladık diyelim, bu, bütün işleri halletmiyor ki! Her tarafı çöl olan apaçık ülkelerde bile gerilla savaşları ile baş etmek güçken ABD'nin ormanlık bölgelerde, Vietnam önünde uğradığı hezimet henüz akıllarda iken, böyle bir savaş biçimi akıllıca olur mu? O halde yeni bir metod bulunmalıdır! Acaba biyolojik savaş bir alternatif olabilir mi?" Bu gibi sorular sormuş ve uygulamaya koymuş olamazlar mı?


Gerçi o zaman böyle düşünmüşlerse, ilerde haksız da çıkmayacaklardır. İlerleyen yıllarda Zimbabwe, millileştirme işlemlerine topraklardan başlamış ve beyazların bütün topraklarını siyahlara dağıtmıştır.Kongo'daki karışıklığı önlemek için Güney Afrika, Namibia, Zambia ve Zimbabwe şirketlerin baskıları ile savaşa girmiş; Tutsiler, Hutular,Uganda askerleri gibi çok da düzenli ve donanımlı olmayan askerler karşısında bile ne yapacaklarını bilememişlerdir.


Biz yine, onlar adına beyin fırtınasına devam edelim.Akıllarımıza şöyle bir soru takılabilir; "Böylesine riskli ve tehlikeli bir iş yapacaklardır da bundan ne karları olacaktır?"Her gün ölen insanlarını gören siyah liderler, bu hastalıklarla mı uğraşırlar, yoksa diğer olumlu işlerle mi?neye yaradığı bile bilinmeyen ve hergün avuç dolusu yutulan hapları kendilerine sağlayan Batılı ülkelerle kavga etmek akıllıca mıdır?


Bir de olaya bu işi yapma ihtimali olanlar açısından bakalım.Yıllarca insanları guruplara ayıran, ırklar arası evliliği 1993 yılına kadar kanundışı kabul eden, bindiği otobüslere bile siyahları bindirmeyen, oturduğu semtte siyahları istemeyen Güney Afrikalı'nın "siyah"ları adamdan saymadığı zaten bilinmektedir. Dolayısıyla birkaç milyon siyahın ölmesi çok da önemli değildir. Hem sonra, geçtiğimiz yüzyıl boyunca bu davranışlarına itiraz etmeyen Batılı ülkeler, şimdi niye itiraz etsinler ki? Birçok Batılı ülke başkanının, milyonların öldüğü iç savaşlara seyirci kalmış olması, bu söylediklerimi haklı çıkaramaz mı? Batılı ülkelerce, bazen bu iç savaşların bile bir tür doğum kontrolü gibi düşünüldüğünü söyleyebilirim. Ölen ölür, kalanları da bir biçimde biz hallederiz şeklinde düşünmüş olabiliriler.


Peki bunu nasıl yapmışlardır? Bu sorunun en güzel cevabı, "Bu işi ben planlasam nasıl yapardım?" sorusunu sormaktan ve bir tür "empati" yapmaktan geçer. O halde kendimizi bir Güney Afrikalı zengin "beyaz" yerine koyup düşünelim.Ben ne yapardım? Ben yıllarca Güney Afrika kültürü ile yetişmiş olsaydım, siyahlar hakkındaki fikirlerim onlar gibi olsaydı ve elmas, altın gibi trilyonlarca dolarlık madenlere sahip olup bunları kaybetmemek için herşeyi göze alabilecek tıynette olsaydım ne yapardım? Önce Sub-Sahara bölgesinde bulunan siyah insanların kanlarını sağlık ocakları vasıtasıyla toplar, (muayene ve sağlık kontrolü yapan bütün iyi hükümetler gibi) sonra bunları yüksek teknolojik aletlerle inceler, DNA kodlarını çıkarır ve zayıf noktalarının ne olduğunu anlamaya çalışırdım.(Bu cümleiy yaıznca, bir zamanlar kemik iliği kanserine yakalandığını söyleyen bir Türk hasta için büyük bir kampanya ile toplanan ve analiz için ABD'ye gönderilen binlerce kan örneğini hatırladım, yine niçin bilmiyorum!)


Sub-Sahara bölgesinde yaşayan insanların, Khoi-san ve Niger-Kongo B(Bantu) gibi iki temel lisan konuştuğu bilinmektedir.Aynı dili konuşmaları, aynı bölgede yüzyıllardır yaşayan insanlar olma ve dolayısıyla aynı genetik kodlara sahip olma ihtimalini arttırır.Bu kişilerin müşterek DNA yapısını ve kodlarını bulur ve bu kodlara uygun bir formül geliştirirsek, hem diğer DNA kodlarına sahip insanların zarar görmesi engellenmiş olur, hem de virüs bu bölge dışına yayılmamış olur.Zaten sahip olunan madenlerin en önemlilerinin, Sub-Sahara denilen bölgede kaldığı da görülecektir.


Bu işi de, kurtuluş hareketleri sürerken, yani etraf toz duman halinde iken, kimin elinin kimin cebinde olduğunun görünmediği bir ortamda yapardım.Bu işlemler için ayarlanan ilaçları yapan ve kullanmasına aracı olan kişilerin dahi neyi ürettiklerinin, neyi dağıttıklarının farkında olmayacakları bir düzenek hazırlamak, çok da zor değildir.Doğum kontrol hapı, antibiyotik ve benzeri formlarda hazırlatılan ilaçlar, nasıl olsa yurt dışında,"çok emin" laboratuarlarda hazırlanıp, bir de lütufta bulunuluyormuş gibi Afrika'da ücretsiz dağıtılabilir, esas hedefler de büyük bir ustalıkla gizlenmiş olur. Hazır olunca da, mesela 1983 ve 1984'te, belli ülkelerde bir iki deneme yapar, etki gücüne bakardım.Kazara"beyaz"ları etkilemesin diye, bir iki yıllık hassas çalışmalardan sonra elde edilen ilacı, bölgedeki ülkelere aynı anda dağıtır, kullandırır, sonuçları beklerdim.


Şimdi aklınıza gelen soruyu biliyorum:"İyi ama nasıl ve hangi bahane ile ?" diyeceksiniz.Ben olsam, doğum kontrolü veya sağlık muayenesi için sağlık ocaklarına gelen hamile kadınlardan işe başlardım.Böylece hem hastalığın çocuklara geçip geçmediğini test etmiş, hem de seks ilişkisi ile erkeklere bulaşıp bulaşmadığını kontrol etmiş olurdum.Bu ülkedeki kadınlarda iki misli oranda seyreden AIDS'in sebebi bu olamaz mı? Şehirden uzak bölgelerde, hayat kadınları ile beraber olan gemici ve madencilerde görülen AIDS oranındaki fazlalık, mikrop dağılımının kadınlar üzerinden olduğunu gösteren bir başka veri değil midir?Bunu gizlemek için de "Bu hastalık, özellikle homoseksüellerde görülüyor" diyerek bir iki ısmarlama makale yazdırır, film hazırlatır, dikkatleri başka tarafa çekerdim. Gerçi orta zekalı biri bile, bu verileri görünce bu işin homoseksüellikle bir alakası olmayacağını anlar ama olsun, kamuoyu kamuoyudur.Ben de bu verileri görmeden önce, daha çok yakın zamana kadar, benzer şekilde düşünmüyor muydum?İp, bir yerlerde ellerinden kaçmış da olabilir.Belki bu boyutta bir etnik temizlik düşünmemiş olabilirler.Ama Pandora'nın kutusu açılmıştır bir kere, kapat kapatabilirsen.


Bu konuda bazı Afrikalı liderlerin de çeşitli şüphelere kapıldığı görülmüştür.Zambia Cumhurbaşkanı Levy Mwanawasa'nın ülkesi açlıktan kıvranırken, gelen gıda maddelerini "genetik olarak bozulmuştur" , şüphesi ile çok manidardır.


Her yıl ABD bütçesinden AIDS ile mücadele için 15 milyar dolar gibi korkunç bir kaynak ayrılması acaba bu utanma payının bir bölümü müdür, yoksa salgının kendilerine ulaşmadan durdurulması gayreti midir bilemiyorum. Belki ip, ellerinden henüz kaçmamış da olabilir. Belki nihai hedeflerine tam ulaşmadıklarından AIDS panzehiri diyebileceğimiz ilaçları piyasaya sürmüyor olabilirler.Maksat fikir jimnastiği yapmak değil mi, madem başladık, biraz daha onlar gibi düşünüp, nihai hedefin ne olabileceğini konusundaki düşünce ve tahminlerimizi de söyleyelim.


Bu zengin maden yataklarının bulunduğu ülkelerden Namibia'nın nüfusuna bir bakalım.Namibi'nın nüfusu iki milyonun altına çoktan indi.Neredeyse Türkiye kadar bir araziye sahip ülkede, kilometrekare başına düşen nüfus, sadece 2.2 kişi.Bu durum, daha önce de yazdığımız gibi, Botswana'da kilometrekare başına 2.7 kişi. Birkaç yılda 25 milyon kişi ölmüş zaten, hazırda HIV virüsü taşıyan 25 milyon kişi daha var, birkaç yıl sonra diğerleri de halledilecek nasıl olsa. Zimbabwe ve Zambia'dan oluşan bir alan kalıyor. Çok değil, 20 yıl sonra, petrol krizi başlayacak, Avrupa birliği kaçınılmaz bir şekilde ekonomik krize girecek, birlik dağılacak, işsizlik sayısı artacaktır.bu kadar işsiz" üstün ırk" nereye göçecek dersiniz? Tabi ki bu yeni, temizlenmiş, Sub-Sahara cennetine. "Bu kadarı da olmaz canım!" diyorsunuz, değil mi? İnşallah olmaz! Ama bir de diğer taraftan bakın, olmasına ne kaldı?


Ana Sayfaya Dön
Genetik Yapısı Değiştirilmiş Gıdalar-GDO Tehlikeli Mi?
Maden Savaşları ve HIV/AIDS Salgını Arasında Bir Bağlantı Var Mıdır?
Zihin Kontrolü, Genom Projesi, Etnik Silahlar Gerçek Mi?
Suni Deprem Yaratılabilir Mi? Elektromanyetik Silahlar Gerçek Mi? HAARP Nedir?
Bordo Bereliler ve SAT-SAS Komandolarımızın Sıradışı Eğitimi
Türkiye'de Atom Bombası Var Mı?

Dudak Dolgusu Ankara Burun Estetiği Burun Estetiği Ankara Hemoroid Tedavisi Ankara