Online Okey Oyna 
SATRANÇ OYNA ÖĞREN NASIL OYNANIR PLAY CHESS ONLİNE Online Tavla Oyna En Güzel Flash Oyunlar ve En İyi Oyun Siteleri Online Bilardo Oyna Balon Patlatma Oyunu Online Okey Satranç Tavla, Bilardo, Packman, Arkanoid, Woobies Oyna İngilizce Türkçe Çeviri Sözlükler Translate Fıkralar ve En Komik Fıkra Siteleri
Ana Sayfa Son Dakika Gazeteler İl Haber Hava Dergiler Spor Eğitim Haber TV Sağlık Araba Sık Kullanılanlar Teknoloji Magazin
Google Foto Galeri Videolar Eğlence Döviz Fıkralar Oyun Yarışma Astroloji Sinema Müzik BLOG ÖZEL Deprem İletişim

GENETİK YAPISI DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDALAR-GDO TEHLİKELİ Mİ?


    Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar (Ziraat Mühendisi Okan Yılmaz)


Dünyada bilim çevresi tarafından 21. yüzyılın teknolojisi olarak kabul edilen bu teknoloji 1973 yılında yaşanan petrol krizi sonrasında, yüksek oranda enerji kullanımına gerek göstermeyen alternatif bir teknoloji gibi kabul görmüştür. Bunun yanında moleküler-biyoteknolojideki gelişmelerin ürün aşamasında meyvelerini vermesi bu kabulü güçlendirmiştir. Neticede yeni gelişmeler ile birlikte verimliliğin ve üretkenliğin artırıldığı, yeni ürünlerin üretilebildiği modern biyoteknoloji doğmuştur. Herhalde en büyük etken, artan nüfus, doğal kaynaklardaki daralma ve ekolojik fakirleşme gibi menfiliklerin etkisini hafifletmek olsa gerek. Bir canlıya, başka bir canlıdan gen aktarılması veya genetik yapıya müdahale ile yeni genetik özellikler kazandırılmasını sağlayan teknolojiye GEN TEKNOLOJİSİ denir. Gen teknolojisi kullanarak tabii süreçlerle elde edilmesi mümkün olmayan yeni nitelikler kazandırılmış organizmalara da GENETİK YAPILARI DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR ve tabii olarak da gıdalar denir.


1994 yılında ilk genetiği değiştirilmiş gıda olarak, olgunlaşması geciktirilmiş domatesi örnek verebiliriz. Bu yeni teknoloji ile üretilen ürünlerin güvenilirliği en çok tartışılan konular arasında yer almıştır. Bu teknoloji kötü niyetlilerin kullanımına açık olması yanında, yenilikler ile birlikte gelen bilinmeyenleri de bir risk olarak beraberinde taşımaktadır. Bu riskler: * Bu teknoloji ile elde edilmiş olan ürünlerin genetik müdahaleler esnasında arzu edilmeyen ve beklenilmeyen nitelikler kazanması ihtimalidir.


* Her bir türün kendi içindeki genetik çeşitliliğin korunmasındaki zorluk. Modern tarım birçok çiftçiyi verimi yüksek tek tip bitki ve hayvan çeşitlerine yöneltmiştir. Ancak, gıda üreticileri çeşitliliği bir kenara bıraktıklarında, kimi özelliklerle birlikte çeşitler ve ırklar da ortadan kaybolabilmektedir. Gen havuzundaki bu hızlı daralma uzmanları kaygılandırmaktadır.


* FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) tahminlerine göre tarımsal ürünlerdeki genetik çeşitliliğin yaklaşık dörtte üçü son yüzyıl içinde kaybedilmiştir. 6.300 hayvan ırkından 1.350’si ya tamamen yok olmuş ya da yok olma tehdidi altındadır. Bu bakımdan, bitki ve hayvanların gen bankalarında, botanik bahçelerinde ve hayvanat bahçelerinde korunmasına yönelik küresel çabalar büyük önem taşımaktadır. Ancak, tarım yapılan alanlarda ve doğada biyolojik çeşitliliğin korunması da en az bunun kadar önemlidir. Çünkü tabiatta dengeleri bozmak hızlı ve kolay, eski haline döndürmek hem masraflı, hem de oldukça güçtür. Zaten bunu istesek bile, bu zaman zarfında yok olmuş biyolojik çeşitliliği geri kazanmak neredeyse imkansızdır.


Tarımda en çok üzerinde çalışılan özellikler, hastalıklara ve zararlılara karşı, yabancı ot ilaçlarına karşı dayanıklılık, meyve olgunlaşma sürecinin değiştirilmesi, raf ve depolama ömrünün uzatılması ve aromanın arttırılmasıdır. Bu teknolojinin en başarılı olduğu bitkiler, domates, patates, mısır, soya fasulyesi, pamuk, tütün ve kolzadır. Bu alanda en fazla üretim ve çalışma yapan ülkeler, ABD, Arjantin, Kanada ve Çin’ dir. Yıldız Teknik Üniversitesi Biomühendislik Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Şeminur TOPAL’a göre bu masum imajlı çalışmanın en büyük handikapı ürünlerin çok geniş bir yelpazede kullanılmasıdır. Mesela, mısırı ele alalım. Üretim sadece mısırla kalmıyor, nişastası, çorbası, yağı, unu, gofreti, krakeri derken çok sayıda ürüne yayılıyor. Soya ise yaklaşık 900 türev üründe tüketiliyor. Türkiye’nin AB’ye verilen taahhüt nedeniyle 2 yıl içerisinde bu ürünleri tesbit edecek laboratuarı kurması gerekmektedir. Ancak herhalde bu ürünlerin asıl üreticisi olan ABD ile olan sıcak ilişkilerin hatırına olsa gerek, 2 yıldır bu kanunlar çıkarılamamaktadır. Tartışmalar, gen aktarmayla, insan ve çevre sağlığını menfî yönde etkileyebilecek verilerin bulunabileceği kuşkusu üzerinedir.


Bu kuşkular;


1- Genetik çeşitliliğin azalması ve gen kaynaklarının yok olma ihtimali: Çok büyük coğrafyalarda tek yönlü yapılan tarım ile beraber o coğrafyaya ait biyolojik çeşitlilik geriye dönülmez bir şekilde azalıp yok olmaktadır. Bunun nedeni ise, mono kültür tarım ile her türlü hastalık ve zararlılarda meydana gelebilecek dengesizliklerdir. Neticede bu durum yaban bitki ve hayvan popülasyonun da onulmaz hasarlara neden olacaktır.


2- Uygulanan teknik yöntemlerde oluşabilecek ve teknolojinin bilinmeyen sahasında kalan herhangi bir sürpriz ile, elde edilen gıdalarda şaşırtıcı menfi neticeler ile karşılaşılabilir. Çünkü genetik müdahale ile tabii denge üzerinde yapılan bu etkiler, istenmeyen dejenerasyonlara (bozulmalara) da sebebiyet verebilir. Böylece sürpriz bir şekilde çok kalitesiz ve niteliksiz ucube ürünler elde edilebilir.


3- Genetiği değiştirilmiş mikroorganizmaların toprak mikroorganizma yapısına menfi etkileri. Teknolojik müdahaleler ile değişikliğe uğratılmış mikroorganizmalar, asıl ve hayatî öneme haiz olan toprak bünyesindeki mikroorganizmaları menfi yönde etkileyerek mikro dengeyi bozabilir. Hatta bir çoğunun yok olmasına sebebiyet verebilir.


4- İnsan ve hayvan bünyesindeki mikroorganizmalarla birleşme ihtimali: Uğraş sahamızın canlı olması hasebi ile genetiği değiştirilmiş mikroorganizmalar, gıda olarak tüketildiklerinde girmiş oldukları hayvan ve insanlara ait canlı organizmalarla birleşme, onu yok etme, onu başkalaştırma ve neticesi belli olmayan tuhaf bir birleşik organizmanın meydana gelme ihtimali.


5- Antibiyotiğe dayanıklı genin kullanılması neticesi insanlarda antibiyotiğe dayanıklılığın artması: Bu organizmaların antibiyotiğe dayanıklılığı için yapılan çalışmaları sonucu elde edilen gıdaları yiyen canlılarda da aynı etkiyi gösterme riski ve tabiatıyla, herhangi bir zorunlulukta kullanılması icap eden tedavi amaçlı antibiyotiğin etkisiz kalma ihtimali doğar.


6- Aktarılan genlerin diğer alanlara ve doğal çevreye sıçraması; Bu teknolojinin bir parçası olan gen aktarımı neticesinde genlerin istenmemesi durumunda bile diğer canlı ve tabii çevreye sıçraması sonucu, kontrolsüz bir açılım ve ardından biyolojik felaket olabilir.


7- Böceklerin direnç kazanması; Aynı zamanda tabiat zincirinin bir halkası olan böceklerin beslenme zinciri içerisinde bu organizmalardan etkilenip, değişikliğe uğrayarak oldukça dirençli bir mekanizma geliştirebilmeleri riski,


8- Virüs kaynaklı genlerin, diğer virüslere gen transfer etme ihtimali,


9- İnsan ve hayvanda alerjik ve zehir etkisi olan genlerin aktarılması ile en masum gıdalara taşınması neticesinde insanların her an bu toksitlerle(zehirleyicilerle) karşılaşabilme riski.


10- Tabii ortamın bozulması ve tek yönlü floranın oluşması: Tabiatta var olan ve devam eden o kusursuz dengenin bozulması sonucu; nebatî ve hayvanî çeşitlilik azalması ve hatta tek yönlü floranın oluşması riski. Canavar nitelikli bir tabii paylaşımın olma ihtimali.


11- Genetiği değiştirilmiş mikroorganizmaların yetiştiği ortamda diğer canlıların etkilenebilmeleri


Bunun yanında bu ürünlerin lehine görüşler de mevcuttur.


1- Birim alandan daha fazla verim elde edebilmemizi sağlayan çeşitlere sahip olabiliriz.


2- Verimin artması ve uygulanacak bakım ve mücadele masraflarının azalması ile maliyetlerin düşmesi,


3- Besin öğelerince zenginleştirme imkânı (A vitamini, demir katkısı vb.) İstenilen katkı ile istenilen içerikte gıda elde etme şansına sahip olabiliriz.


4- Ürünlerin içinde yenilebilir aşılar bulundurma imkânı: Aşı yüklemesi yapılma şansı ile birçok hastalığın mücadelesinde pratik ve ucuz yöntemin sağlanması mümkün olabilir.


5- Uygun olmayan şartlarda bile yetişebilen ürün çeşitleri: Çok zor şartlara bile dayanabilen inatçı bir yapıya sahip mukâvemetli ürün çeşitlerinin elde edilebilmesi.


Dünyada 840 milyon insan hala açlık çekmektedir ve bundan çok daha fazla sayıda insan da yetersiz beslenmeye maruz kalmaktadır. Bu güne dek sergilenen küresel çabalara rağmen dünyadaki açların sayısının azaltılabilmesi adına yeterli mesafe alınamamıştır. Asıl sorun, yetersiz gıda üretimi değil, haksız ve dengesiz paylaşım, hırs ve ülkeler-kıtalar arası politik çekişmeler olsa gerek. Bunu şu basit örnekle ispatlayabiliriz. Bugün kıta Avrupası halkının yıllık kozmetik harcaması dünyadaki tüm aç insanların gıda ihtiyacının iki katıdır (yaklaşık olarak 16 milyar dolar). Bunun böyle olmasına sebep herhalde, gücü ülkeleri bile aşmış, global bir otorite haline gelmiş çok uluslu şirketlerin daha çok para kazanma hırsı için ülkelerin yönetimlerini ve yöneticilerini kendilerine hizmetkâr edebilmeleridir. Bu tekeller kendi hayatiyetleri için milyarların hayatını hiçe sayabilecek canavarca bir anlayış içerisindedirler.


SONUÇ


Bu teknoloji ile elde edilen gıdaların risk taşıdığı görüşü tüm dünya tarafından kabul edilmiştir. Bu nedenledir ki başta AB devletleri olmak üzere birçok gelişmiş ülkeler bu konuda güvenliği sağlamak amacıyla gerekli hukukî ve kurumsal alt yapıyı tanzim etmektedirler. Fakat tüm bu belirsizliklere rağmen AB son yıllarda yukarıda da ifade ettiğimiz gibi dünyada ekonomik güç haline gelmiş kartellerin de etkisi ile yeniden yaptığı mevzuat değişiklikleri ile bu tür gıdalara karşı koymuş oldukları gümrük duvarlarının seviyesini oldukça aşağılara çekmiştir.


Son olarak şu nüansı belirtmekte de yarar görüyorum. Modern biyoteknolojinin faydası, gerekliliği, kullanılıp kullanılmayacağı değil, bu teknolojinin nasıl kullanılacağı ve bu teknoloji ile üretilen son ürünün kendisi üzerinde mütalaâ ve münazara edilmesinin gerekliliğidir. Yani suç, teknolojinin değil onun hayat kazanması aşamasında meydana gelebilecek aksiliklerin tahmin edilmesi ve bertaraf edilmesi belirsizliğindedir.


.......................................................................

Başlık : Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar


Yazar : Yrd.Doc.Dr.Rıdvan KETE


Sayı : 8.sayı (Ekim - Aralık 2005)


Konu : Kimyasal


İnsan yaşamının geleceği bir ölçüde biyolojik konular hakkında bilinçlenmeye ve duyarlılığa dayanmaktadır. Gelecekte insanların günümüzden daha rahat, sağlıklı, uzun ömürlü yaşayabilmeleri için çevre imkanlarını teknoloji ile geliştirmesi gerekmektedir. Böylece biyoteknoloji ortaya çıkmaktadır.


Bir mal veya hizmet üretmek için canlı organizmalardan yararlanma teknolojisi “Biyoteknoloji” olarak tanımlanmaktadır. Yoğurt, peynir, sirke üretimi biyoteknolojinin insanlık tarihinde ilk adımlarıdır. 21. yüzyıldaki gen teknolojisi gelişmeleri biyoteknolojinin günümüzde insan yaşamının her alanını doğrudan veya dolaylı şekilde etkilediğini göstermektedir.


Neden Genetik Yapı Değiştiriliyor?


Çeşitli araştırmacılar tarafından; ürünlerde verimliliği sağlama, böceklere karşı dayanıklılık oluşturma veya piyasada uzun süre dayanıklılığı arttırma amacıyla biyoteknolojiden faydalanıldığı belirtilmektedir. Fakat ekonomik yönden getiri sağlamak temel faktör olarak görülmektedir. Bu amaçla özellikle domates, patates, mısır, kavun, soya, pamuk gibi bitkilerde genetik değişiklikler yapılmaktadır. Bu teknoloji laboratuvarla endüstriyel üretime geçişi hızlandırmıştır.


Genetik değişikliğe uğratılmış (gen aktarılmış) mikroorganizmalar, bitkiler, hayvanlar, klonlanmış canlılar gibi farklı ürünler toplumun kullanımına sunulmaktadır. Bu çalışmalarda biyogüvenlik koşullarını hiç aksatmadan doğaya ve topluma zarar vermeyecek bir biyoteknoloji gereklidir.


Bitkilerdeki gen sayısının insanlardan çok fazla olduğu bilinmektedir. Bu kadar çok genin kontrolunu sağlayan mükemmel bir gen dizilişi vardır. Bu düzenli sistem içine gen naklinin sistemi hangi noktalarda nasıl etkileyeceği meçhuldür.


Genetiği Değiştirilmiş Organizma Nedir?


Her canlının, kendine özgü gen dizilişlerinin oluşturduğu bir kalıtsal yapısı vardır. Canlı yaşamına ait bütün bilgiler genler şeklinde dizilerek DNA yapısında yer almaktadır. Gen teknolojisi ile DNA içine bir yabancı gen yerleştirilir. Bu bağlamda canlılara ait bu yapının gen dizilişinin, herhangi bir nedenle doğal yapısında bulunmayan başka karakter oluşturması şeklinde elde edilen canlı yapılara "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar" (GDO) denilmektedir. Soya, mısır, patates gibi ürünlerin zararlılarına karşı, öldürücü genler nakledilerek ürün korunmaya çalışılmaktadır. Bu genler zehirli proteinler üretmektedir. Bunları yiyen böcekler ve kuşlar ölmektedir. Bu da ekolojik dengeyi olumsuz etkilemektedir.


Genetik Yapı Değişikliğinin Etkileri


Canavar gıdalar, Frankeştayn gıdalar olarak da isimlendirilen genetik yapısı değiştirilmiş ürünler Türkiye’de geniş çaplı pazar bulmaktadır. Yıldız Teknik Üniversitesinden Prof. Dr. Şeminur Topal bitkilerdeki genetik yapı değişikliğinin beslenme ile insan organizmasına aynen taşındığını belirtmektedir. Değişiklik geni genellikle antibiyotiğe dayanıklılık genine bağlanarak taşınmaktadır. Buna bağlı olarak Alzhaimer ve Deli Dana hastalığı artışının bu tip değişikliğe bağlı olduğu belirtilmektedir. Gen transferinin gerçekleşmesi, tanımlayıcı gen olarak antibiyotik direnç geni aracılığıyla kontrol edilmektedir. Aktarılacak gen, ilgili canlı DNA’sından alınıp, taşıyıcı aracılığı ile birlikte gene aktarılıyor. Böylece bu taşıyıcı mikroorganizmalara geçerek bu bakterilerin oluşturduğu enfeksiyonların kontrol altına alınmasını güçleştiriyor ve antibiyotiklere karşı insanda dirençsizlik meydana getiriyor. Bu ürünler antibiyotiklere karşı vücutta dayanıklılık oluşturuyor. Doğrudan alındığında insan ve hayvan bünyesindeki mikroorganizmalarla birleşebiliyor. Böyle gıdalar besin olarak alındığında insan vücudunda allerjik etkilere neden olmaktadır.


ODTÜ’ den Doç. Dr. Candar Gürakan ve arkadaşlarının Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile ilgili Türkiye’ de yaptıkları araştırmalarda, ithal tohumlarla üretilen 28 domates örneğinden 22’sinde antibiyotiğe dirençli bakteri geni bulunduğu belirtilmektedir. Bu durum ülkemize gönderilen tohumlarda gen aktarımının yapıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Aynı araştırmacılar, değişik illerden alınan 5 mısır örneğinde antibiyotiğe dirençli gen yanında yabancı DNA’ lara da rastlandığını belirtmektedir. Yine, hayvan yemi olarak kullanılan mısırlarda daha güçlü Genetiği Değiştirilmiş Organizmalarla karşılaşılmıştır. Ülkemizde Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların özel alanlarda araştırma amaçlı üretildiği ve kontrol edildiği iddia edilse bile, rüzgarlar, arılar ve böceklerin etkisiyle bu özel bitkilere ait polenler geleneksel üretimlere taşınabilmektedir. Bu şekilde genetiği değiştirilmiş ürünler, insan ve hayvanların besin kaynağı olarak kullanılmaktadır. Antibiyotiklere karşı dayanıklı olan bu ürünler insan ve hayvanlarda toksik veya allerjik etkiler oluşturmaktadır. Günümüzde allerjik astıma bağlı solunum yetmezliğinin sık görülmesi dikkatleri çekmektedir. Aynı şekilde otoimmün hastalık olan romatizmal hastalıkların yaygın olması veya tükenmiş bağışıklığın, kanserin temel nedenlerinden biri olduğu düşünülürse, bu hastalıkların güncel ve sık rastlanılması dikkatleri GDO üzerine çekmektedir.


GDO’lu tohumlarla üretilen mahsüllerin ertesi yıl tohumluk olarak kullanılamaması nedeniyle bu ürünlere bağımlılığın getireceği, ekonomik bir yük söz konusudur.


ABD’de 1998 yılında 8.5 milyon hektar alanda genleri değiştirilmiş soya fasulyesi yetiştirildiği düşünülürse, acaba bunlar nerede pazarlanmaktadır.


Günümüzde mısır, domates, soya fasulyesi, patates, kavun gibi gıdaları yemekten korkuyoruz. Acaba meyvelerin dışı başka içi başka mı olacak!. Korkuyoruz, aldığımız karpuzun içi kavun, portakalın içi limon, kayısının içi incir, kivinin içi mandalin çıkacak diye.


Ne Yapmalıyız?


1. Yerli tohumdan üretilen gıdalar tercih edilmeli.


2. Şekil bozukluğu olan ve normalden iri meyve ve sebzeleri almamalıyız.


3. Ülkemizde Biyo-güvenlik kurulu oluşturulmalı ve işlerlik kazandırılmalıdır.


4. GDO ürünlerini ülkemize girişi yasaklanmalı veya kontrol altına alınmalıdır.


5. Ithal edilmiş GDO’ lu ürünler etiketlenmeli ve ambalajlarında mutlaka belirtilmelidir.


6. Kaçak tohum girişi önlenmelidir


7. Özellikle GDO’ lu ürünlerden olan, ithal soya, mısır, pirinç ve ürünlerine karşı çok duyarlı olmalıyız.


* Yrd. Doç. Dr., [email protected]


Kaynaklar


1. Şahin, Ş,. (2004), "Bitkilerde Gen Nakli", Gezgin, Sayı: 5, s: 030-033, TŞOF Plaka Matbaacılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.


2. Ackerman, J., (2002), "Gıdalar Nasıl Değişiyor?.", National Geographic Dergisi, Mayıs, s: 97-114.


3. Uslu, F., Kete, R., (2003), "Transgenik Ürünler.", Ekoloji-Çevre Magazin Dergisi, s: 33-35, Izmir.

.........................................................


Genetiği değiştirilmiş gıdalar (GDO) zararlı mıdır?


Bu konu üzerinde birçok fikir bulunmaktadır; fakat GDO gıdaların potansiyel sağlık riskleri konusunda yeterli bir bilgi bulunmamaktadır, bu da bu konu hakkında bu zamana kadar bir sonuca varılmamasının nedenidir. Bununla birlikte, GDO ürünleri üretmek isteyen şirketler o ürünün güvenilirliğini test etmek zorundadırlar. Alışılmamış Gıdalar ve 1997 Alışılmamış Gıda Bileşenleri Yönetmeliği, AB Konseyi Yönetmeliğini alışılmamış gıdalar için yürürlüğe koymuştur. Bu da, alışılmamış gıda ve bileşenlerinin marketlerde yer almasından önce güvenirliğinin kanıtlanmasını gerektirmektedir.


GDO gıdaların evrimi hakkında birçok fikir geliştirilmiştir. Bazı fikirler uygun bulunurken, yani genetik olarak modifiye organizma kullanılarak üretilen gıdalar ile GDO kullanılmadan üretilen gıdalar arasında bir fark olmadığını iddia etmektedir; çünkü, DNA'nın bir parçasını bir organizmadan diğerine taşıma yüzündendir, “yabancı” madde kullanılmamıştır. Buna karşılık olarak, GDO gıdaların sağlık etkilerine dair bağımsız (endüstriyel olmayan) birkaç çalışmada bunların güvenliği hakkında güven kurulmuştur. Bazı araştırmalar uygulanmaktadır, fakat bunlar daha fazla araştırma gerektiği göstermektedir, bunların güvenliğinin araştırma kavramları ve metotları gibi. Son zamanlarda, marketlerde bulunan ve FDA'ya uygun genetik olarak işlenmiş bütün gıdalar, “genellikle olarak güvenli sayılan” (GRAS) kategoride yer alırlar.


...................................................................................................................

DEKLARASYON


Not: Bu metin GDO'ya Hayır Platformu, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar Deklerasyonu'nun özetidir.


Yaşam Patentlenemez


Uzunca bir zamandır sofralarımızı, sağlığımızı, geleceğimizi tehdit eden bir hayalet dolaşıyor etrafta. Çok uluslu şirketlerin, gözü doymaz girişimcilerin başımıza sardığı bu belanın adı: Genetiği değiştirilmiş organizmalar; kısa adıyla GDO. GDO, uluslararası literatürde kısaltılmış şekliyle "GM" veya "GMO" olarak geçen "Genetically Modified Organism"in Türkçe karşılığı. GDO'nun kapsamı içine genetik olarak değiştirilmiş bütün organizmalar giriyor. Bu yazıda kastedilen GDO'nun tarifi şu: "Modern biyoteknoloji kullanılarak elde edilmiş yeni bir genetik materyal kombinasyonuna sahip olan herhangi bir canlı organizma."


Biyolojik "zenginlik"


GDO'yla ilgili en önemli kaygılardan biri; aktarılmış genlerin doğal bitki türüne atlayarak, bulundukları çevredeki doğal türlerde genetik çeşitliliğin kaybına neden olmaları, yabani türlerin doğal yapılarında sapmalara neden olmaları, ekosistemdeki tür dağılımını ve dengeleri bozmaları.


Türkiye'de GDO konusunda en fazla dikkat edilmesi gereken konulardan biri bu. Türkiye, biyolojik zenginlik bakımından çok şanslı bir ülke: Örneğin Avrupa ile karşılaştırılacak olursa, Türkiye tür sayısı bakımından oldukça zengin. 11 bin bitki türümüzden 2 bin kadarı, başka hiçbir yerde bulunmayan endemik türler. Bir ülkenin bitki ve hayvan türleri açısından sahip olduğu zenginlik, aynı yeraltı kaynakları ya da tarihi eserler gibi o ülkenin en önemli zenginliklerden biridir. Ekolog Barry Commoner'e göre, ekolojik sistemler aşırı stres altında bırakılırsa, ani, şaşırtıcı felaketler yaşanabilir. Yapısında kimyasal ilaçtan hayvan genlerine kadar pek çok yabancı madde barındıran GDO'nun böyle bir strese yol açacağı şüphe götürmez. Commoner'e göre; "ekolojik sistem bir yükselteçtir, öyle ki bir yerdeki küçük bir çalkantının başka bir yerde büyük, uzak, uzun süre ertelenmiş etkileri olabilir." Modern tarımda kullanılan ve birbirlerinin genetik yönden kopyası olan çeşitler, geniş alanlarda tek tip olarak yetiştiriliyor. Bu yetiştirme yöntemi, yani monokültür, çeşitli ekonomik avantajlar sağlıyor, ancak doğada her kazancın bir de bedeli var. Örneğin, monokültürdeki tek tip bireyler hastalıklardan da aynı derecede etkileniyor. Ortaya çıkan bir hastalık tüm ürünü etkileyecek şekilde hızla yayılabiliyor. Monokültür yayıldıkça, yediğimiz ürünlerden aldığımız besin ve damak tadı da tek tipleşiyor. Modern tarım yöntemlerinin yolaçtığı etkiler yüzünden zaten yeteri kadar azalmış olan çeşitler de GDO'nun tehdidi altına giriyor. Çünkü GDO'ların aktarılmış genleri çevresinde bulunan, geleneksel yöntemlerle üretilen ürünlere de geçebiliyor. Arılar ve rüzgarlar GDO'lu polenleri alıp, komşunun geleneksel ekiminin üzerine bırakıyor. Böylece civardaki, bitkiler genetik olarak değiştirilmiş bitkilerin içerdiği böcek ve ot ilaçlarına karşı dirençli hale geliyorlar. GDO karşıtlarınca Frankeştayn Gıda olarak nitelenen, kolera bakterisinin genini taşıyan yonca, tavuk geni taşıyan patates, akrep geni taşıyan pamuk, balık genli domates gibi gıdaların doğal çeşitliliğe verdikleri zarar sonucunda yeni Frankeştaynların ortaya çıkmasına olanak sağlanıyor.


GDO ürünleri sağlığımızı nasıl etkiler?


GDO'lu ürünlerin temel sakıncalarından biri de insan sağlığına karşı olumsuz etkileri. Uzmanlara göre, sağlık riskleri şunlar; antibiyotiklere karşı dayanıklılık oluşması, gıda olarak kullanımda insan ve hayvanda toksik ya da allerjik etki yapması, doğrudan alım durumunda insan ve hayvan bünyesindeki mikroorganizmalarla birleşme ihtimali.


GDO'lu ürünlerin oluşturduğu sağlık risklerini doğrulayan bilimsel araştırmalara her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. Örneğin, Brezilya fındığının bir genine sahip olan transgenik soya fasulyesi, fındığa alerjisi olanlarda alerjiye neden oluyor. Rowett Enstitüsü'nde çalışan Arpad Pusztaria'nın son deneyleri GDO'larla ilgili yeni kuşkular ortaya çıkardı. Sözü edilen çalışmada, genetik yapısı değiştirilmiş patateslerin fareler için toksik olduğu, bağışıklık sisteminde bozukluklar, viral enfeksiyonlar gibi birçok etkileri olduğu ortaya çıktı. Genetiği değiştirilmemiş patateslerle beslenen fareler gayet sağlıklıydı. Sonraki deneyler toksikliğin gen transferi yöntemiyle ilgili olduğunu ortaya çıkardı.


Bir başka deney, besinler yoluyla aldığımız yabancı DNA'nın hücrelerimize taşınabileceğini ortaya çıkardı. Yakın zamana kadar DNA'nın bağırsaklarımızda sindirilebileceği düşünülüyordu. Ancak deneyler durumun aksini kanıtladı. Bakteriyel bir virüsün DNA'larıyla beslenen farelerde bağırsak boyunca yaşayabilen ve kana karışabilen büyük virüs DNA'sı parçaları bulundu. Alınan DNA'lar lökositlerde, dalak ve karaciğer hücrelerinde de görüldü ve virüs DNA'sının fare genomuna yerleştiği kanıtlandı. Hamile farelere yedirilen virüs DNA'sı, ceninin ve yeni doğmuş yavruların hücrelerine geçtiği de belirlendi.


GDO verimi gerçekten artırır mı?


GDO sayesinde tarımsal üretimde büyük artışlar sağlanabilir mi? Ekoloji ve doğa bilimleri alanında çalışan her bilimcinin üstüne basa basa belirttiği gibi; doğada bedelsiz kazanç olmaz! Tarımsal üretimin artırılmasıyla sağlanan kazancın bedeli de artan çevre kirliliği, küresel ısınma, yokolan türler ve daha sayılabilecek onlarca çevre sorunu. GDO ürünleri ile yapılan tarım çok yeni olduğu için bu konuda rakam vermek çok zor. Ancak sözü edilen kuralları bu alanda da geçerli sayabiliriz. Bu yeni uygulamayla bir süre verim artışı sağlamak mümkün, ancak bu artışı kalıcı kılmak olanaklı değil. Tabii bu arada ödeyeceğimiz bedeli de unutmamak gerekiyor.


GDO'lu çeşitlerden elde edilen verim, geleneksel tarımla elde edilenin altında. Bu, bu işin patentini alan ticari şirketlerin söylemlerini tamamen yalanlayan bir olgu. GDO'nun randımanı geleneksel tarıma oranla daha az, üstelik tohum başına daha yüksek fiyata, bakım ürünlerinde de eşit masrafa sahip.


Genetiği değiştirilmiş organizmalar açlığa çare olur mu?


GDO'yu savunan görüşlerin dayandıkları en önemli noktalardan biri, dünyada giderek artan besin ihtiyacını karşılamak ve açlık sorununa çare bulmak için GDO'nun zorunlu olduğu.


Çoğu çevrebilimci, üçüncü dünya ülkelerinde görülen açlık sorununun, üretim potansiyelinin eksikliğinden değil, üretim kapasitesinin plansız kullanımından ve dağılımın adil olmayışından kaynaklandığı görüşünü savunuyor. Uzmanlar, mevcut tarım kapasitesinin dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olduğunu düşünüyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO'nun 1990 tarihli raporuna göre, tahıl üretimindeki artış, nüfus artışından yüzde 50 daha fazla. Tabii bu rakamlar dünyada açlık sorunu olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak sorun üretimden değil, dağılımın adil olmayışından kaynaklanıyor.


Açlık sorununun yaşandığı ülkelere bakacak olursak, bu ülkelerin hemen hepsinin batılı ülkelerin eski sömürgeleri olduğunu görürüz. Bu ülkelerin tarım ekonomileri başka ülkelerin yararına kurulmuş durumda. Çoğu ülke bağımsızlıklarını kazandıktan sonra dahi, dış borç vb. ekonomik sorunlarla boğuştukları için ihracata yönelik tarım politikaları uygulamışlar. Yani halkı doyuracak besinler üretmek yerine döviz sağlayacak besinler üretilmeye çalışılmış. Açlık sorunu yaşanan birçok ülkede, eskiden besin yetiştirmek için kullanılan topraklarda kahve, pamuk, muz, kakao gibi gelişmiş ülkelere satılan ürünler yetiştiriliyor. Örneğin, Etiyopya'da açlığın kol gezdiği dönemlerde bile kahve üretimi ve ihracatı sürdürülüyordu.


Diğer taraftan, konunun bir de israf ve tüketim çılgınlığı boyutu var. ABD Tarım Bakanlığı'nın verilerine göre, ABD'liler her yıl üretilen gıdanın yüzde 25'inden fazlasını israf ediyor. Araştırmaya göre, sadece 1995 yılında çöpe atılan gıda miktarı 43 milyon ton civarında. Bir kişinin günde ortalama 1.5 kilo gıda tükettiğini varsayarsak, israf edilen gıdanın sadece yüzde 5'i bile geri kazanılsa 4 milyon insanın doyması sağlanabilir. Tarımda modern tekniklerin, kimyasal ilaçların, hormonların vb. kullanılmaya başladığı "yeşil devrim" olarak nitelendirilen süreç de kamuoyuna dünyadaki açlığa çare bulmak şiarıyla sunulmuştu. Ancak veriler iddianın tam tersini gösteriyor: Dünya Bankası'nın 1993'te yayınladığı Dünya Kalkınma Raporu verilerine göre, 1976'da düşük gelirli olarak sınıflanan ülkelerde kişi başına düşen ortalama gelir, yüksek gelirli ülkelerdekinin yüzde 2.4'ü kadardı. 1982'de bu oran yüzde 2.3'e, 1988'de yüzde 1.9'a düştü. 1980'den 1990'a kadar, düşük ve orta gelir grubundaki ülkelerde kişi başına gayri safi milli hasıladaki büyüme, gelişmiş ülkelerdekinin yüzde 52'si kadardı.


Artan besin ihtiyacına yanıt vermek ya da açlığın hüküm sürdüğü yerlere yiyecek götürebilmek için GDO'ya ihtiyacımızın olmadığı açıkça ortada. Dünyadaki açlığın nedeni yeterli besin olmaması değil, besinin adil dağılmaması ve plansız tarım politikaları. Üçüncü dünya ülkelerinin tarım politikalarıyla ilgili zaten yeteri kadar derdi varken, bu ülkelerin tarımına bir de GDO üreticisi çok uluslu şirketlerin sokulmaya çalışılmasının pek de iyi niyetle ilgisi olmasa gerek.


GDO üreticisi firmaların niyeti ne?


Ekolog Pimentel'in verdiği rakamlara göre, tarla için harcanan toplam enerjinin %32'si azotlu gübre üretimine, %28'i tarım makineleri yakıtına, %15'i bu makinelerin yapımı ve bakımına, %11'i çeşitli işler için kullanılan elektrik enerjisine, %4'ü ürünü kurutmaya harcanıyor. Bunlardan sonra gelen girdiler %2'şer değerle taşıma ve dağıtım, potasyumlu gübre, fosforlu gübre ve tohum. %2'den az olan girdiler de, ot ilacı, böcek ilacı, sulama ve işçilik. Görüldüğü gibi sanayileşmiş tarımda kol gücünün toplam girdiler içindeki payı oldukça az.


Tabloyu dikkatle incelediğimizde yukarıda sözkonusu olan olayın bildiğimiz anlamda çiftçilik değil, tarım sanayii olduğunu görüyoruz. Yşin püf noktası da zaten burada. Çiftçi tarlasındaki ürünü elde etmek için büyük oranda bu konuda üretim yapan çeşitli sanayi kuruluşlarına bağlı. Bu sanayi kuruluşlarının büyük bir kısmının çok uluslu şirketler olduğunu tahmin etmek zor değil. Dünyada genetiği değiştirilmiş tarım ve yem ürünlerinin tohum piyasası 8-10 firmanın elinde. Bu firmaların ana hedefi; dünyadaki tüm ülkelerin tarım ve hayvancılığını, tohum alımında kendilerine bağlanacak şekilde biçimlendirmek.


GDO üzerindeki patent uygulamaları


GDO'lar bir hakim olma tekniğidir. Patent hakkı da bu hakimiyeti sağlayan en önemli araçtır. Günümüzde GDO'lar, özellikle tekniği ön plana çıkarılarak, hem teknik, hem de ürün olarak patent kapsamında korunabiliyor. Genetik yapısı değiştirilen ürünler patentleniyor. Çünkü bu çalışmaları yapan şirketlerin temel kazanç modeli, patent bedeli tahsil etme üstüne kurulu. Örneğin sadece mikroorganizmayı bile patent kapsamında koruyabiliyorsunuz, bunlarla ilgili büyük saklama kuruluşları var. Halbuki doğada o mikroorganizma milyonlarca yıldır yaşıyor, fakat siz onu doğal ortamından yalıttığınız ve belirli özelliklerini gösterdiğiniz, ispatlayabildiğiniz için bir tekel hakkı, korunma hakkını almak istiyorsunuz ve bu istisna size tanınıyor.


Gen bulunması ve tanımlanması çok zor olduğu ve büyük yatırımlar gerektiği için (Avrupa Patent Sözleşmesi'ne göre); bunun işlevini göstermek şartıyla, örneğin hangi proteini kodladığı, ne gibi işlevlerinin bulunduğunu ispat etmek şartıyla bir başvuru yapılıp, bu konuyla ilgili patent alınabiliyor. Oysa patent sadece yenilik özelliği taşıyan ve sanayide uygulanabilirliği olan buluşları korumak içindir. Genetik değişikliklerde, ancak değişikliğin gerçekleştirildiği tekniğin patenti alınmalıdır. Doğada bulunan genler için verilen diğer tüm patentler meşru değildir. Bunun adı biyolojik korsanlıktır.


Patent alınması halinde de genetik olarak değiştirilmiş pamuk, mısır ya da tütün tohumunu eken çiftçi, hasattan sonra elinde kalan tohumları ekinde yeniden kullanırsa, patent sahibine bir bedel ödemek zorunda kalıyor... Tarımsal üretimin en temel ve en eski yöntemlerinden olan, kendi ürününden gelecek yıl için tohumluk ayırma geleneği ve hakkı, bu şekilde ortadan tümüyle kaldırılmış oluyor.


Zengin gen kaynaklarına sahip üçüncü dünya ülkelerinin sahip oldukları kaynaklar üzerindeki patent hakları yavaş yavaş gelişmiş birkaç ülkenin, hatta birkaç çok uluslu şirketin elinde toplanıyor.

Batı'da çevreci akımların mücadeleleri sonucunda, GDO'lu ürünlerin ekimi ve ülkeye sokulması, ciddi engellerle karşılaşıyor. AB mevzuatı ile karşılaştırıldığında bu ürünlerin üretimi, ihracatı, ithalatı bakımından Türkiye'de herhangi bir hukuksal gelişme olmadığı görülüyor. Ayrıca her şey kapalı kapılar ardında cereyan ediyor. Ne tüketici, ne de üretici bu konuda bilinçlendirilmiş değil. Oysa GDO'ların doğal çeşitliliğe ve insan sağlığına zararları çok açık.


Ticaretin serbestleştirilmesi AB'ye üyelikten sonra bir zorunluluk olacak. Yani ticarete konu olan biyoteknoloji ürünleri de Türkiye'ye gelebilecek. Örneğin, transgenik buğday çeşitlerini buğdayın anavatanı olan Türkiye'de üretmeye başladığımız zaman genetik kaynaklarımızı büyük bir tehdit altına sokmuş olacağız.


Türkiye'den ekolojik yaşamı üretim boyutundan sosyal boyutuna kadar bütünsel bir yaşam felsefesi olarak gören, dünyanın kötü gidişini engelleyici, alternatif bir yaşam biçimi olarak benimseyen bireyler olarak sesleniyoruz:


1) Gelecekte ekoloji ve insanlık adına ne kadar bedel ödeteceği belli olmayan, sistemi tümüyle değiştirebilecek, çıkaracağı sağlık problemleriyle dünyanın düzenini bozacak GDO'lu ürünleri kesinlikle reddediyoruz. Bunların Türkiye'ye sokulmasının önlenmesini istiyoruz.


2) GDO'lu tarım kendi dışındaki tüm tarım şekillerini ve özellikle ekolojik tarımı yokeden totaliter bir tekniktir. Bu nedenle GDO tohumlarının ülkemize girişi yasaklanmalı, GDO'lu tarım yapılmamalıdır. Tarımsal üretimin doğal evrelerine ve ritmine saygılı olunmalıdır.


3) GDO'lu besinler geleneksel ve yerel beslenme kültürü ve hakkına açık bir saldırıdır. GDO'lu ürünlerin ülkeye girişinin mümkün olması durumunda ve her halükarda bu ürünlerin üzerinde "ne olduklarını" belirten "etiketlerin" olmasını istiyoruz. Tüketicinin alacağı üründe GDO olup olmadığını bilmesi, seçimini kendi insiyatifine göre yapabilmesi tüketicinin en temel hakkıdır, diye düşünüyoruz.


4) GDO'lu ürünlerin kullanılmış olması ihtimaline karşı GDO'lu ürün kullandığı bilinen Nestle ürünleri gibi ithal bazı ürünlerin mercek altına alınmasını, Cargill, Novartis, Zeneca, Du-Pont, Syngenta, Monsanto ve Dow Chemical gibi GDO üreticisi şirketlerin Türkiye'ye getirdiği ürünlerin mercek altına alınmasını istiyoruz.


5) GDO'lu ürünlerin %98'i böcek ilacı içerdiği için Sağlık Bakanlığı'nın ilgili kuruluşlarınca denetlenmelidir.


6) Çiftçi örgütleri, ziraat odaları gibi kurumlar GDO'lu ürünlerle mücadele kapsamında kendi aralarında memoranduma gitmelidirler. Gelecekte olası bir GDO tehlikesinde, gen tekniklerinden ve genetik olarak değiştirilmiş ürünlerden arındırılmış olan kurtarılmış bölgeler, ancak bu şekilde oluşturulabilir.


7) Ulusal Biyogüvenlik Komitesi'ne başta ekoloji-çevre örgütleri olmak üzere, ziraat odaları, tarımla ilgili tüm sivil toplum kuruluşları ve tüketici örgütleri katılmalıdır.


8) GDO'lu tohumların ekimleriyle ilgili karşı çıkışlar ve oluşturulan memorandumlar, sadece ekolojik olarak hassas bölgelerle sınırlı olmamalıdır.


9) Genetiği değistirilmiş tarım ve yem ürünleri Türkiye'deki fiyatların çok çok altındadır. Bu fiyatlar Türk çiftçisi ve hayvancılık ile uğraşanlar için ekonomik açıdan çok cazip görünmektedir. Bu aldatmacanın karşısında gerekli bilgilendirmenin başta il ve ilçe tarım örgütleri olmak üzere ilgili kurumlarca kesinlikle yapılması, devletin ve sivil toplum örgütlerinin görevidir.


10) Ulusal Biyogüvenlik Koordinasyon Komitesi'nin çalışmaları Mart 2004'te bitiyor, ancak projenin uzatılması kuvvetle muhtemel. Bu proje çalışmaları ile hazırlanacak yasa tasarısının ilgili bakanlıklarda (Tarım, Çevre-Orman, Sağlık, vb.) görüşülüp TBMM'ye gelmesi ve yasalaşmasının en az 4-5 yıl olduğu ifade ediliyor. Bu kanunun aciliyeti ortadadır ve en kısa sürede çıkarılması gerekmektedir. GDO'lu ürünler hakkında her ülkenin kendi önlemlerini alacağı yönündeki uyarı gereği Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Genelgesi'nin 11. ve 12. Maddelerinde belirtilen yasaklamalar geçerliliğini korumalı, bu hükümlerin aksine düzenlemelere gidilmemelidir.


11) Türk Gıda Kodeksi mevzuatında GDO'lu ürünler tanımlanmalı ve insan sağlığına zararlı olduğu için yasaklanmalıdır.


12) Ynsan sağlığını tehdit edecek, kamu düzenini bozacak, çevre sağlığına, ekolojik sisteme ve biyolojik çeşitliliğe zarar vereceği düşünülen buluşlara patent verilmemesi, varolan patentlerin de iptal edilmesi gündeme getirilmelidir.


13) Genetiği değiştirilmiş tarım ve yem ürünleri için mevcut yasa, yönetmelik ve mevzuatlarımız, gümrüklerimiz, analiz için laboratuvarlarımız hazır değildir. Bu hazırlıkların bir an önce yapılması gerekmektedir.


14) Ülkemizin sahip olduğu gen kaynakları en önemli zenginliklerimizden biridir. Bu çerçevede devlet ve sivil toplum kuruluşları yerli gen kaynaklarının korunması ve ıslahı için kurumsallaşmalı, gen kaynaklarımız, yasalarla çok uluslu şirketlerin tehditlerine karşı korunmalıdır.


http://www.gdoyahayir.org/basin/default.htm


...........................

ALINTIDIR:


Kurbağa genli mısır Türkiye'de


Tüm Üretici Köylüler Sendikası (TÜM-KÖY-SEN) Genel Başkanı Şevki Konur, kurbağa geni kullanılarak üretilen mısırın, tüm dünyada kotaları düşürülmesine rağmen Türkiye'de üretiminin artırıldığını ileri sürdü.


Şevki Konur, yaptığı açıklamada, şeker pancarı kotalarının her geçen yıl düşürülmesine rağmen genleriyle oynanmış ve insan sağlığı açısından zararlı olduğu belirlenmiş tatlandırıcı özellikli mısırın Türkiye'de üretimine, artırılarak devam edildiğini iddia ederek, bu mısırın üretiminin düşürülmesini talep etti.


AB'LİLER YEMİYOR BİZ DOYAMIYORUZ


Hayvan yemi, çikolata fabrikaları ve kolalarda kullanılan şekerin tamamının tatlandırıcısının genleriyle oynanmış ve kurbağa geninden elde edilmiş melez mısırdan karşılandığını öne süren Konur, bitkinin AB ülkelerindeki üretim kotasının yüzde 2'lerde tutulmasına karşın bu üretimin Türkiye'de son olarak yüzde 15 olarak belirlendiğini ifade etti. Konur, “insan sağlığına zararlı olduğu tespit edilmiş bu ürünün Türkiye'de yüksek miktarlarda üretilmesi sakıncalıdır. Tüm dünyada kotaları düşürülen, genleriyle oynanmış mısırın Türkiye'deki üretiminin artırılmasına karşıyız” dedi.


Türkiye'de şeker fabrikalarının, kapatılmakla yüz yüze olduğunu öne süren Konur, Malatya Şeker Fabrikası'nın krokilerini incelediğini, fabrika alanının dört bir yandan kuşatıldığını söyledi.


....................................................

Doc. Dr. Ümit Sayın


TOHUM YASASI TÜRKLERİN VE TÜRKİYE'NİN SONU OLABİLİR


Son çıkan tohum yasasıyla, Türkiye'yi, Atatürk'ün, Gençliğe Hitabede uyarmış olduğu gibi gaflet, delalet ve hıyanet içinde yönetenler, Türklüğe ve Türkiye'ye son darbeyi vuruyor olabilirler. 1970'lerde tarım konusunda kendi kendine yeten ve bir tarım-hayvancılık ülkesi olan Türkiye bugün bu stratejik iki önemli unsurunu yitirmiş durumdadır. Son alınan kararlarla ve çıkarılan kanunlarla, Türkiye'nin çöküşünü hızlandırmak için elinden geleni yapanlar, Türkiye'yi Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında daha da çaresiz hale getirmeye çalışmaktadırlar. Artık Türklere ve Türkiye'ye ihanet edildiği kesin kez ortadadır! Türkiye Cumhuriyeti adım adım çökertilirken, tarımı ve hayvancılığı yok edilirken, en stratejik kurumları yabancıların eline geçmiştir (Türk Telekom, Bankalar, Tüpraş vb.) .


Tarımı, hayvancılığı, ilaç sektörü olmayan ve bu konuda dışa bağımlı olan bir ülke savaşamaz, kendini savunamaz. Çökmeye ve yokolmaya mahkumdur.


Genetik Olarak Değiştirilmiş (GOD veya GE: Genetically Engineered) tohum belki de insanlık tarihinin en büyük dramı olacaktır. Bu sayede biyolojik ve mikrobiyolojik savaşın her türlüsü çok büyük kolaylıkla yapılabilir. Yediğiniz ekmekten, meyveden, sebzeden, içtiğiniz biraya, şaraba, meyva suyuna kadar herşey ama herşey artık genetik olarak değiştirilmiş olarak odamıza, buzdolaplarımıza girecektir. Bunun kaçınılmaz anlamı şudur: Çocuklarınızın vücutlarını oluşturan karbonhidrat, amino asit, yağ ve diğer bileşenlerin bile yabancı derin devletler tarafından kontrol edilebileceği ! Artık sadece beynimizin içine girmekle kalmayacaklar, bedenlerimize ve moleküllerimize kadar nüfuz edebileceklerdir. Bugün kendi halkına veya Avrupa halkına Genetik İşlenmiş yiyecekleri satamayan Amerikan ve İsrail firmaları ülkemizi yok etmeye ve çökertmeye azmetmiş başımızdaki bu yönetimlere bu tohumları satabilmektedirler. Bu tohumların hiç birisi yeterli uzun dönemli deneylerden ve testlerden geçirilmemiştir. Bunların toplumlar üzerindeki uzun süreli etkileri bilinmemektedir. Yeterli hayvan çalışmaları kesinlikle yapılmamıştır.


Genetik Olarak İşlenmiş yiyeceklerin özellikleri şöyledir:


Bu yiyeceklerde, basit dille anlatmak gerekirse, soyun devamını sağlayan genetik kodlar ortadan kaldırılmıştır, bu bitkiler tohum vermemektedir. Yani bu tohumları her yıl yeniden satın almak gerekmektedir. Böylece Amerika ve İsraile bağımlı hale gelmek söz konusudur. Ama ayrıca bir özellikleri daha vardır, bir kez bunlara genetik manüpülasyon yapılmışsa, bu manüpulasyonun sadece tohum verme yeteneği üzerine yapılıp, yapılmadığı bilinemez. Bilemediğiniz başka pek çok gen de bu bitkilere eklenmiş olabilir, ya da zamanla eklenecektir. Yani bu bitkilerin çoğu normal görünen CANAVAR BİTKİLER olabilir.


Bu tohumlar özel olarak bitki örtüsünün yapısını bozmak üzere kodlanmışlardır. Yani bir tarlaya ekildiğinde içerdikleri genetik bilgi sayesinde o bölgedeki bitki örtüsünü yok etmekte ve o bölgedeki diğer bitki örtüsünü belirli böcek türlerine veya mantar türlerine zayıf hale getirmektedirler. Böylece o böcek türlerini ortalığa salan (daha sonra da onları öldürmek için böcek ilaçlarını satan) dev şirketler bir kaç kez kar etmektedirler. Örneğin GOD buğday ekilmiş bir tarlaya, bu sefer DOĞAL BUĞDAY ekmek isterseniz, toprağa karışmış olan genler nedeniyle ekeceğiniz buğday özel mantar ve böcek türlerine zayıf hale getirileceği için ürün almanız mümkün olmayacaktır. Yani bir tarlaya Genetik Olarak Değiştirilmiş tohum ekerseniz bir 50-70 yıl daha başka tohum ekemezsiniz. Böylece toprağın iç kimyasal ve genetik yapısı değiştirilmektedir. Burda Genetik olarak değiştirilmiş yiyecekleri savunanlar, bu 'canavar bitkilerin' mikroorganizmalara karşı daha dayanıklı olduklarını ve daha fazla ürün verdiklerini söylemektedirler. Bunun doğru olup olmadığı, bilimsel olarak ispatlanmış olup olmadığı, tartışmalıdır.


Bu tohumlar sadece üremesi durdurulmuş tohumlar değildirler. Bunlar aynı zamanda çok kolay farklı genlerle yüklenmiş tohumlardır. Yani bu tohumlardan oluşacak buğdayın, elmanın, portakalın görünümleri (fenotipleri) orjinale benzese de, aynı ALIEN filmindeki gibi bunlar 'canavar meyveler veya sebzeler' olacaktır. Üstelik sizin sindirim sisteminize girecek, karaciğerinizde ve beyninizde depolanacaklardır. Büyümekte olan çocuklarınızın vücutları bu canavar yiyeceklerle dolacaktır. Üstelik bazı etkileri de geri dönüşsüz olabilir. Genetik olarak işlenmiş tohumların veya bu ' canavar-uzaylı bitkilerin' gerçek genotipini saptayacak teknolojik imkanlar Türkiye'de olmadığı için, ne yediğiniz hiç bir zaman saptanamayacak, ama bu canavar bitki-meyvaların etkileri yıllar ya da kuşaklar sonra ortaya çıkana kadar meçhul kalacaktır. İşte 2006 yılında Türkiye'yi yönetenler Türk ırkını nasıl yokedebileceklerinin hesabını belki de çok daha önceden Küresel Elitle birlikte yaptıkları için şimdi tüm yasaları geçirmektedirler.


Bu tohumlardan oluşacak ve gelişecek bitki örtüsü tamamen ülkeyi kaplayacak ve tüm toprağı işgal edecektir. Bu geri dönüşsüz bir olgudur ve en az 50-70 yıl bu topraklarda başka doğal bir bitki yetiştirmeniz mümkün olmayacaktır. Yani sadece beyniniz, karaciğerleriniz, kaslarınız işgal edilmekle kalmamakta, aynı zamanda da tüm topraklarınız, bitki örtünüz, ormanlarınız işgal edilmektedir.


Bu canavar bitkiler hakkında çok az şey bilinmekte, gerçek bilgiler yabancı derin devletlerin gizli laboratuarlarında ve kasalarında saklanmaktadır. Türkiye'de son 30 yılda TÜRK ırkında kısırlık % 30-40 oranında artmıştır [1]. Artık 6 Türk erkeğinden birisi kısırdır. Şu anda Türk ırkının yok edilmesi için zaten pek çok yöntem büyük olasılıkla kullanılmaktadır. Genetik İşlenmiş Tohumun da devreye girmesiyle, Büyük İsrail ve Büyük Kürdistan projeleri için, Türk ırkının kısırlaştırılması projesi tüm hızıyla sürecektir. 'Türkler Uyusunda Büyüsün, Kürtler Üresin de Büyüsün' sözü doğru hale gelmektedir.


Türkiye'de Genetik İşlenmiş Tohumun uzun süreli etkilerini araştırabilecek bir merkez veya teknoloji yoktur. Bu konuda ses çıkaran benim gibi ulusalcı, Atatürk milliyetçisi, vatansever bilim adamlarını ise üniversitelerden atmaya, haklarında olur olmaz nedenlerle mahkemeler açarak, hayatlarını zorlaştırmaya, mahvetmeye çalışmaktadırlar. Bu konuda halkı aydınlatacak ve gerçekleri ortaya çıkaracak tüm sesler, o demokrasiyi çok seven Batı ülkeleri ve Türk hükümeti tarafından anti-demokratik olarak susturulmakta, tüm alternatifler ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bu konuda uzun dönemli araştırmalar yapılmadan, bu yiyeceklerin topluma, çocuklarımıza yönelik yaygın kullanılması insanlık suçudur.


Genetik işlenmiş tohumların oluşturacakları canavar bitkiler normal görünmelerine karşın, ne yazık ki içerecekleri ve ruhunuzun bile duymayacağı enzimler, amino asitler ve diğer genetik materyel sayesinde tüm toplumdaki insanların beyninde nörotransmitter düzeyini değiştirebilirler, gelişmekte olan çocuklarda ise nöronal ağın oluşumunu değiştirebilirler. Bu etkilerin çoğu geri dönüşümsüzdür. Bu etkiler ilk başta ortaya çıkmasa da bir kaç kuşakta ortaya çıkabilir. Bu etkilerin sonucunda tüm ırk bir kaç kuşak sonra kısırlaştırılabileceği gibi, depresyon ve zeka seviyesinde azalma, zeka geriliği, apati veya başka psikolojik, nörolojik sorunlar da oluşturulabilir.


Teknolojinin gelişmesiye bu canavar bitkilerin içine gelecekte başka ne müdahalelerde bulunulabileceği bilinemez. Örneğin salgın bir hastalığa veya virüse karşı bu bitkileri tüketen toplumlar daha dirençsiz hale gelebilir. Zaten Round Table ve CFR'nin almış oldukları kararlara göre, böyle bir biyolojik savaşla dünya nüfusunu tüketmeye Amerikalılar ve Yahudiler karar vermişlerdir [2] 1. Son çıkarılan tohum yasası sonucunda, Türkiye'ye sokulacak ve bitki örtümüzü işgal edecek canavar tohumlar ve bitkiler aşağıdaki etkileri yapabileceklerdir:


• Toplumdaki kısırlık oranını arttırıp 5-6 kuşak sonra Türklerin sayısının azalmasına yol açabileceklerdir.


• Alerji, enfeksiyon, çok çeşitli hastalıklara yakalanma riskini o toplumun genetik yapısına özgü yöntemlerle artırabileceklerdir.


• O toplumun genetik yapısını değiştirebileceklerdir.


• Kanser riskini çok artıracaklardır . Bu da yabancı ilaç şirketlerinin işine yarayacaktır.


• İnsanlardaki zeka, düşünme, normal psikolojik denge gibi fonksiyonları olumsuz yönde etkileyeceklerdir. Toplumda, genetik bozukluklar, depresyon, psikoz, nörolojik bozuklar, zeka geriliği veya düşük zeka, hastalıklara eğilim inanılmaz düzeyde artacaktır. Bu ilk 10 yıl içinde görülmese bile, 30-50 yıl içinde kendini gösterecektir.


• Türk toplumunu yok etmek ve genetik yapısını bozmak için uzun dönemde etkisi çıkabilecek pek çok kimyasal, amino asit veya genetik materyel bu şekilde topluma enjekte edilebilecektir.


• 50-100 içinde Türklerin kısırlaştırılması, genetik yapılarına tesir etmek, genetik materyeli bu yiyeceklerle tüm topluma yaymak, salgın hastalıklara karşı toplumu ortadan kaldırılabilir hale getirmek mümkün olacaktır.


• Bu canavar tohumlar ve canavar bitkiler nedeniyle sadece kendi bedeniniz değil, çocuklarınızın, torunlarınızın ve tüm ırkın bedeni ve beyinleri moleküler düzeyde işgal edilmektedir. Türk toplumuna ve Türk ırkına daha büyük bir ihanet olamaz.


Evet! Türk tarihinde hiç bir yönetim Türklere, Türkiye'ye ve kendi vatandaşlarına böylesine gaddar, hain ve acımasız olmamıştır. Bırakın Türk tarihini, Dünya Siyaset Tarihinde hiç bir yönetim kendi ülkesinin ulusal güvenliğinin aleyhine böylesine yoğun çalışmamıştır. Artık kim neyi beklemektedir, bu gidişe kim dur diyecektir, diyebilecek olanlar neyi beklemektedirler, bunu anlamak çok zordur. Yoksa herkes mi satılmıştır ve ülkesine ihanet etmektedir? Bir kaç yıl daha beklenirse, Türkiye'nin ve Türklerin köleleştirilmesinin engellenmesi imkansızlaşacaktır, Türkler ve Türkiye işgal altındadır ve yok edilmektedir. Türklerin genetik yapılarına, Türk ırkına ve Türkiye'nin geleceğine müdahale söz konusudur. Bu müdahale en ince, Derin Devlet teknolojileri, biyoteknolojiler ve sistematik gizli KARA BİLİM yöntemleri ile yapılmaktadır. Kimse demezse, artık Türk Halkı bu gidişe bir dur demelidir!


..................................

Yeni Tohum Yasası'nda Biyo-Çeşitlilik!-Türkel Minibaş


06 Kasım 2006 - Türkel Minibaş


Tohum Yasası geçen salı TBMM'de kabul edildi. Geçici 1. maddedeki değişikliğe karşı birkaç görüşü saymazsak tohum maçının son raundu sükût içinde geçti. Karşı görüşler de genellikle "bizim köylü dedi ki..." den öteye gitmiyordu.


Oysa, geçici maddede yapılan değişikliğin


° hem piyasaya egemen olan ulus ötesi firmaların tohumlukları karşısında yerel tohumların yaşam süreci;


° hem de genetik yapısı değiştirilmiş (GDO) tohumlara kapıyı aralaması olmak üzere iki önemli amacı vardı.


Siz, "Öküz altında buzağı aramaya başlama!" demeden önce geçici 1. maddenin 3. fıkrasında yapılan değişikliğe Tarım Bakanı Mehdi Eker 'in ağzından bakalım:


"Ülkemizde yeter sayıda kayıtlı çeşidi bulunmayan bitki türlerinde halen devam eden çeşit geliştirme ve çoğaltım faaliyetlerinin sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir. Ayrıca, kayıtlı çeşit olsa bile bazı özellikleri ile ülke ekonomisi bakımından önem taşıyan bitki türlerinde yeni çeşitlerin ülke tarımına kazandırılması için öngörülen süreden daha uzun bir süreye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle, geçiş dönemi beş yıl olarak düzenlenmiştir."


İlk okuyuşta gerekçe, biyo-çeşitliliğin korunacağı, geleneksel ve yok olmak üzere olan türlerin korunmasını sağlayacağı... Hatta genetik yapısı değiştirilmiş tohumlara (GDO) karşı önemli bir kazanımmış gibi gözükmekte.


Ne var ki gerekçe, göründüğü kadar masum değil. Zira, "yeni çeşitlerin" kazandırılması amacıyla geçiş süresi uzatılırken


° hangi tür tohumlukların istisna kapsamına gireceği;


° benzer çeşitler varken yeni çeşit kazandırılmasının nedenleri;


° yeni çeşitlerin kazandırılması için gerekli sürenin nasıl saptanacağı


belirlenmemiştir. Dolayısıyla, geçiş süresinin uzatılması yerli tohum çeşitlerini korumaktan ziyade yeni çeşitlerin uyum süresini uzatmaya yarayacak gibi gözükmektedir!


Bu arada 5 yılın yeni çeşitlerin kayıtlı bile olsa yerlilerin piyasadan silinmesi ve genetik yapılarının değiştirilmesi için yeterince uzun olduğunu bilmekte yarar var. Özellikle de piyasanın Monsanto, Cargill gibi büyük firmaların çeşitleriyle rekabet ettiği bizim gibi ülkelerde!


Kataloğa kaydedilmeyen çeşitlerin veya çeşit haline gelmemiş tohumlukların yasadan nasıl etkileneceğini Ege Üniversitesi'nden Prof. Dr. Tayfun Özkaya 'ya sorduğumda; "Tohum piyasasına düzen getiriyoruz, kalite getiriyoruz gerekçesi ile yapılmakta ama ithal yolla gelen kayıtlı çeşitlerin çoğu hastalıklı" diyerek devam etti... "Niğde'de patates kanseri, bakanlığın deyişiyle uyuz yabancı patates çeşitleri ile gelmişti."


Aslında sorun: Türkiye tarımının politika yapıcılarının çeşitleri kayda almakta bunca yıl geç kalmasında! Tarımda biyo-çeşitliliğin besinden ilaca, dokumadan kimya sektörüne kadar çok sayıda sektöre girdi sağladığını... Dolayısıyla, ülkenin en temel zenginliği olduğunu unutmuş olmalarında!


Hal böyle olunca, buzağıyı öküzün altında aramaya da gerek kalmıyor. Hele hele, ülkenin tarım toprakları yıllardır Cargill, Monsanto, Bayer gibi ulusötesi firmaların çeşit denemeleri için özgün bir laboratuvar işlevi görmüşse!.. Uluslararası literatürde Türkiye, "Avrupa'nın California'sı" diye adlandırılmışsa!..


[email protected]


........................................................................................................

GENETİK YAPISI DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDALAR


Gönderen:administrator Tarih: 3.06.2004 Saat: 10:26


Son günlerde haber kaynaklarımız ithal edilen Genetik Gıdaları gündemimize taşıdılar. Olay,yıllardır anlatmaya çalıştığımız, ülkemizde istediği gibi at oynatabilen “Gıda Terörü”nün bir parçasından ibarettir.Yine aynı haber kaynakları günlerce,beyazlatma katkı maddeli unlarda ve bu unlardan yapılan ekmeklerden bahsettiler.Bu katkı maddelerinin kansorejen oldukları belirtildi.


Sorumlu Bakanlığın yetkili Genel Müdürü açıklamalar yaptı.Bu katkı maddelerinin ve genetik Gıdaların ithalinin ve kullanımının yasak olduğunu,fakat buna rağmen ithalatının kontrol edilemediğinin,un ve ekmek üreticilerinin bu katkı maddelerini kullandıklarını.Genetik ürünleri kontrol edebilecek laboratuar alt yapısına sahip olmadıklarını ifade etti.


Biz tekrar iddia ediyoruz ki bu “GIDA TERÖRÜ”nün sorumlusu devlettir, Kamu kurum ve kuruluşlarıdır. Yeterli denetim yapmaktan yoksundur.Bu da kâh personel azlığından, kâh teçhizat yetersizliğinden,kâh mevzuat noksanlığından kaynaklanmaktadır.Bu sebeple, Türkiye, sağlıksız gıda üretiminin, kaçak domuz çiftliklerinin, istenilen katkı maddelerinin,gıda maddelerinin,ilaçların ve kozmetik ürünlerin kılıfına uydurarak kolayca ithal edilebildiği, katkı maddelerinin bilinçsizce kullanılabildiği, bütün bu olumsuzluklara karşı, ha ha ha hi hi hi gününü gün eden Müslümanların yaşadığı bir garip memlekettir. Biz, buna rağmen yine de uyarılarımıza Allah’ın izni ile devam edeceğiz. Bu gün sizlere,’World Health Organization’ın 2004 yılında internette yayınladığı bir dökümandan da faydalanarak hazırladığımız bir çalışmayı bilginize sunuyoruz.


GEN NEDİR ?


Yunanca’dan alınma doğum ya da başlangıç anlamındaki “genos” tan geliyor.Yaşamı belirleyen genler DNA sarmalı içinde yer alır.


DNA NEDİR ?


DNA, dört asitten meydana gelmiş dioksi ribo nükleik asitin kısa yazılımıdır.Hücre çekirdeğinde kimyasal dille yazılmış yaşamın şifre kodudur.Bu şifre bugünkü bilgilere göre fosfat ve şekerden oluşuyor.


RNA NEDİR ?


Ribo nükleik asit teriminin kısa yazılımıdır. DNA dan aldıkları genetik mesajları hücre içinde protein üreten birimlere taşıma görevi ifa ederler.


GEN TRANSFERİ NEDİR ?


Bir canlının genlerini taşıyan DNA sının,bir başka canlının hücresine nakledilmesidir.İLK transfer çalışmaları 1900 lü yılların başlarında yapıldı.Yulaf ve meyve sineği hücreleri üzerindeki çalışmalarda bazı bakteriler kullanıldı.Bakteri hücresi içerisine yerleştirilen DNA genlerinin bu hücre içerisinde fonksiyonlarını ve çoğalmalarını sürdürdükleri müşahede edildi.Bu buluştan sonra,gen mühendisliği mesleği oluştu.Bugün bitkiler,hayvanlar ve insanlar üzerinde gen transferi ile ilgili yeni buluşlar baş döndürücü bir hızla gündem oluşturmaktadır.


GENETİK ORGANİZMA (GMOs) veya GENETİK GIDA (GM ) NEDİR ?


Kısaca (GMOs) veya (GM) yazılımı ile belirtilen genetik değişime tabi olmuş organizma veya gıda ,doğal olmayan bir şekilde genetik yapısı değiştirilmiş organizma veya gıda olarak tanımlanabilir.Bu teknolojiye “Biyo Teknoloji”, “Gen Teknolojisi” veya “Genetik Mühendisliği” gibi isimler verilmektedir.Bu teknolojide seçilmiş bireysel genler bir organizmadan,başka bir organizmaya ya da farklı türler arasında transfer edilmektedir.Bu işlem için çeşitli metodlar geliştirilmiştir.


GENETİK GIDALAR NİÇİN ÜRETİLMEKTEDİR ?


Bu ürünlerin,Üretici ve Tüketicilerinin bazı avantaj beklentileri,bu tür gıdaların gelişmesine öncülük etmiştir.Daha ucuz bir maliyet ve daha büyük fayda,bir üründeki gen transferi talebini artırmıştır.Daha büyük fayda derken,ürünün dayanıklılığı ve gıda değeri üzerinde sağlanabilen üstünlükler söz konusu olmaktadır.


Genetik işlem görmüş tohumlarda,genellikle böceklerin ve virüslerin sebep olduğu hastalıklara karşı direnç gösterecek veya yabani ot öldürücülerine karşı direnç sağlayacak özelliklerin kazandırılması ön planda olmaktadır.


GENETİK GIDALAR;GELENEKSEL GIDALARDAN FARKLI MI ALGILANIYOR ?


Umumiyetle,tüketiciler geleneksel ürünleri güvenli olduklarını düşünmektedirler.


İNSAN SAĞLIĞINA YÖNELİK POTANSİYEL RİSKLER VAR MIDIR ?


GM gıdalarının güvenirliliği üzerinde yoğun araştırmalar sürdürülmektedir.


1. doğrudan sağlık üzerindeki etkiler,


2. alerjik reaksiyonları provake eğilimleri,antibiyotiklere karşı direnç oluşturması


3. zarar vericilik veya beslenme değeri üzerindeki özel etkenler,


4. eklenen genin kararlılığı,


5. genetik değişiklikle ilgili olarak beslenme değerlerine etkiler,


6. gen girişinden dolayı oluşan istenmeyen etkiler.


İNSAN SAĞLIĞI İÇİN BAŞLICA ENDİŞE VERİCİ SORUNLAR NELERDİR ?


Üç konuda insan sağlığının tehdit edildiği tartışılmaktadır.


1. Alerjik reaksiyonları tetiklemesi,


2. Genlerin insan vücuduna transfer olması,


3. Gm li fidanlardan,doğal ortamda geleneksel ürünlere gen hareketi ( OUTCROSS)


GENETİK GIDALAR GÜVENLİMİDİR ?


FARKLI GMOs lar farklı yollarla eklenmiş farklı genleri içerir.Bu sebeple,her bir genetik gıda ve onun güvenirliliği ayrı ayrı bazlarda değerlendirilmelidir.Tüm GM gıdalarının güvenirliliği üzerinde genel bir karar oluşturmak mümkün değildir.


SONUÇ


Genetik ürünler teknolojisinde birçok bitki genlerinin yanında domuz da dahil pek çok hayvanın da genlerinin kullanıldığı bilinmektedir.Mesela soyada böyle bir problem bulunmaktadır.Hıristiyanlık’tan,Museviliğe kadar pek çok din otoriteleri konu üzerinde araştırmalar yaptırmışlar ve resmi görüşlerini inananlarına deklare etmişler.Maalesef henüz hiçbir İslam kuruluşu dini açıdan konuyu araştırıp bir görüş ortaya koyamamıştır.En azından biz böyle bir belgeye ulaşamadık.Genetik değişime uğratılmış katkı maddelerinin dini hükmü nedir?.Bu katkı maddelerinin kullanıldığı gıda maddelerinin dini hükmü nedir?Bu tür gıda maddeleri ile beslenmiş eti yenen hayvanların dini hükmü nedir?.Genetik transformasyonda domuz dahil hayvan genlerinin kullanıldığı tüm ürünlerin dini hükmü nedir?Bu sorulara cevap bulamadan, bu gibi ürünleri tüketme konusunda dikkatli olmamız gerektiğini ifade edebiliriz.


...............................................................................................................................

Hileli gıda-Genetik gıda-Organik gıda:

Genetiği değiştirilmiş gıdalar tedbir alınmasa insan neslini ortadan kaldıracak!


admin Tarih: 20.01.2007 Saat: 23:39


Daha önce bültenimizde Geri dönüşü olmayan yol ayrımında transgenik ürünlere hayır!, Genetik bitkiler üzerinde şüpheler sürüyor! ve Genetik soya toprağı mahvediyor gibi genetiği değiştirilmiş (transgenik) ürünler ile ilgili 3 yazı yayınlamıştık. Ama bu konu üzerindeki tartışmalar durmak bilmiyor. Bir grup insan bizimki gibi ‘bunlar zararlıdır, hepsi ortadan kaldırılmalıdır’ diyor. Karşı grup ise ‘genetiği değiştirilmiş ürünler açlık tehlikesini azalttığı için mutlaka kullanılmalıdır, çevreciler bu konuyu aşırı abartıyor mevcut sakıncalar çok önemli değil, giderilebilir’ diyor. Genetiği değiştirilmiş organizmalardan (GDO) oluşan gıdalara karşı olan tepkiler artmasına rağmen bu gıdalar hızla ilerleyen bir kanser gibi dünyanın her yerine yayılıyor. Yakın zamanda bütün itirazlara rağmen T.C Büyük Millet Meclisinden GDO’lu gıdalara yeşil ışık yakan bir kanun çıktı.


GDO’lu gıdalar şu an bize zarar vermeye yeni yeni başladı. Fakat korkarız ki sanayi devlerinin anlaşılmaz aç gözlülük ve para kazanma hırsı torunlarımıza belki de çocuklarımıza yaşanacak bir dünya bırakmayacak. Siz ekmeseniz bile GDO’lu tohumlar sizin tohumlarınıza bulaşacak ve tıpkı yerli domatesimiz nasıl yok olduysa bu tohumlar da sonsuza kadar yok olacaklar. GDO’lu domates çekirdeklerinden nasıl domates üretemeseniz bu tohumlardan da üretemeyeceksiniz ve tohum sanayine mahkum olacaksınız. Zaten çoğu fakir ya da fakirliğin sınırında olan çiftçi bu tohumları alamayacağı için açlığa mahkum olacak. GDO’lu ürünlerin uzun vadede oluşturacağı sağlık sorunları da işin cabası.


Bültenimizin bu sayısında yönetmenliğini Deborah Koons Garcia’nın yaptığı ‘The Future of Food’ Yiyeceğin Geleceği’ isimli video filmini seyretme olanağını bulacaksınız. Film bu kabusun ne zaman ortaya çıktığı ve nasıl olup da bütün dünyayı sardığını bu komplonun ayakları olan politikacı-sanayici- sahte bilimci çetelerinin içyüzünü göstererek anlatıyor. Bu önemli filmi mutlaka seyredin eş dost ve akrabalarınızı da haberdar edin ve harekete geçin.


..................................................................................................................

Hileli gıda-Genetik gıda-Organik gıda: Genetik soya toprağı mahvediyor

admin Tarih: 12.08.2006 Saat: 16:14


Beslenme bültenini okurlarının en çok şaşırdıkları ya da itiraz ettikleri konuların başında soya konusundaki olumsuz fikirlerimiz geliyor. Halbuki yaygın inanışa göre soya nerdeyse her derde deva olan sihirli bir yiyecek ve gıda sanayinde çok yaygın bir kullanım alanına sahip. Bunlara göre soya yeşil altın ya da kemiksiz pirzola; insan sağlığı üzerine birçok yararlı etkisi var. Ama durum sadece insan sağlığı ile ilgili değil. Bütün dünyada genetiği değiştirilmiş pek çok bitki yetiştirilmekte. Soya da bunların başında geliyor. Soya taraftarları ve karşıtlarının birçoğunun ortak noktası genetiği değiştirilmiş soyanın toprağı mahvettiği.


Bültenimizin bu sayısında soya toprak ilişkisi irdeleniyor. Yazı 22 Temmuz 2006’da Hürriyet-Bilim’de yayınlandı.


Çevre ve Sağlık-Genetik soya toprağı mahvediyor


Bütün dünyada genetiği değiştirilmiş pek çok bitki yetiştirilmekte. Mısır, domates, patates, pirinç, buğday, kolza ve soya bunlardan sadece bazıları. Dünya genelinde ekilen soya fasulyesinin yarısı böceklere karşı dirençli olan genetik soya bitkisinden elde edilmekte.


Dünya genelindeki tarım alanlarının %6-7’sinde artık genetik bitkiler yetiştirilmekte. Ve bunların yaklaşık olarak %60’ı da Tarımsal Biyoteknoloji Uygulamalarının Etüt Edilmesi İle İlgili Uluslararası Hizmetler’in (ISAA) açıklamasına göre, Monsanto firmasının Roundup Ready (RRS) türü soya bitkisinden oluşmakta.


Bu soya türü de, diğer birçok genetik bitki gibi, belli başlı tarım ilaçlarına karşı dirençlidir. Roundup Ready soyasının duyarsız olduğu tarım ilacı glisofat. Bu ilacın olumsuz yönü ise, kısa veya uzun vadede yok edilmesi çok zor olan yabani otların çoğalmasına yol açması.


Bir zamanların yeşil altını


"Yeşil altın" olarak da tabir edilen soyanın geniş alanlarda ekimi Arjantin’de 1996 yılında başlamıştı. Ürünün önemli bir kısmı hayvan yemi için kullanılmakta ve Avrupa’ya da ihraç edilmekte.


Özellikle de "deli dana" krizinden sonra soya sayesinde büyük kazançlar elde edildi ve büyük toprak sahipleri hala kazanmaya devam ediyor da. Fakat öte yandan sorunlar çığ gibi büyüyor. Soya ekim alanları sadece iki yıl içinde ikiye katlanınca küçük çiftçilere yol göründü. Gerçi doğrudan ekim yöntemi toprağı korur, fakat ne var ki Monsanto’nun glisofat içerikli Roundup soyası verimli Pampa topraklarını mahvetti.


Buenos Aires Üniversitesi bilim adamlarının tahminlerine göre, yalnızca 2003 yılındaki soya ekimi, topraktan yaklaşık olarak bir milyon ton azot ve 227.000 ton fosfor çaldı.


Ayrıca dirençli yabani otların çoğalması da ayrı bir sorun. Bu sorun Monsanto’ya rakip Syngenta firmasını sevindirmişe benziyor. Syngenta şu sıralar yabani otlara karşı üretmiş olduğu yeni ilacını sürdü piyasaya.


Avrupa’da yasaklanan ilaç


Yabanileşmiş soya ve Roundup’a dirençli diğer arsız otlar Arjantin’de büyük bir sorun haline geldi, diyen İsviçre firması Syngenta, çiftçilere Gramoxone ilacını öneriyor artık. Oysa bu ilaç çok zehirli olması nedeniyle İsviçre ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde uzun bir süre önce yasaklanmıştı.


Genetik türün çok fazla yaygınlaşmasından Monsanto’nun çalışma yöntemi de sorumlu tutulmakta. Çünkü kuruluş Arjantin’de patent vermeye yanaşmayınca, çiftçiler soya tohumlarını satmaya başladılar ve böylece yasadışı ticaret doğdu.


Günümüzde Arjantin’de ekilen soyanın %98’i RRS soyası. Monsanto bu gelişmeye uzun bir süre seyirci kaldı, sonuçta kendi ürünü olan Roundup tarım ilacıyla da gayet iyi kazançlar elde etti. Fakat 2004 yılında yasadışı ticaret yüzünden birden bire lisans ücreti istemeye başladı.


Kuruluşun bu isteği, bunu ödemeye hiç de hevesli olmayan Arjantinlilerde soğuk duş etkisi yaptı ve ithalatçılar Monsanto ile mahkemelik oldular, meselenin ne şekilde sonlanacağı henüz bilinmiyor bile.


Romanya’da durum


Monsanto öte yandan bazı Avrupa ülkelerinde de genetik ürünler için uygun koşullar yakaladı. RRS soya tohumu örneğin Romanya’da uzun yıllar çiftçilere satılmaya devam edildi.


Greenpeace (Avusturya) organizasyonunun bilimsel verilere dayanan tahminine göre Romanya’da ekilen soya bitkisinin %90’ı genetik. Ancak resmi sayılar daha düşük. Tarım bakanlığı sözcüsü Adrian Tibu’nun açıklamasına göre, Romanya’daki toplam ekim alanlarının sadece yüzde birine soya ekilmekte. Ancak soya ürünlerinin yaklaşık olarak %75’i genetik değişimden geçmiş.


Avrupa Birliğine girmeye hazırlanan Romanya, genetik soya ekimine 2007 yılından itibaren son verecek. Sonuçta Avrupa Birliği’nde Monstanto’nun soyasına izin verilmemekte.


Fakat Romanya, soya ekimini durdurduktan sonra genetik soyadan öyle hemen kurtulamayacak. Romanya’daki durum biraz kaotik. Kontrollerle sorunlar yaşanmakta, aralarında tohum alışverişinde bulunan çiftçiler, genetik soya ürünlerine dikkat etmiyorlar. Tarım bakanlığının tüm tohum pazarını denetleyemediğini Adrian Tibu da kabul ediyor.


Kurtulma şansı var mı


Hiç kimse genetik soyadan ne şekilde kurtulabileceğini kesin olarak bilmiyor. Öneriler "en iyisi tarlalara nadasa bırakmak"tan "katı kontrollere" kadar uzanıyor.


Brezilya’daki genetik soyanın temizlenmesi ile yabancı bir uzmanın tahmini şöyle: Gerçi Brezilyalı çiftçileri genetik soya ekmeye pek meraklı değiller, ama tarlayı "temizlemek" (glifosat zehriyle) için birkaç yılda bir ekmek istiyorlar. Genetik soyadan kurtulmak burada sorun olmuyor. Başka bir bitki türü ekerek, son ekimden kalan soya filizlerinin kökünü kazımak mümkün. Brezilya’da genelde sığ toprak işlemi uygulandığı için, soya fasulyeleri toprağın derinliğine inmeden yeniden filizleniyor ve toprakta daha uzun bir süre kalmıyor.


Bununla birlikte transgenetik bitkilerin toprakta ne kadar kalıcı olduğu belirsiz. Bu soruyu yanıtlamak o kadar kolay değil. Çünkü bu durum transgenetik bitkinin biçimine (kök, bitki, fasulye vb) de bağlı. Gerçi topraktaki DNA’nın yok edilmesiyle ilgili araştırmalar yok değil, ama soyayla ilgili olanları yok henüz.


Ve artık genetik bitkilerin ekolojik riskleri üzerinde çok sayıda araştırma bulunsa da, genetik bitkilerinden kurtulmayla ilgili doğru dürüst bir çalışma yok.


Prof Dr. Ahmet Aydın’ın yorumu


Yaygın kanının aksine soya sağlıklı bir yiyecek değildir. Soyanın başlıca zararları aşağıda gösterilmiştir. Soya konusunda hazırlamakta olduğumuz geniş dosyada bu konu daha iyi incelenecektir.


Soyanın zararları


o Mineral eksiklikleri


o D vitamini eksikliği


o Bağırsaktan kalsiyum, demir ve çinko emilimini azaltma


o Osteoporoz


o Allerji


o Hazımsızlık


o Bağışıklık yetersizliği


o Tiroid hastalıkları


o Bunama


o Erken ergenlik


o Kısırlık


o Kanser


o Kalp hastalığı


Soya-Uzakdoğu ülkeleri- Sağlık


'Soyanın Çin ve Japonya gibi yüksek nüfuslu Uzak doğu ülkelerinin, en fazla tercih ettiği gıda olduğu ve onların yaşam sürelerini uzattığı iddiaları çok eksik ve yanlıştır ve soya sanayicilerinin yandaşları tarafından uydurulmaktadır.


Örneğin Çinlilerde domuz eti total kalorinin %65’ini oluştururken soyanın buradaki payı %1.5’i geçmez (1). Ayrıca Uzak Doğulular soyanın fermente ürünlerini (miso , soya salçası, natto, tempeh vb) yerler. Soyanın fermantasyonu soyanın birçok olumsuz etkisini giderebilmektedir. Ama piyasada satılan ve yüzlerce yiyeceğin içinde bulunan soyanın (tofu , soya sütü, soya yoğurdu, soya dondurması, soya proteininden yapılmış salam, sosis gibi et çeşitleri) çoğu fermente değildir.


Uzakdoğu tarihi incelendiğinde soyanın sadece bir münavebe bitkisi olduğu ve ancak kıtlık zamanlarında yenildiğini biliyoruz. 2000-2500 yıl önce fermantasyon tekniklerinin bulunması ile tüketimi artmış ama yine de ana yiyecek olmamıştır (2). Soyanın fermente ürünleri de tamamen masum değildir ve fermantasyon süresi uzadıkça östrojen miktarı da artmaktadır (3). Bu nedenle başta hamileler, çocuklar ve kanserliler olmak üzere her kez soya preperatlarından uzak tutulmalıdırlar.


KAYNAKLAR

1.Chang, K.C. (ed.), Food in Chinese Culture: Anthropological and Historical Perspectives, New Haven, 1977.

2.Katz SH. Food and Biocultural Evolution: A Model for the Investigation of Modern Nutritional Problems. Nutritional Anthropology, Alan R. Liss Inc., 1987, p 50.


3.Hutchins A. M., Slavin J. L., Lampe J. W. Urinary isoflavonoid phytoestrogen and lignan excretion after consumption of fermented and unfermented soy products. J. Am. Diet. Assoc., 95: 545-551, 1995

.....................................

Hileli gıda-Genetik gıda-Organik gıda: Genetik bitkiler üzerinde şüpheler sürüyor!


admin Tarih: 21.01.2006 Saat: 23:59

Genetik bitkilerin insan sağlığı üzerindeki etkileri yeterince test ediliyor mu, sorusu gündemde. Genetik değişimden geçirilen bitkilerin sağlık üzerindeki etkileri tartışmalı bir konu. Genetik bitki üretimini destekleyenler bu tür ürünlerin zararsız olduğunu savunurken, kimi bilim adamları ve çevre kuruluşları genetik gıda ürünlerine karşı. Peki son bulgular ne diyor?

Alman Spiegel dergisinde ve 07.01.2006 tarihinde Hürriyet-Bilim Dergisinde yayınlanan bir yazıda


genetik bitkilerin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin yeterince test edilip edilmediği gündeme getirildi. Makalede, Avustralyalı genetikçi Arpad Pusztai'in ta 1998 yılında genetik patateslerle beslenen farelerin organlarında değişimler meydana geldiğini açıkladığında, haber neredeyse hiç kimseyi tatmin etmemişti. Fakat kısa bir süre önce yayımlanan bir araştırma bilim adamlarının ve çevre kuruluşlarının dikkatini çekti, deniyor.


Avustralya'daki CSIRO, isimli örgütte bezelye böceğine karşı dirençli genetik bezelye yetiştiren bilim adamları geçtiğimiz haftalarda bir itirafta bulundular. Böcekleri öldüren genetik bezelyeler fareleri de etkiliyor. Bezelyeleri yiyen kemirgenlerin bağışıklık sistemi aşırı derece tepki vermekte. Araştırmacılar farelerin üzerine bezelye tozu sıkınca birçoğunda akciğer iltihabı gelişmiş.


Farklı görüşler


İsviçreli bitki patolojisi uzmanı Cesare Gessler, genler ve çevreleri arasındaki karşılıklı etki hakkında çok az şey biliniyor derken, Fransız moleküler biyolog Gilles-Eric Soralini, Spiegel'de dergisindeki görüşüne göre halihazırdaki yöntemlerde sentetik genetik yapılar bilinmeyen bir kalıtıma rasgele yerleştirmekte, diyor.


Moleküller ve bitki hücreleri arasındaki etkilere bakış gerçekten de zamanla değişiyor. Eskiden "bir gen, bir etki" öğretisi geçerliyken, hücrelerdeki süreçleri karakterize etmek isteyen hücre biyologu Richard Strohman ve diğer bazı bilim adamları artık "ağ" veya "özgün yaşam" gibi terimleri kullanmayı tercih ediyor. York Üniversitesi bitki fizyoloğu Richard Firn'e göreyse bitkisel mekanizmaya yapılan gen transferinin ne şekilde etkiyeceği tahmin edilemez bir süreç.


Bitkilerin zararlı böceklere karşı savunma maddesi üretmelerine dayanan süreç, evrimsel açıdan bilinmezleri yaratmak için şartlandırılmıştır.


Bazı araştırma sonuçları


Son zamanlarda gerçekleştirilen bazı araştırmalar, genetik bitkilerin zararlarını açıkça ortaya koymakta.


Genetik bitkiler, hiç kimsenin hesaba katmadığı maddeler üretiyor. CSIRO'da yapılan araştırmalar da bunu kanıtlamakta. Bezelyeleri böcek larvaları için zehirli hale getiren anti-böcek geni, memelilerce yenebilen bir fasulyeye ait. Ancak bezelyenin hücreleri fasulyenin savunma maddesini, anlaşıldığı kadarıyla şiddetli bağışıklık reaksiyonuna sebep verecek şekilde üretiyor.


Urbino Üniversitesi'nden Manuela Malatesta, fareleri genetik soyayla besledikten sonra, karaciğer hücrelerinde yapısal farklılıklar saptamış.


Fransa Tarım Bakanlığı'nın genetik komisyonu (Commission du Genie Biomoleculaire) daha geçen yıl genetik mısırla beslenen farelerin böbreklerinde ve kanında meydana gelen değişimleri Monsanto firmasından öğrenmişti.


Fakat AB Gıda Ürünleri Güvenliği Dairesi bu sonuçtan sonra önlem aldı. Tartışmalı olan MON 863 tipi mısır ile AB'de sadece hayvanlar besleniyor. Peki insanlar genetik ürünlerin zararlı etkilerinden ne şekilde korunacak? Fransız moleküler biyolog Soralini, laboratuvarda üretilen genetik bitkilerin, tıpkı böcek ilaçları gibi hayvan deneyleriyle uzun vadeli olarak test edilmesini öneriyor.


Başta Greenpeace olmak üzere birçok çevre kuruluşu ise genetik bitki üretiminin tümden durdurulmasından yanalar.


Spiegel'de yayımlanan haberde Alman Beslenme ve Gıda Araştırmaları Dairesi'nden Klaaus-Dieter Jany ilginç bir noktaya değiniyor. Jany diyor ki, genetik bitkilerde ortaya çıkan beklenmedik etkilerin yeterince test edilmediği doğru, fakat bu normal üretimlerde de pek farklı değil. Konvansiyonel yöntemlerle üretilen türlerde 34 yeni protein bulunmuş. Buna rağmen bu ürünlerde de testler yapılmamakta.


.........................................................................


Genetiği Değiştirilmiş Gıdaların Sağlık Riskleri


Bir bitkinin genlerinde değişiklik yapıldığında , dışarıdan eklenen genlerin bitkinin genleri içerisinde nereye yerleşeceği ve ne tür özellikler göstereceği tam olarak bilinemiyor. Bu bitki yapısında rastlantısal olarak birtakım değişikliklere yol açabileceği anlamına gelir. Yine bu tür belirsizlikler nedeniyle, bitki bünyesinde, insanda alerjiye yol açan, toksik (zehirleyici) etki yapan bazı farklılaşmalar yaşanabilir.


Gen aktarımında kullanılan bazı teknikler nedeniyle genleri değiştirilmiş bitkileri tüketen insanlarda antibiyotiklere direnç gelişmesi olasılığı da sözkonusu. Antibiyotiklere direnç kazanan insanlar hastalanıp antibiyotik kullanmak zorunda kaldıklarında yeterli faydayı göremeyeceklerdir.


Biyoteknoloji firmalarının çoğu gen aktarımında bakteri ve virüslerden aldıkları genleri kullanmaktadırlar. Bu genlerin ürünü olan proteinlerin bağışıklık sistemimizi çökertme riskleri, kanser başta olmak üzere ne tür başka hastalıkları tetikleyecekleri ise günümüz teknolojisiyle tahmin edilememekte ve sınanamamaktadır. Genetiği değiştirilmiş gıdaları üretenler, bu gıdaları yukarıdaki riskleri yeterli süre deneyip etkilerini araştırma zahmetine katlanmadan piyasaya sürmektedirler.


Biyoteknolojinin GDO silahını tarlalarımıza ve sofralarımıza yönelten uluslararası gıda ve tarım tekellerinin tek amacı vardır: Sonuçları ne olursa olsun, satabildikleri kadar GDO’ lu tohum satmak ve yedirebildikleri kadar GDO’ lu ürün yedirmek. Oysa ne Türkiye’ nin ne de dünyanın GDO’ lu tohumlara ve gıda ürünlerine ihtiyacı vardır. Kendi sebze, meyve ve tahıllarımız bize yeter. Yerel yemek kültürlerimiz yeteri kadar zengindir.


Biyoteknolojik yöntemlerle yapılan GDO’ lu tarım ve GDO’ lu ürünler, hem doğaya, hem kendinden başka tarım sistemlerine, hem de dünya halklarının yerel yemek kültürlerine ve tehdit demektir.


Bilim insanları tarafından çevre ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri saptanmış ve ileride çok büyük yıkımlara yol açacağı söylenen GDO’ lu tohumların;


o Ülkemiz topraklarında ekilmesine izin vermemeliyiz.


o Gıda ürünleri olarak ülkemiz insanlarına yedirilmesine hep birlikte karşı çıkmalıyız.


o Ne yediğimizi sorgulamalıyız.


o Şüphe duyduğumuz ürünler için bunları üreten ve bunları denetlemekle yükümlü olanları uyarmalıyız.


Devletin asli görevi eğer vatandaşlarının sağlık, refah ve güvenliğini sağlamaksa; GDO’ lu ürünlerin ülkemize girişinin engellemesini talep etmeli, GDO’ lu ürünler kullanmak istemediğimizi belirtmeli, bunu tüm kamuoyuna duyurmak üzere düzenli kampanyalara destek vermeliyiz.


Tüketici Hakları Derneği’ nin yapmış olduğu bir açıklamaya göre, gıda maddesi ve hayvan yemi olarak da kullanılan genetik yapısı değiştirilmiş soya ve mısır, dünyada genetik yapısı değiştirilmiş tüm tarımsal ürün üretiminin yüzde 80' den fazlasını oluşturmaktadır. Soya ve mısır ülkemizde yaklaşık bin çeşit gıda maddesinde girdi olarak kullanılmaktadır.


Genetiği Değiştirilmiş Soyanın Kullanıldığı Gıdalar


Genetiği değiştirilmiş soya şu ürünlerde kullanılmaktadır:


o Soya yağı,


o Sucuk, salam, sosis, köfte ve pizza, hambuger gibi kırmızı etin kullanıldığı ürünler ve et suyu tabletleri


o Soya etli kıyma, soya unu,


o Güveç yemekleri, şiş kebaplar,


o Fındık, fıstık ezmesi, çikolatalı ürünler, pastacılık ürünleri, çeşitli unlu mamuller (ekmek çeşitleri),


o Süt tozu, kozmetik sanayi,


o Büyükbaş, küçükbaş ve kanatlı hayvan yemleri,


o Hazır çorbalar.


...............................................................................................

Tarımda Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Dünyadaki Son Durum


29-Mart-2007 Persembe- Hakan Ozan Erzincanlı, Ziraat Yük. Müh.


Geçtiğimiz 20 yılda genetik bilimi çok ilerlemiş; Mendel teorileri üzerine kurulmuş olan klasik bitki ve hayvan ıslahı tekniklerinin yavaş, pahalı olması ve çoğu durumda amaçlanan genetik ilerlemenin eskisine göre daha zor olması araştırmacıları yeni arayışlara yöneltmiştir. Genetik bilimindeki gelişme, araştırmacıların; "canlıların genetik yapısını, konvansiyonel ıslah yöntemleri ile uzun sürede değiştireceğimize, direkt DNA' ya ulaşıp değiştirebilir miyiz?" sorusunu sormalarına yol açmış ve bu noktadan sonra genetik olarak değiştirilmiş organizmalardan söz edilmeye başlanmıştır.


Bir organizmanın genetik olarak modifiye edilmesi, o canlının DNA kodunun insan müdahalesi ile doğrudan değiştirilmesidir. Bu değişim genel olarak hedeflenen tek bir özellik için yapılmaktadır.


Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar kısaca "GDO" olarak belirtilmektedir ve kelime anlamı olarak gen aktarımlı ürünler demektir. Örneğin, bir bitki çeşidinin herhangi bir hastalık veya zararlıya karşı dayanıksızlığı söz konusuysa, transgen teknolojisi ile istenen gene sahip bir mikroorganizma, bitki hatta hayvandan o geni alıp, üzerinde çalışılan bitkiye aktararak daha dayanıklı yeni çeşitler elde edilebilmesi olgusudur. Zararlılarla mücadele dışında, ürünün tadını ve görünümünü değiştirmek, taşıma ve depolamaya uygunluğu arttırmak, besin değerini arttırmak amacıyla da gen transferi işlemi uygulanmaktadır.


Bu şekilde transgen teknolojisi ile genetik olarak değiştirilmiş organizmalar kısaca "GDO" (=Genetically Modified Organisms "GMO") olarak tanımlanmaktadır. Suslow ve ark. (2002) gibi bazı araştırmacılar, kültürü yapılan bitki ve hayvanların hepsinin, geleneksel ve modern teknolojiler kullanılarak modifiye edilmiş olmaları nedeni ile GDO teriminin kullanılmasının yanıltıcı olabileceğini, bunların "transgenik bitkiler" ya da "klonlanmış genleri içeren bitkiler" olarak tanımlanabileceklerini belirtmektedir. Ancak GDO terimi, yukarıda ifade edildiği gibi, transgen teknolojisi ile modifiye edilmiş organizmalarla sınırlı olarak kullanılmakta olduğundan, transgenik bitkiler ve GDO terimlerinin eş anlamlı olarak yaygınlaştığı görülmektedir.


Biyoteknoloji alanında dünyada son yirmi yılda yapılan uygulama ve araştırma konularına göz atıldığında, biyoteknolojinin özellikle sağlık, tarım, gıda sektörleri ile kimyasalların çevreye verdiği zararın giderilmesi için kullanıldığı görülmektedir. 2000 yılı itibariyle, 150 milyar ABD Doları civarında bir pazar büyüklüğü olduğu kabul edilen biyoteknoloji ürünlerinden, tarım ve gıda sektörlerine dönük ürünlerin aldıkları pay, OECD verilerine göre, yaklaşık yüzde 23'tür (www.oecd.org/biotrack4).


Şunu belirtmek gerekir ki, modern biyoteknoloji en geniş kullanım alanını tarımda bulmuştur. İlk ürünler, hayvanların tedavisinde kullanılmak üzere ya da tarım zararlılarıyla biyolojik mücadelenin sağlanması amacına dönük olarak piyasaya sürülmüştür. Tarla denemesi yapılan ürünlerin çoğunda amaç, zararlı ot ilaçlarına, virüs veya böceklere karşı dayanıklı ürün elde edilmesi şeklinde olmuştur. Gen aktarımı (transgenetik) yönteminin başarıyla uygulandığı bitkilerin başlıcaları mısır, soya fasulyesi, pamuk ve kolza gibi ürünlerdir (DPT, 2000).


Gelişmiş ülkelerin mutlak hâkimiyetinin bulunduğu biyoteknoloji alanında, şirket ve çalışan sayısı ile toplam yatırım miktarı bakımından da ABD'nin önderliği bulunmaktadır. 1998 yılı rakamlarıyla ABD'de 1300 civarında şirketin bu konuda faaliyette bulunduğu anlaşılırken, tarım konusunda iki büyük şirket, özellikle tohumculukta, gerek ABD gerekse dünya pazarlarında büyük payı ellerinde tutmaktadırlar. Avrupa Birliği ülkeleri arasında biyoteknoloji konusunda yapılan araştırmalara en fazla sermaye yatıran ülkeler İngiltere, Almanya ve Fransa olarak sıralanabilecektir. Biyoteknoloji ürünleri pazarından, tarıma yönelik ürünlerin aldığı pay incelendiğinde ise, ABD'de yüzde 8, Avrupa'da ise yüzde 16 olduğu saptanmaktadır (www.oecd.org/biotrack).


Japonya daha geriden gelmekle birlikte biyoteknoloji konusundaki yatırımlarını her geçen yıl artırmaktadır. Biyoteknoloji alanında 1950'lere dayanan bir geçmişi olan İsrail, tarım konusundaki gelişmelerin büyük bir kısmını bu alandaki araştırmalarına borçludur ve halen büyüyen bir sektöre sahiptir. Brezilya da araştırma alanında yeni girişimlerde bulunmakta ve daha ziyade tarım alanındaki araştırmalara eğilmektedir (Miller, 2000).


Gelişmekte olan ülkeler bu gibi araştırmalara büyük miktarlar ayıramadıkları için araştırma yatırımlarında ve biyoteknoloji uygulamalarında gelişmiş ülkelerin gerisinde kalmaktadırlar. Bu ülkelerden Hindistan'da, hükümet katkılarıyla özellikle sağlık konularındaki araştırma ortamının geliştirilmesiyle ilgili çabalar dikkati çekmektedir (DPT, 2000).


Transgenik ürünler konusundaki araştırmalardan ortaya çıkan sonuçlardan elde edilen ve pazarlanmasında herhangi sakınca görülmeyen ürünlerin araştırmacı şirketlerce patentlerinin alınarak kullanım hakkının elde edilmesi, ticarette gelişmiş ülkelere ayrı bir üstünlük kazandırırken, gelişmekte olan ülkelerin patent ve lisans hakları için ödediği miktarlar 1995 yılı rakamlarıyla 60 milyar ABD Dolarını bulmaktadır (Aydın, 2000).


Dünya ticaretinde iki önemli taraf olan ABD ve AB'nin transgenik ürünlerin üretimi ve ticareti konusundaki farklı uygulamaları dikkati çekmektedir. Transgenik ürünlerin büyük ölçüde özel kesim Ar-Ge çalışmaları ile geliştirildiği ABD'de konuya daha liberal bir yaklaşım sergilenirken, AB'de ise, özellikle tüketicinin çevre ve sağlık kaygılarının ön plana çıkması nedeniyle etiketleme de dâhil, yoğun bir kamu düzenlemesine tabi olmaktadır (DPT, 2000).


AB'nin yaklaşımı biyogüvenlik kavramı ile bağlantılı olarak ortaya çıkmaktadır. Biyogüvenlik kavramı, modern biyoteknoloji teknik, uygulama ve ürünlerinin insan sağlığı ve biyolojik çeşitlilik üzerinde oluşturabileceği olumsuz etkilerin belirlenmesi sürecini ve belirlenen risklerin meydana gelme olasılığının ortadan kaldırılması veya meydana gelmesi durumunda oluşacak zararların kontrol altında tutulması için alınacak tedbirleri kapsamaktadır (DPT, 2000).


Avrupa Birliği ülkelerindeki yoğun kamuoyu endişelerini giderebilmek amacıyla, 13 AB üyesi ülkeden 65 bilim insanının katılımıyla, 3,5 yıl süren ve 11,5 milyon Euro harcanarak yürütülen ENTRANSFOOD Projesi, halen üretilip tüketilmekte olan genetiği değiştirilmiş ürünlerin, insan sağlığı açısından klasik yöntemlerle elde edilen ürünlerden daha tehlikeli olmadığını ortaya koymuştur (Kuiper ve ark., 2004).


Transgenik Bitkilerin Ekiliş Alanları


Gelişmiş ülkelerdeki araştırma-geliştirme çalışmaları içinde biyoteknoloji konusunda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bunun sonucunda, gen aktarımlı (transgenik) bitkiler son zamanlarda üzerinde en çok konuşulan bitki grubunu oluşturmaktadır. Özellikle ABD'de yapılan araştırmalar sonucunda mısır, pamuk, patates ve soyada transgenik çeşitler elde edilmiş, ekim alanlarının belirli bir bölümünde bu bitkiler ekilir hale gelmiştir.


Herbisite dayanıklılık, en yaygın transgenik uygulamadır. Herbisite dayanıklılık soya, mısır, kanola ve pamuk gibi genetiği değiştirilmiş temel ürünlerin tümünde mümkündür.


İlk herbiside dayanıklı şeker pancarı 2005 yılında ABD, Kanada ve Filipinler'de onaylanmıştır. Herbisite dayanıklı pirinç ve buğday halen geliştirilmektedir, ancak kullanıma girmemiştir. Genel uygulama glyphosate (Roundup TM) veya glufosinate-ammonium (Liberty TM) herbisitlerine karşı yapılması şeklindedir. Çizelge 2' de de görülebileceği gibi dünya çapında 90 milyon hektar transgenik bitki ekili alanın % 71' i bu bitkilerden oluşmaktadır (James, 2005).


GDO’ lu Ürünlerin Etiketlenmesi


Gen teknolojisi ile üretilmiş organizmalardan üretilen ya da bunların eklenmiş olduğu gıdaların etiketlenmesi konusunda dünyada farklı rejimler uygulanmaktadır. Çizelge 7’ de, Avrupa Birliği dâhil bazı ülkelerde bu tip gıdalar için etiketleme zorunluluğu bulunduğu halde Kanada, A.B.D ve Hong Kong' da belirli koşullarda etiketleme yapıldığı, bu arada düzenleme bulunmayan ülkelerin de olduğu görülmektedir.


Etiketleme zorunluluğu, pazarlanan ürün içerisindeki GDO oranına göre de değişim göstermektedir. Avusturalya, Yeni Zelanda ve Avrupa Birliği' nde % 1 ve daha fazla GDO içeren gıda ürünleri için etiketleme zorunluluğu olmasına karşın, Japonya' da bu oran % 5' tir. Güney Kore' de ise ürünün içerisindeki ilk beş maddede (the top 5 ingredients), GDO oranının % 3 ve üzeri olması durumunda etiketleme zorunludur (Jurgens, 2006).


Seviye

Açıklama

Ülkeler

Tam olarak düzenlenmiş zorunlu etiketleme rejimleri

Ürün etiketleme yöntemi - gen teknolojisi kullanılarak üretilmiş organizmalardan kaynaklanan maddeler içeren veya bunlardan türetilen tüm gıdaların zorunlu etiketlenmesi

Avrupa Birliği

Gıda etiketlemenin bileşimi - son ürün olan gıdanın içerisinde yeni DNA ve/veya protein mevcut olan tüm GDO gıdaların ve içeriklerin zorunlu etiketlenmesi.

Avustralya/Yeni Zelanda, Rusya

Gıda etiketlemenin bileşimi (sınırlı kapsam) - sadece son ürün olan gıdanın içerisinde yeni DNA ve/veya protein mevcut olan GD gıda veya gıdanın temel maddesi olan bir bileşik içeren tanımlanmış gıda kalemlerinin zorunlu etiketlenmesi.


Japonya, Çin, Kore, Tayland ve Malezya (önerildi)


Çeşitli düzenleyici ve gönüllü yaklaşımlardan oluşan etiketleme rejimi


Karşılaştırmalı etiketleme - sadece GD gıdanın konvansiyonel ikizinden önemli ölçüde farklılık gösterdiği durumlarda zorunlu etiketlenmesi


Kanada, ABD, Hong Kong (önerildi)


Gönüllü etiketleme - Gönüllü rejim (GD ve konvansiyonel ikizi ile aynı yapıda ise) yanlış, saptırıcı, aldatıcı etiketleme, reklâma ile ilgili dürüst ticari düzenlemelere güven duymak ve uygunluk için yardımcı olacak ilgili tüzüğe itimat etmek ile oluşur.


Kanada, ABD


Düzenleme yok


Diğer- Mevcut bir düzenleme yok. Gönüllü etiketleme için izin verilebilir ancak ilgili tüzüğe veya kılavuz ile ilgili bir belirti mevcut değil.


Filipinler, Singapur


Polen Kaçışı, Mesafeler ve Konvansiyonel Ürünle Genetiği Değiştirilmiş (GD) Ürünün Birlikte Yetiştirilebilirliği (Coexistence) İspanya’ da çiftçi tohum ekimine hazırlık, arazinin bakımı, hasat edilmiş arazinin işlenmesi gibi işlemler sırasında GD tohum tedarikçisi ve çiftçi arasında sözleşmeye bağlanmış yükümlülüklere sıkı sıkıya uymalıdır. Diğer araziler ile GD ürün üretilen araziler arası 50 metre güvenlik mesafesi bırakılmak zorundadır. Konvansiyonel ürünlerin çiçeklenme süresince kazara oluşacak çapraz bulaşmayı önlemek için GD ürünlerin tahmin edilen çiçeklenme zamanı beyan edilmelidir. Tüm bunlara ek olarak, dört sıra konvansiyonel mısır ekilmiş bir tampon bölge, GD polen tuzağı gibi işlev görecektir (Kalla, 2005).


Danimarkalı GD çiftçisi, komşularına izin verilmiş bir GD ürün yetiştirme niyeti olduğuna dair bilgi vermelidir. Bu bilgilendirme resmi bir tescil olarak sunulur. GD üreticisi aynı zamanda, hangi GD ürünü üretiyor olursa olsun yasal bir zorunluluk olan "GDO lisansı" alabilmek için GD üreticilerine özel bir eğitim almak zorundadır. Danimarka tohum sanayii, bazı GD ürünlerde (kanola, çim ve yonca gibi) ayrıştırma toleransının % 0,1 seviyesinde olması dolayısı ile teknik sorunlar öngördüğü için bu ürünleri geçici olarak durdurmuştur (Kalla, 2005).


Almanya'da, % 0,9'dan daha az GD içeren ürün teslim etmek için bir sözleşme imzalamış olan GD-dışı ürün üreten çiftçi, sözkonusu üründe eşik seviyenin aşılması durumunda, GD üretim yapan komşu çiftçileri Alman yasalarına göre ortak sorumlu gösterebilir. İzin verilmiş GD ürünlerle ilgili olası kaza durumunda sözleşme şartlarından doğan yükümlülükler, GD üreticisi çiftçi tarafından karşılanır. GD üreticisi çiftçi, elinden gelenin en iyisi ile tüm güvenlik önlemlerini almış, tüm ayrıştırma protokollerini uygulamış olsa da kaza durumunda sözleşme şartlarından doğan yükümlülükleri karşılamak zorundadır (Kalla, 2005).


SONUÇ


Yeşil devrim, tarımsal üretimde kantitatif ve kimi zaman kalitatif açıdan geçen 100 yılda büyük ilerlemeler sağlanmasına sebep olmuştur. Bunun ardından genetik mühendislik kapsamında canlı organizmanın DNA' sında doğrudan değişiklikler yapma gündeme gelmiş, araştırmalar bu konuya yoğunlaşmıştır. Ülkemizde de bu alanda sınırlı da olsa önemli çalışmalar yapılmaktadır.


Aralık 2006 tarihine kadar 26 özel şirket ve kurumun, 21 bitki türünde, yoğunluk mısır (39), pamuk (19) ve kanolada (15) olmak üzere 121 genetiği değiştirilmiş varyete geliştirdiği saptanmıştır.


Dünya genelinde oluşturulan bu yeni varyetelerin tüketici haklarını koruma amaçlı etiketlenmesi üç farklı şekilde olmaktadır. Buna göre Avrupa Birliği, Avustralya/Yeni Zelanda, Rusya, Japonya, Çin, Kore, Tayland ve Malezya' da tam olarak düzenlenmiş zorunlu etiketleme rejimi; Kanada, ABD, Hong Kong' ta çeşitli düzenleyici ve gönüllü yaklaşımlardan oluşan etiketleme rejimi uygulanırken Filipinler ve Singapur' da herhangi bir etiketleme rejimi belirlenmemiş ve uygulanmamaktadır.


Bu çalışmanın sonucunda, Türkiye koşullarında şu an üretimi ve satışı yasak olan genetiği değiştirilmiş tarımsal ürünlerin ithal edilmemesi için gümrük kapılarında kontrol edilecek tür, varyete çeşitleri ve üretici kurum ve firma isimleri netleştirilmiştir. Bu çalışmadan da anlaşılacağı gibi ülkemizde genetik değişime uğradığı sanılan hıyar, biber, fındık, gibi birçok bitki türünde genetik değişim yapılmamıştır ve/veya bu türlerin ticari olarak satışı yapılmamaktadır. Bunun yanı sıra tütünde nikotin içeriğini azaltma gibi kalite yönünde yapılan bazı genetik değişimlerin insan sağlığına zararları konusu gözden geçirilmeli; insektisitlerin daha az miktarda kullanılması ve böylece hem gıda güvenliği hem de çevre sağlığı açısından iyi olabilecek yönde genetik değişimlerin, iyi veya kötü olduğu konusu daha detaylı incelenmelidir.


Çalışma sonunda görülmektedir ki tarımsal ürünlerde genetik değişime izin veren ülkelerde alt yapısı kuvvetli denetim sistemleri oluşturulmuştur ve genetiği değiştirilmiş ürünler uzun süreli denetimlerden geçtikten sonra onaylanmakta ve uygun şekilde etiketlenmektedir.


Globalleşen dünyada gerek araştırma geliştirme, gerekse üretim ve tüketim amaçlı genetiği değiştirilmiş ürünlerin kullanımı gelecekte Türkiye' nin de önünde durmaktadır. Ülkemizde her ne kadar GDO içerikli gen kaynağı kullanımı yasak olsa da gümrüklerde yeterli denetim mümkün olamamakta, analiz yapabilmek için akredite laboratuvarlara ulaşılamamaktadır. Tarımsal ürünlerin uygun alt yapıya haiz sistemler ile denetimden geçirilerek yine uygun şekilde etiketlenmesi ile tüketici haklarının korunması en öncelikli konudur. Bu bağlamda Avrupa Birliği' ne uyum sürecinde bulunduğumuz bu dönemde, GDO denetleme ve onay yöntemi AB yönetmelikleri ile uyumlulaştırılmalı; EFSA ile koordineli çalışmalar yürütülerek genetiği değiştirilmiş tarımsal ürünler konusunda gıda güvenliği riskleri asgariye indirilip tüketicilere güvenli gıda temin etme imkânı sunulmalıdır.


Bu bağlamda Türkiye’ de, özellikle ithal edilen genetik değişime uğramış ürünlerin ülkeye kabulü sırasında detaylı analizler yapabilecek kontrol laboratuvarlarının kurulması ve yapılan kontrollerin sonucuna göre hangi düzeyde genetiği değişmiş ürünlerin kabul veya red edileceğini tanımlayan yönetmelikler oluşturulması gerekmektedir. Buna göre yapılmış olan bu çalışma sürekli güncel tutularak ürünlere göre risk seviyeleri belirlenmeli, kontroller bu çerçevede yürütülerek etkinlikleri arttırılmalıdır. Bütün bu hususların ışığında, “Ulusal Biyogüvenlik Yasası” nın bir an önce çıkarılması önemli bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Saygı ve sevgilerimle,


Hakan Ozan Erzincanlı


...............................................

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ İTHAL MISIRLARA HAYIR!


9 Mayıs 2007 00.01


TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu, KESK Tarım Orkam-Sen ve GDO’ya Hayır Platformu genetiği değiştirilmiş ithal mısırlarla ilgili olarak 8 Mayıs 2007 tarihinde ortak basın açıklaması yaptılar. Basın açıklaması:


GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ İTHAL MISIRLARA HAYIR!


Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), 16 Mart 2007 tarihinde internet sitesinden 235.000 ton mısır, 15.000 ton buğday dışalımı yapacağını duyurdu. Bunun üzerine TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, Çiftçi Sendikaları ve KESK’e bağlı Tarım Orkam-Sen, “Ürettiğimiz Ürünlerin Dış Alımına Hayır” başlığı altında 01 Nisan 2007 tarihinde bir basın toplantısı düzenlemiş, olası sorunlara dikkat çekmiş, kaygılarını kamuoyu ile paylaşmıştı. Söz konusu basın açıklamasında;


- Türkiye’de hükümetlerin bir süreden beri dış dinamiklere bağlı politikalar uyguladığı, onların yaptırımıyla tarımda destekleri kıstığı, hasat döneminde ithalat yapılmasına izin verdiği, bu yanlış politikalar nedeniyle üreticilerin ürünlerini yok pahasına elden çıkarmak zorunda kaldığı,


- Türkiye’de tarım oldukça sorunlu bir dönemden geçerken; yapılan kimi doğru olmayan açıklamalarla, tarım sektöründe yaşananların kamuoyundan gizlenmeye ve hatta tam tersine bir başarı öyküsü gibi sunulmaya çalışıldığı,


- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, 24 Mart 2007 tarihinde İstanbul’da düzenlenen toplantıda yapmış olduğu açılış konuşmasında “mısır üretiminde 2002 yılında 2,1 milyon ton olan üretimin, 2005 yılında 4,2 milyon tona çıkarak %100 bir artış kaydettiği”, “2002 yılında 19 buçuk milyon ton olan buğday üretimimizin 2005 yılında 21 buçuk milyon tona ulaştığı” ifadelerini kullanarak ve iktidarları döneminde tarım sektörünün sürekli bir kalkınma çizgisi içinde olduğu belirtiliyordu.


Söz konusu açıklamasında Başbakan’ın 2006 yılı rakamlarına değinmemesi nedeniyle, yaşanan tarım gerçeğine ilişkin düşüncelerimizi DİE ve TÜİK rakamları eşliğinde basın yoluyla kamuoyuna duyurmuştuk. Yaptığımız açıklamada, ülkemizdeki tarımsal üretimin sürdürülebilir olmaktan çıktığını, üretimin kimi tarımsal ürünlerde gerilediğini, kimi tarımsal ürünlerdeyse üretim artışının nüfus artışının gerisinde kaldığını belirtmiştik. Ayrıca, mısır üretiminde de gerileme olduğu gerekçesiyle Toprak Mahsulleri Ofisi’nin mısır ithalatı yapacağı, bu kapsamda 2 Nisan – 21 Mayıs 2007 tarihleri arasında 110 bin tonu Arjantin’den olmak üzere, toplam 250 bin ton mısır ve buğdayın Bandırma ve Derince limanlarına getirileceğini ifade ederek Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na yanıtlanması gereken bazı sorular sormuştuk:


- Arjantin’den gelen mısırlar ülkemize girmeden önce analize tabi tutulacak mı?

- Mısırların GDO’lu olması halinde hükümet olarak tavrınız ne olacaktır?

- Analiz sonuçlarını kamuoyu ile paylaşacak mısınız?

Tahmin edileceği gibi, sözü edilen basın açıklamasında sormuş olduğumuz yukarıdaki sorulara yetkililerden herhangi bir yanıt gelmedi! Yetkililerin göstermesi gereken sorumluluk demokratik kitle örgütleri tarafından yerine getirildi ve konunun takipçiliği yapıldı.


Arjantin’den getirilen 40.000 tonluk ilk parti mısır geçen ayın ortasında Bandırma Limanı’na indirildi. Herkesçe bilindiği üzere, Arjantin, ABD’den sonra dünya üzerinde en çok GDO’lu ürün yetiştiren ülkelerin başında gelmektedir. Bu gerçeği dikkate alan sivil toplum kuruluşlarının yaptırdığı ilk analizler, getirilen mısırların GDO’lu olduğunu ortaya koymuştur.


Türkiye’de GDO’lara kayıtsız şartsız izin vermekte ısrarcı olan idare, GDO’ları kesin olarak reddeden kamuoyunu aşamamasının yarattığı ikilem nedeniyle, tarafı olduğu Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’nün gerektirdiği bir Biyogüvenlik Yasası’na sahip değildir. Cartagena Biyogüvenlik Protokolü gereğince, gerekli yasal düzenleme yapılmaksızın genetiği değiştirilmiş tarımsal ürünlerin ithalatı söz konusu olamaz. İşte bu gerçeğe rağmen, pek çok bilim insanının laboratuarlardan hiç çıkmaması gerektiğini düşündüğü, güvenilirliği belirsiz, zararları konusunda ciddi iddialar bulunan, faydası ise tüm iddialara rağmen kanıtlanamamış bir vaatten öteye gitmeyen GDO’ların yine, yeniden ve bu defa devlet eliyle satın alındığı anlaşılmaktadır. Bu tavır ülkemizi, iktisadi ve biyolojik bir yıkıma doğru sürüklemektedir.


Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’nün açık hükümlerine rağmen hükümet üzerine düşen sorumluğu yerine getirmemiş, ülkenin uluslararası alandaki onurunu ve güvenilirliğini zedeleyerek protokolün gereklerini yapmamakta ısrar etmiştir. TMO Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu’nun yaptığı açıklama da aynı zihniyetin yansıması niteliğindedir. Sayın Kemaloğlu’nun açıklaması şöyledir:


“Genetiği değiştirilmiş bir ürünün ülke içine girişini yasaklayan bir mevzuat yoktur. Sadece gıda maddesi amacıyla kullanılıyorsa bu oranın binde 7’yi geçmemesi gerekir. Geçiyorsa da bu etiketlerde dikkate çekilmelidir. Bunun dışında bu ürünün Türkiye’ye girdi ve girmedi anlamında bizim yapacak her hangi bir şeyimiz yok. Sektör yıllardır aynı menşei ithalat yapmış ve yapmaktadır. Bu noktada TMO’nun yaptığı şey de farklı bir şey değildir.” (İlkhaber Gazetesi, 2 Mayıs 2007) Bir konuda daha önce yanlışlık yapılmış olması, bu yanlışlığın sürdürülmesi için gerekçe olamaz. Bu talihsiz açıklama ülkemize yıllardır GDO’lu ürünlerin girdiğini de bir kez daha kanıtlamaktadır.


TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, KESK Tarım Orkam-Sen, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu ve GDO’ya Hayır Platformu, mücadelesini TMO’nun yaptığı bu hukuk dışı ve kabul edilemez uygulamaya son verinceye kadar sürdürmeye kararlıdır. Yapılan hatanın telafisi için ithal edilen ürünlerin bir an evvel toplatılıp imhası, yeni ithalatlar söz konusu olduğunda biyogüvenlik açısından gerekli önlem ve güvencelerin alınıp sürecin şeffaflık ilkesi çerçevesinde ve kamuoyu gözetimine açık olacak şekilde örgütlenmesi sağlanmalıdır. İdarenin çok uluslu şirketlerin değil, halkımızın istek ve çıkarlarına uygun bir Biyogüvenlik Yasası’nı bir an önce hazırlaması ve kamuoyunun tartışmasına açmasını talep ediyoruz.


GDO’LU MISIRLAR İMHA EDİLMELİ! İTHALATI DERHAL DURDURULMALIDIR!


Hububat Üreticileri Sendikası (Hububat Sen) TMO tarafından Arjantin’den ithal edilen mısırların imha edilmesini ve ithalatının durdurulmasını talep etti. Hububat Sen Kurucu Genel Başkanı Abdullah Aysu tarafından yapılan basın açıklaması:


GDO’LU MISIRLAR İMHA EDİLMELİ! İTHALATI DERHAL DURDURULMALIDIR!


Tarımda destekler kısıtlanıyor. Ürün fiyatları maliyetlerin altında belirleniyor. Hasat döneminde ithalata izin veriliyor. Hükümetin bu yanlış uygulamaları sonucu üreticilerin alınteri olan mahsulüne sanayici ve tüccar yok pahasına el koyuyor. Üreticiler her geçen gün yoksullaştırılıyor, üretemez duruma sokuluyor. Üreticileri bu duruma getiren hükümet doğru olmayan açıklamalarıyla halkı yanıltmaya devam ediyor. Tarım kesiminde her şeyin tozpembe olduğunu kendi dönemlerinin çok başarılı olduğunu her fırsatta ve zeminde yineliyor. Başbakan 2002 yılında 2,1 milyon ton olan mısır üretimini 2005 yılında 4,2 milyona çıkardıklarını yüzde % 100 bir artış kaydettiklerini söylüyor, ama 2006 yılı üretim miktarından hiç söz etmiyor. Başbakanın söylediklerinin üzerinden daha bir ay bile geçmeden neden mısır ithal ettiklerini ne Başbakan ne bir bakan ne de bir yetkili açıklamıyor. Başta Başbakan ve diğer hükümet yetkilileri, tarım sektörü gündeme geldiğinde; sektörünün sürekli bir kalkınma çizgisi içinde olduğunu belirtiyor, tarımsal ithalatımız her geçen gün artıyor, diyor. Ama gerçekler hiç de hükümet yetkililerin anlattığı gibi, değil. Biz mısır ithal ediyoruz, hem de, tarım kesimindeki örgütlerin tüm uyarılarına rağmen GDO’lu mısır üreten ülkelerden bu ithalatı yapıyoruz.


Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), 16 Mart 2007 tarihinde internet sitesinden 235.000 ton mısır, 15.000 ton buğday dışalımı yapacağını duyurdu. Mısır ithalatı yapılacak ülkelerden birinin Arjantin olduğu öğrenildiğinde ise tarım kesimindeki örgütler ve diğer demokratik kitle örgütleri mısırların GDO’lu olabileceğine dikkat çekmiş, mısır yüklü gemiler daha limanlarımıza gelmeden hükümeti uyarmayı görev bilmişlerdi. Ayrıca ithalatın 2 Nisan – 21 Mayıs 2007 tarihleri arasında başlayacağı ve 110 bin ton mısırın Arjantin’den geleceğinin duyulması üzerine tarım kesimindeki örgütler kaygılarını gidermek amacıyla Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na yanıtlanması için şu soruları sordular:


• Arjantin’den gelen mısırlar ülkemize girmeden önce analize tabi tutulacak mı?


• Mısırların GDO’lu olması halinde hükümet olarak tavrınız ne olacaktır?


• Analiz sonuçlarını kamuoyu ile paylaşacak mısınız?


Hükümet bu soruları yanıtlamaya bile gerek görmedi, ithalata kalınan yerden devam etti. Sivil toplum örgütleri sorumlu davranarak Arjantin’den getirilen 40.000 tonluk mısırlardan örnekler alıp analiz ettirdi ve Arjantin’den ithal edilen mısırların GDO’lu olduğu belirlendi. Sivil toplum kuruluşları bu durumu kamuoyu ile paylaştı, Hükümette yine ses yok. Bu konuda TMO Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu şöyle bir açıklamada bulundu: “Genetiği değiştirilmiş bir ürünün ülke içine girişini yasaklayan bir mevzuat yoktur. Sadece gıda maddesi amacıyla kullanılıyorsa bu oranın binde 7’yi geçmemesi gerekir. Geçiyorsa da bu etiketlerde dikkate çekilmelidir. Bunun dışında bu ürünün Türkiye’ye girdi ve girmedi anlamında bizim yapacak her hangi bir şeyimiz yok. Sektör yıllardır aynı menşei ithalat yapmış ve yapmaktadır. Bu noktada TMO’nun yaptığı şey de farklı bir şey değildir.” (İlkhaber Gazetesi, 2 Mayıs 2007)


Bu sözleri söyleyen TMO Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu Türkiye’nin imzalayarak tarafı olduğu Cartagena Biyogüvenlik Protokolü gereğince, gerekli yasal düzenleme yapılmaksızın genetiği değiştirilmiş tarımsal ürünlerin ithalatı söz konusu olamayacağını görmezden geliyor. “Sektör yıllardır aynı menşei ithal etmiş ve yapmaktadır “ açıklamasıyla da adeta hükümetlerin bugüne kadar görev kusuru işlediğini ihbar ediyor. Başka bir deyişle İsmail Kemaloğlu, GDO’lu mısırların “devlet eliyle” satın alındığını alenen beyan ediyor. Yani sorunu çözmesi için başvuracağınız yetkili olan hükümet bu işi zaten ezelden beri yapıyor, sizin çabalarınız nafile, Hükümetin bu konudaki oluşan hassasiyete/duyarlılığa kayıtsız kalacağını ima ediyor. Peki, biz şimdi kime/nereye başvuracağız.


Devletimizin Cartagena Biyogüvenlik Protokolüne attığı imza ile onurumuzu, Arjantin’den ithal edilen ve GDO’lu olduğu anlaşılan mısırların insan sağlığı için olası riskini, ülkemizin uğrayacağı iktisadi ve biyolojik yıkıma karşı elimiz böğrümüzde seyir mi edeceğiz?


Mademki başvuracağımız bir merci yok, bizlere yol burada bitti deniliyor. Bizler de yol burada bitmedi diyoruz! HUBUBAT ÜRETİCİLERİ SENDİKASI olarak ülkemizin iktisadi ve biyolojik yıkıma uğratılacağından endişemizi sizlerle paylaşarak işe başlıyoruz. GDO’lu ürünlerin ülkeye girmesine karşı olan tüm örgüt, kurum, kuruluş ve kişilerle birlikte davranacağımızı kamuoyu ile paylaşıyoruz. Hükümetimizin de ulusaşırı tarım ve gıda şirketlerinin insan sağlığı için risk oluşturan, biyolojik ve iktisadi yıkım yaratacağına inandığımız bu GDO’lu mısırının ithalatından derhal vazgeçme sorumluluğunu göstermesini bekliyoruz.


Türkiye’ye GDO’lu Ürünler Giremez!


Özgürlük ve Dayanışma Partisi -ÖDP- Tarım Çalışma Gurubu Koordinotörü Ahmet Bekmen 31 Mart 2007 tarihinde “AKP GDO ‘lu Mısır mı İthal Ediyor” başlıklı basın açıklaması yayınlayarak, bu konuyla ilgili olarak herkesi duyarlı olmaya çağırmıştı. Bandırma Limanına indirilen ve Arjantin’den ithal edilen mısırlar üzerinde yapılan ilk tahlil sonuçlarının GDO’ lu olduklarını göstermesi üzerine Ahmet Bekmen yeni bir basın açıklaması yayınladı.


Türkiye’ye GDO’lu Ürünler Giremez!


Bundan bir süre önce, mısır ve buğdayda rekor üretime ulaştığımızı söyleyen AKP hükümetinin, Arjantin’den mısır ve buğday ithal ettiği, partimizin de dahil olduğu çeşitli kurum ve kuruluşlarca kamuoyuna duyurulmuştur. 40.000 tonluk ilk parti geçen ay içinde Bandırma limanına ulaşmıştır.


Bu ürünlerin GDO’lu olduğuna dair oluşan şüphe nedeniyle, AKP hükümetinden bu konuda kamuoyunu bilgilendirmesini istemiş ve eğer öyleyse herhangi bir yasal zemine dayanmayan bu tür bir uygulamanın derhal durdurulması gerektiğini belirtmiştik. Bu süre zarfında yapılan analizler sonucu ithal edilen bu ürünlerin GDO’lu olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. İmzaladığı ve yürürlüğe soktuğu Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’ne uymakla yükümlü Türkiye, Biyo-güvenlik Yasası’nı hâlihazırda çıkartmamış durumdadır. Bu yasa çıkmadan ve bu yasaya yönelik kamuoyu nezrinde açık bir tartışma yapmadan GDO’lu ürün ithalatına girişmek açık bir hukuksuzluktur. Halk sağlığını hiçe sayan ve uluslararası GDO’lu ürün ve tohum patenti tekellerinin güdümünde olduğu aşikâr olan AKP hükümeti, tarım alanında yürürlüğe soktuğu ve kırsalı tavsiye etmeye yönelik gayri-meşru uygulamalarına artık hukuksuzluğu da eklemiştir. GDO’lu ürün ve patent tekellerinin mağduru artık sadece çiftçiler değildir. GDO’lu üretim doğaya, biyolojik çeşitliliğe düşmandır. Biyolojik çeşitliliği korumak hepimizin yararınadır. GDO’lu üretim halk sağlığına düşmandır. Neslimizin ve gelecek nesillerin sağlıklı bir hayat sürmesini istemek en doğal hakkımızdır. GDO’lu ithal ürünlerin ikinci partisi kısa zaman sonra ülkemize giriş yapacaktır. Bu süreç derhal durdurulmalı ve daha önce getirilen tüm GDO’lu ürünler toplatılmalıdır. Uluslararası tekellerin güdümünde kalmaya kararlı görünen AKP hükümeti bu kararlılığından vazgeçmezse, hiç şüphesi olmasın ki duyarlı kamuoyu bu sorumluluğu yerine getirecek insiyatifleri kendisi kurmaya başlayacaktır. Bu süreçteki siyasi sorumluluğunun bilincinde olan Özgürlük ve Dayanışma Partisi, tüm kamuoyunu fikir beyan etmenin ötesine geçmeye ve aktif tutum almaya çağırmaktadır.


THD: GDO’lu Mısır İthal Edenlerden Hesap Soracağız


Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) şirketlerin isteğiyle Arjantin, AB, Ukrayna, Bulgaristan ve Macaristan’dan ithal etmeye başladığı mısırın 4o bin ton olan ilk partisi geçen ay Bandırma Limanı’na indirildi. Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı Turhan Çakar konuyla ilgili bir basın açıklaması yayınladı. Çakar, GDO’lu Mısır ithalatına göz yuman yetkililerden hesap sorulacağını söyledi. THD’nin yaptığı basın açıklaması:


GDO’LU MISIR İTHAL EDENLERDEN HESAP SORACAĞIZ


Toprak Mahsulleri Ofisi, çeşitli firmalardan gelen talepler üzerine, Türkiye’ye 2007 yılında 235.000 ton mısır ithal edeceğini 16 Mart 2007 de internet sitesinde duyurdu. Nitekim,Arjantin’den ithal edilen 40bin tonluk GDO’lu mısır 2007 Nisan ayının ortasında bandırma limanına gelmiştir.


Gelen mısır üzerinde yaptırdığımız analizlerde laboratuarlardan alınan ilk inceleme sonucunda ithal edilen mısırın GDO’lu olduğu anlaşılmıştır. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) Genel Müdürü 2 Mayıs 2007 tarihli ilkhaber gazetesinde, gelen mısırın GDO’lu olduğunu ve bu tür mısırın ülke içine girişini yasaklayan bir mevzuat olmadığını belirtmiştir. Oysa ki, Türkiye’nin taraf olduğu ve onaylayarak yürürlüğe soktuğu Cartagena Biyogüvenlik Protokolü uyarınca Türkiye’nin, Biyogüvenlik Yasası’nı çıkartmadan Türkiye’ye GDO’lu ürün ithalatı yapmak yasal olarak mümkün değildir. Türkiye’nin Ulusal ve Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerini yerine getirmeden genetiği değiştirilmiş organizmaları toprağımıza ve soframıza sokan AKP hükümeti halkımızı zehirlemektedir.


Genetiği değiştirilmiş organizmalar konusunda, ülkemizin kabul ettiği ihtiyatlılık ilkesi uyarınca, bu ürünlerin zararlı olmadığı ispat edilmedikçe Türkiye’ye sokulması mümkün değildir. Bu nedenle, Türkiye’ye GDO’lu ürün sokan ve bunu göğüslerini gere gere açıklayan yetkililer suç işlemektedir. Tüketici Hakları Derneği konuyu en kısa zamanda yargıya intikal ettirecektir. Türkiye genetik kaynakları zengin ve besin egemenliğini sağlayabilecek bir ülkedir. Ülkemizi GDO’lu ürün ve tohum ithalatı ve üretimi yapan tekeller işgal etmiştir. Irak halkına gen kaynaklarını yasaklayanlar, şimdi de Türkiye’nin gen kaynaklarını, topraklarını, gıdasını ve yaşamını esir almaktadır.


Bu esaretin karşısında, sessiz kalan, gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olanlar dün olduğu gibi bugün de kendi kişisel ve şirket çıkarları peşinde koşanlardır. Bunlarla işbirliği yapanları da tarihe havale etmeyeceğiz. Biz tüketiciler bir an önce GDO’lu mısırların piyasadan toplatılmasını istiyoruz. Siz toplatmazsanız biz toplatacağız. GDO’lu mısır getirdiğiniz gemilerinize binin ve bu ülkeden defolun. Tarih sizi affetmeyecek biz de affetmeyeceğiz. Bu nedenle, bugünden başlayarak Türkiye Cumhuriyeti savcılarının yaptığımız bu açıklamayı suç duyurusu sayarak bu ithalatı gerçekleştirenler hakkında gerekli soruşturmayı başlatacağına inanıyoruz. Bu konuda yüce yargıya elimizdeki bilgi ve belgeleri göndereceğiz. AKP hükümetini bir kez daha uyarıyoruz! bir an önce GDO’lu ürün ithalatını durdurun, yaptığınız suçtur. Günlerdir, kamuoyunda mazlum edebiyatıyla gündemi değiştirmeyi çalışan hükümetiniz, ülkemizi açlığa ve sefalete mahkum ederken, GDO tüccarlarını zengin etmenin derdine düşmüştür. Tüketici haklarını savunma ve geliştirme sorumluluğu omuzlarında olan derneğimiz ve tüketici örgütleri sizden hesap soracaktır, hem sokakta hem de sandıkta iki elimiz yakanızdadır.


TMO, GDO’LU MISIRLARI TOPLAMALIDIR


Toprak Mahsulleri Ofisi -TMO’nun Arjantinden ithal ettiği, Bandırma Limanına indirilen 40 bin ton mısırın laboratuarlardan alınan ilk inceleme sonuçlarından GDO’lu olduğu anlaşıldı. Bursa Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği (Doğa Der) konuyla ilgili basın açıklaması yaparak ithalatın derhal durdurulmasını ve piyasaya dağıtılmış olanlarının toplanmasını talep etti.


TMO derhal GDO’lu Hububat ithalatını durdurup, piyasaya dağıtılanları toplamalıdır


TMO - Toprak Mahsulleri Ofisi, çeşitli firmalardan gelen talepler üzerine, Türkiye’ye 235.000 ton mısır ithal edeceğini ve Hububat ithalat ihalesi sonuçlarını 16 Mart 2007 de 15.000 ton ekmeklik buğday ve 235.000 ton mısır olacağını internet sitesinde duyurdu. Tohumluk olarak gelmeyen ve çoğunlukla yem sanayicilerinin talebi doğrultusunda ithal edilen mısırların 110.000 tonu Arjantin’den, 125.000 tonu AB, Ukrayna, Bulgaristan ve Macaristan’dan gelecekti. Nitekim 40.000 tonluk ilk parti geçen ayın ortasında Bandırma limanına indirildi.


Ülkemize GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) ürünlerin kontrolsüzce girişine, gıda ve yem olarak kullanımlarına karşı çıkan derneğimiz basın açıklamaları ile hükümetin ve kamuoyunun dikkatini çekti. Gelen Mısır üzerinde yaptırılan analizler sonucunda, Laboratuarlardan alınan ilk incelemede, ithal edilen mısırların GDO’lu oldukları anlaşıldı. Bu konuda Tarım Bakanlığından herhangi bir açıklama gelmediği gibi yukarıda ithalatı gerçekleştiren kurumun yetkilisi tarafından talihsiz beyanlarda bulunuldu. Çok tartışılan mısır ithalatı konusunda TMO’nun yetki aldığını ve bunun limanlara geldiğini belirten Genel Müdür Kemaloğlu, “Bunun yaklaşık 90 bin tonu da Bandırma limanına geldi. Genetiği değiştirilmiş bir ürünün ülke içine girişini yasaklayan bir mevzuat yoktur. Sadece gıda maddesi amacıyla kullanılıyorsa bu oran binde 7'yi geçmemesi gerekir. Geçiyorsa da bu etiketlerde dikkate çekilmelidir. Bunun dışında bu ürününün Türkiye’ye girdi veya girmedi anlamında bizim yapacak her hangi bir şeyimiz yok. Sektör yıllardır aynı menşei ithalat yapmış ve yapmaktadır. Bu noktada TMO’nun yaptığı şeyde farklı bir şey değildir.” (İlkhaber Gazetesi Haberi 2 Mayıs 2007) dedi.


Oysaki Türkiye’nin taraf olduğu ve onaylayarak yürürlüğe soktuğu, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü uyarınca Türkiye, Biyogüvenlik Yasası’nı çıkartmadan Türkiye’ye GDO’lu ürün ithalatı yapmak yasal olarak olanaksızdır. Türkiye’nin Ulusal ve Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerini yerine getirmeden genetiği değiştirilmiş organizmaları toprağımıza ve soframıza sokan AKP Hükümeti, halkımızı zehirlemektedir. Genetiği değiştirilmiş organizmalar konusunda, ülkemizin kabul ettiği ihtiyatilik prensibi uyarınca, bu ürünlerin zararlı olmadığı kanıtlanmadıkça Türkiye’ye sokulması olanaksızdır.


Daha önce Cargill’in zulmüne uğramış bu toprakları bir kez daha zehirlemeye çalışanları uyarıyoruz. Toprak ve tohum bizim geleceğimizdir. Geleceğimiz ellerimizden alınmaz. Bandırma limanından Türkiye’ye giren GDO’lu mısırlar topraklarımızı, yaşamlarımızı ve dünyamızı tehdit etmektedir. Bu tehdidi en kısa zamanda savuşturmak gerekiyor. Bunun için her türlü yasal yola başvuracağız. Bandırma limanından yeni GDO’lu mısırların ülkeye girişine izin vermeyeceğiz.


Ülkemizin biyolojik çeşitliliği ve gen kaynaklarını satmak isteyenlerin karşısında bizler tohum ve toprağın yanındayız. Bu nedenle Hükümete sesleniyoruz: Bir an önce iç piyasaya dağıtılan GDO’lu ürünleri toplatın ve bu yasaklanmış ürünleri çocuklarımıza yedirmeyin.


..........................................................................

GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ MISIR DA DAHİL, ÜRETTİĞİMİZ ÜRÜNLERİN DIŞALIMINA HAYIR !..


1 Nisan 2007


Türkiye‘de hükümetler; bir süreden beri dış dinamiklere bağlı politikalar uyguluyor, onların yaptırımıyla tarımda destekleri kısıyor, hasat döneminde ithalat yapılmasına izin veriyor. Hükümetlerin bu yanlış politikaları nedeniyle üreticiler ürünlerini yok pahasına elden çıkarmak zorunda kalıyor.


Türkiye‘de tarım oldukça sorunlu bir dönemden geçerken, yapılan kimi açıklamalarla, tarım sektöründe yaşananlar kamuoyundan gizlenmeye ve hatta tam tersine bir başarı öyküsü yaratılmaya çalışılmaktadır. Başbakan Recep Tayip Erdoğan, 24 Mart 2007 tarihinde İstanbul‘da düzenlenen toplantıda yapmış olduğu açılış konuşmasında "mısır üretiminde 2002 yılında 2.1 milyon ton olan üretim, 2005 yılında 4.2 milyon tona çıkarak % 100 bir artış kaydetmiştir", "2002 yılında 19 buçuk milyon ton olan buğday üretimimiz 2005 yılında 21 buçuk milyon tona ulaşmıştır" ifadelerini kullanmakta ve iktidarları döneminde tarım sektörünün sürekli bir kalkınma çizgisi içinde olduğundan söz etmektedir. Sayın Başbakan‘ın konuşmasında 2006 yılı rakamlarına değinmemesi ilginçtir. Aşağıda, yaşanan tarım gerçeğine ilişkin düşüncelerimiz, DİE ve TÜİK rakamları eşliğinde sunulmaktadır;


Türkiye‘de uygulanan yanlış tarım politikaları, tarım sektörünü Cumhuriyet tarihinin en sorunlu dönemine soktu. Tarımsal çıktı (pamuk, buğday, narenciye, fındık, yaş meyve sebze gibi) fiyatlarının reel olarak gerilediği bir süreçte, tarımsal girdi fiyatları sürekli bir artış eğilimi göstermektedir. TÜFE artışının % 56 olduğu 2002 - 2006 döneminde gübre fiyatları % 124, mazot % 125 oranında zamlanmıştır.


Bu tablonun doğal sonucu olarak, tarımsal üretim sürdürülebilir olmaktan çıkmakta, kimi tarımsal ürünlerde üretim gerilerken, diğer tarımsal ürünlerde üretim artışı nüfus artışının gerisinde kalmakta, tarımda kendine yeterlilik kırılmaktadır. Bu kapsam içinde, 2000 - 2006 dönemi üretim rakamları karşılaştırıldığında, şeker pancarı üretimi 18.8 milyon ton‘dan 14.5 milyon tona, tütün üretimi 200 bin tondan 117 bin tona, patates üretimi 5.4 milyon ton‘dan 4.3 milyon ton‘a, kırmızı et üretimi ise 491 bin ton‘dan 450 bin ton‘a gerilemiştir.


Mısır üretimi 2002 - 2005 döneminde artış gösterdikten sonra, 2006 yılında düşmüştür. 2002 yılında 2.1 milyon ton olan üretim, 2003 - 2004 ve 2005 döneminde sırasıyla 2.8, 3 ve 4.2 milyon tona yükselmiş, 2006 yılında ise 3.8 milyon tona gerilemiştir. Gerileyen mısır üretiminin doğal bir sonucu olarak, Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından mısır ithalatı yapılmaktadır. Bu kapsamda, 2 Nisan - 21 Mayıs 2007 tarihleri arasında, 110 bin tonu Arjantin‘den olmak üzere, toplam 250 bin ton mısır ve buğday Bandırma ve Derince limanlarına getirilecektir.


Türkiye‘nin kendi ekolojisinde yetişen mısır dışalımına kaynak aktarması yanında, özellikle Arjantin‘den yapılan genetiği değiştirilmiş olma olasılığı çok yüksek olan mısır dışalımı, halk sağlığını da tehdit etmektedir. ABD‘den sonra dünyanın en büyük Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) üreticisi olan Arjantin‘den gelecek mısırlar, Ulusal Biyogüvenlik Yasası‘nın çıkartıl(a)madığı ortamda GDO testleri yeterli etkinlikte yapılmadan iç piyasaya sunulacak, işlenmiş ürünlerin hammaddesi ve yem rasyonlarının katkı maddesi niteliğinde tüketici sofrasına ulaşacaktır. Avrupa Birliği‘nde, içeriğinde % 0.9‘dan fazla GDO bulunduran ürünlerin etiketlenmesi zorunludur. Türkiye‘de ise, Ulusal Biyogüvenlik Yasası bilinçli olarak çıkartılmamakta, GDO üretim cenneti Arjantin‘den GDO tüketim merkezi niteliğine dönüştürülmeye çalışılan Türkiye‘ye mısır dışalımı yapılmaktadır.


Hububat alanında yapılan açıklamalar da, düzeltilmeye muhtaçtır. Türkiye‘nin ekilebilir alanlarının % 70‘ini kaplayan hububat ürünlerinde, ülkeye düşen yıllık yağış miktarına göre üretim değişmektedir. Bu kapsamda buğday üretimi 2002 yılında 19.5 milyon ton iken, 2003 - 2005 yıllarında üretim sırasıyla 19, 21 ve 21.5 milyon ton olmuş, 2006 yılında ise 20 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. 2007 yılında yaşanan kuraklığın etkisiyle, buğday üretiminin 18 milyon tona doğru gerilemesi beklenmektedir. Yukarıda sunulan tablonun doğal bir sonucu olarak, uygulanan yüksek gümrük vergilerine karşın yılda ortalama 6.5 milyar dolar tutarında tarım ürünü dışalımı yapılmaktadır. Bu kapsamda Türkiye‘nin en önemli ürünü olan "hububat ve ürünleri" dışalımına ödenen para, 2000 - 2006 döneminde sırasıyla 408, 193, 392, 722, 558, 226 ve 212 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Aşağıda adı bulunan kurumlar olarak, yukarıda sunulan rakamları kamuoyu ile paylaşmayı, yanlış bilgilendirme süreçlerini önlemeyi görev biliyoruz.


Türkiye, günü kurtarmaya yönelik yanlış yaklaşımlar ve gerçeği örtmeye yönelik siyasi açıklamalar yerine, doğru ve kalıcı politikalarla tarımını yeniden yapılandırmak, üretici temelli, doğayla ve tüketiciyle dost, dönüştürücü bir tarım yapısını hedeflemek durumundadır.


Bunun yanında, GDO‘lu mısır dışalımının ülke tarım yapısına ve halk sağlığına olan yıkıcı etkileri, bizler tarafından titizlikle izlenecek ve elde edilen sonuçlar kamuoyu ile paylaşılacaktır. Bizler aşağıda adı bulunan kuruluşlar olarak hükümete soruyoruz:


•- Başbakanımızın açıkladığı gibi buğday ihraç eden ve mısırda kendimize yeterli bir ülke haline gelebildiysek neden buğday ithal ediyoruz?


•- Arjantin‘den gelen mısırlar ülkemize girmeden önce analize tabi tutulacak mı?


•- Mısırların GDO‘lu olması halinde hükümet olarak tavrınız ne olacaktır?


•- Analiz sonuçlarını kamuoyu ile paylaşacak mısınız?


Bu soruların yanıtını beklediğimizi ve konunun takipçisi olacağımızı kamuoyuna saygı ile duyuruyoruz.


TMMOB Tarım Orkam-Sen Çiftçi Sendikaları

Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Konf. Platformu

II. Başkanı Sezai KAYA Genel Sözcüsü

Dr. Turhan TUNCER Abdullah AYSU


.......................................................

'Genetiği değiştirilmiş ürünlere etiket'


05/02/2007


Çevre örgütü Greenpeace, genetiği değiştirilmiş bitkilerle beslenen hayvanlardan elde edilen süt, et ve yumurta gibi ürünlere bilgilendirici etiket zorunluluğu getirilmesi için topladığı 1 milyondan fazla imzayı AB Komisyonu'na sundu. Greenpeace Avrupa'nın genetik ürünler sorumlusu Marco Contiero, 21 üye ülkede düzenlenen imza kampanyasıyla AB'nin genetiği değiştirilmiş organizmaların arka kapılardan Avrupa'ya sokularak tabaklara girmesinin engellemesini hedeflediklerini anlattı. Contiero, yasal önlemler alınmaması halinde halkın genetiği değiştirilmiş gıdalarla beslenmekten başka seçeneği kalmayacağını söyledi. Hayvanların beslenmesinde kullanılan mısır ve soya fasulyesinin AB'ye ithal edilen ekinlerin yüzde 90'ını oluşturduğunu anlatan Contiero, bunların önemli bir kısmının genetiğiyle oynandığını ve hayvanların beslenmesinde bu tür ürünlerin yüzde 30 pay aldığını ifade etti. AB Komisyonu'nun sağlıktan sorumlu üyesi Markus Kyprianou ise daha önce üye ülkelerin genetiği değiştirilmiş bitkilerle beslenen hayvanlardan elde edilen ürünlerin etiketlenmesine gerek olmadığı konusunda uzlaşma sağladığını hatırlatarak, "Şimdi bazı Avrupa vatandaşlarının bu konudaki güçlü taleplerini aldık. Elbette buna yeniden bakacağız" dedi.


CNN TÜRK


.......................................................

Yargı, Genetiği Değiştirilmiş Mahsullerin Yasa Dışı Olduğunu Deklare Etti (Öncü MARACI)


Pazartesi, 14 Mayıs 2007


FEDERAL MAHKEME GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ TOHUMLARIN YETİŞTİRİLMESİNİ DURDURACAK DÜZENLEMEYİ YAPTI


Yargı, Monsanto’dan genetiği değiştirilmiş Yonca’nın çevresel etkilerine ilişkin kapsamlı bir rapor istedi. 4 Mayısta gerçekleşen mahkemede federal hâkim Birleşik Devletler Tarım Departmanı’nın (USDA) 2004 yılında Monsanto’nun genetiği değiştirilmiş "Roundup Ready" yonca ürününü onaylamasının yasa dışı olduğu hükmüne vardı. Mahkeme, bundan sonra USDA’nın Genetiği değiştirilmiş tohumların çevresel etkilerine ilişkin kapsamlı bir değerlendirme yapılmaksızın, genetiği değiştirilmiş ürünleri yasaklamasını istedi.

Kararda, Kaliforniya Kuzey Bölgesi Hâkimi Charles Breyer, Gıda Güvenliği Merkezi’nin GM ürünlerin çevreye zarar verebileceğini ve doğal yoncayı kontamine edebileceği iddiasıyla USDA’ya karşı açtığı davada ilk kararını tasdik etti. Bu hüküm, Foraga Genetics’in Roundup Ready yonca ekili tüm parselleri 30 gün içinde USDA’ya bildirmesini de gerektirmektedir. Ayrıca, karar organik ve konvansiyonel yonca üreticilerinin kendi ürünlerinde kontaminasyon olup olmadığını test edebilmeleri için USDA’nın bu bölgelerin mümkün olduğunca kamuya duyurulmasını hükmetmektedir.

CSF’nin kıdemli avukatı Will Rostov "Risk içeren bu tohumların üretilmesinin kalıcı olarak yasaklanması, doğa için büyük bir zaferdir. Roundup Ready yonca çiftçilere, ihracat piyasamıza ve çevreye yönelik tehditler içermektedir. USDA’nın yasaya uymamasını ve Amerika’lı çiftçileri genetik kontaminasyondan korumasını bekliyoruz ” dedi.

Yargıç Judge Breyer'ın bu kararı, 13 Şubatta USDA’nın Roudup Ready yoncanın konvansiyonel ve organik yoncayı kontamine edebileceği endişesini ortaya koymakta yetersiz kaldığı yönündeki kararıyla uyumludur. Bu oturumda kalıcı bir engelleme için Yargıç Breyer GM çeşitten doğal ve organik yoncaya gen kaçışının gerçekleştiğinin ve böylesi bir kontaminasyonun geri döndürülemez çevresel hasara yol açacağının altını çizdi.

CFS’nin yetkili müdürü Andrew Kimbrell "Bu kanun, ülkenin dört bir yanındaki organik ve konvansiyonel üretim yapan çiftçiler için iyi haber. Bu tohum, ürünleri ve geçimlerini ciddi şekilde tehdit etmekteydi. Bu kanun, biyoteknolojik tohumların düzenlenmesinde bir dönüm noktasıdır” şeklinde konuştu.

Yargıç Breyer’ın bu kalıcı ihtiyadi tedbiri, geçen ayki USDA’nın GM yoncayı kapsamlı çevresel etki değerlendirmesi olmaksızın onaylayarak ulusal çevre kanununu çiğnediği yönündeki kararıyla uyumludur. GM yonca tohumu üreticisi olan Monsanto ve Forage Genetics, Yargıç Breyer’ı şirket çıkarlarının gıda güvenliğine yönelik kamusal çıkarlardan, doğal ürünleri yetiştirme özgürlüğüne ve çevrenin korunmasından daha önemli olduğuna ikna etmeyi başaramadılar. Aslında, Yargıç Breyer, Monsanto’nun satışının düşme korkusunun, olası geri döndürülemez çevre hasarlarından önemli olmadığını özellikle vurguladı.

Organik gıdanın ve konvansiyonel ihracat piyasasının tehlikede olması nedeniyle çiftçiler duruşmaları büyük bir dikkatle izlemekteydiler. Organik yonca tohumu üreticisi Blaine Schmaltz, kararın üreticileri belirsizlikten kurtardığını belirterek “Yargıç’ın Roundup Ready yoncaların üretildiği alanların kamuya bildirilmesi yönündeki hükmü, kararın kritik kısmıdır ve benim gibi GDOsuz ve organik üreticilerin ekim-dikim kararında etkili olacaktır ” şeklinde konuştu.

Yargıç Breyer, USDA’nın GM yoncanın ticari olarak yetiştirilmesine müteakip ortaya çıkabilecek Roundup’a dirençli “süper yabani otlarla” ilgili sorunları ortaya koyamadığı hükmüne vardı. Yargıç, kurumun riskleri değerlendirmeyi reddettiği yorumunu yaparak ”sonuçta mahkeme davalıların Roundup Ready yonca üretiminin daha az toksik herbisit kullanımına olanak tanıdığı için bu piyasanın genişlemesine izin vermenin kamunun çıkarlarına uygun olduğu yönündeki iddialarını reddetmiştir. Tutanakta, organik ve pek çok konvansiyonel yoncanın herhangi bir herbisit kullanmaksızın yetiştirildiği belirtilmiştir. Her halükarda, APHIS’in Roundup'a dirençli yabani ot gelişme potansiyelini değerlendirmekteki başarısızlığı düşünülürse, Roundoup kullanımındaki artışın kamu yararına olduğu yönünde herhangi bir bulgu yoktur”

Coon Vadisi’nde sertifikalı organik hayvan yetiştiriciliği yapan Jim Munsch "Bu kanun, çiftçilerin hayvanlarını beslemek amacıyla genetik modifikasyon içermeyen yonca tohumu yetiştirerek organik et ve süt üretmelerine imkân tanımakta ve ürünlerinin organik bütünlüğünü korumaktadır” dedi. "Bu emsal teşkil edecek bir sonuçtur. Mahkeme ilk kez USDA’ya müdahale ederek uygun çevresel değerlendirmenin yapılmasını ve büyük şirketler karşısında aile tarımcılığı yapan çiftçilerin geçimlerinin göz önünde tutulmasını sağlamıştır” şeklinde konuştu.

Gıda Güvenlik Merkezi, kendini geçtiğimiz günlerde sonuçlanan yasal süresi 2006 yılının şubat ayında başlatmıştı. Diğer davacılar: Western Organization of Resource Councils (Batı Kaynak Organizasyon Konseyi), National Family Farm Coalition (Ulusal Aile Çiftçiliği Koalisyonu), Sierra Club (Sierra Kulübü), Beyond Pesticides, Cornucopia Institute (Cornucopia Enstitüsü), Dakota Resource Council (Dakota Kaynak Merkezi), Trask Family Seeds (trask aile tohumları), and Geertson Seed Farms (Geertson Tohum Çiftlikleri).

Organik gıda tüketicisi ve Dakota Kaynakları Konseyi’nin son başkanı Dean Hulse "Organik gıda tüketicisi olarak Birleşik Devletler Bölge Mahkemesi yargıcının USDA’nın oynadığı düzenleyici rolün, kurumun kendisi tarafından bile unutulmuş olduğunu anlaması beni rahatlattı. Yargıç Breyer2ın bu kararı USDA’yı işini yapmaya yani Roundup Ready yonca’nın çevreye etkileri üzerine gerekli araştırmaları yapmaya zorlamaktadır. Yargıç Breyer'ın emsal teşkil edecek kararının özelde USDA’daki, genelde federal yasama organlarındaki değerlerin yeniden canlanmasını sağlayacağı yönünde umutluyum” dedi.

Beyond Pestisit’in Yöneticisi Jay Feldman "Nirengi noktası olan bu karar, çiftçilerin yabani ot öldürücülere bağımlılığını arttıran, çiftçilere, tüketicilere ve çevreye zarar veren problemler arsında olan genetiği değiştirilmiş ürünleri kısıtlayacaktır” dedi. Genetik Mühendisliğine karşı Çiftçiden çiftçiye Kampanyası Ulusal Sorumlusu Bill Wenzel: "Bu aile çiftçileri, hayvan yetiştiricileri ve süt üreticileri için büyük bir zaferdir. USDA’daki bürokratların görmüş olması gereken şeyin –yani genetiği değiştirilmiş yoncanın ticarileştirilmesinin Monsanto’dan başka kimsenin çıkarına olmayacağı- anlaşılmasının bu kadar uzun ve masraflı dava sürecinden sonra anlaşılmış olması büyük talihsizliktir” şeklinde konuştu.


Cornucopia Enstitüsü Gıda Güvenlik Merkezi (CSF),

5 MAYIS 2007 http://www.progress.org/2007/gene115.htm


Daha fazla bilgi için:


http://www.centerforfoodsafety.org

http://www.cornucopia.org


Çeviren: N. Öncü Maracı


……………………………………………………………………………………………………………………………… ………………….

ŞOK İDDİA... YEDİĞİNİZ DOMATESLERDE DOMUZ GENİ OLABİLİR!


Biyolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak, belirli özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikro organizmalar üretiliyor. Bu kapsamda domuza ait gen domatese, bakteri veya virüse ait gen de bitkiye aktarılabiliyor.


09 Mayıs 2005 Pazartesi 12:26


Avrupa Birliği ve uluslararası sözleşmelerin arkasına sığınan çokuluslu şirketler, genetiği değiştirilmiş gıdalar ile halk sağlığını tehdit ediyor.


GDO nedir?


Genetiği değiştirilmiş organizmalar, kısa adıyla GDO’lar, bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da kendi doğasında bulunmayan bir karakter kazandırılarak farklı bir yapıya dönüştürülmesi anlamına geliyor.

Sağlık elden gidiyor


Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, kısaca GDO olarak adlandırılan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar yoluyla ülkelerin silahsız olarak işgal edildiğini belirtti ve, “Verimlilik, bolluk var gibi görünüyor, ama gerçekte insan sağlığı elden gidiyor, türler ve tatlar kayboluyor” dedi Biyolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak, belirli özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikro organizmalar üretiliyor. Bu kapsamda domuza ait gen domatese, bakteri veya virüse ait gen de bitkiye aktarılabiliyor. Sonuçta, doğal ürünlerin genetik yapısının değiştirilmesi ile geri dönülmez felaketlerin kapısı aralanıyor.


Alerji ve toksin birikimi...


GDO’lu ürünler konusunda halkı uyaran Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Günaydın, “Bu ürünler insan ve hayvan sağlığı açısından çeşitli risk ve tehditler doğuruyor. Bu tehditler, yatay gen transferi, alerjiler, antibiyotiklere direnç, toksin birikimi ve metabolizma değişiklikleri olarak sayılabilir. İnek sütü, yumurta, balık, kabuklu deniz ürünleri, soya, fıstık ve buğdayda alerji saptanıyor” şeklinde konuştu. Yıllardır, özellikle İsrail tarafından yürütülen çalışmalarla insanlığın tehdit edildiği ortaya çıktı. Bazı türlerin genlerini başka türlere aktararak yeni ürünler elde edilirken, öteyandan doğanın yapısı bozuluyor. Doğal ürünlerin özelliklerini yitirmesi veya kaybolması nedeniyle de insanlık, bilinmedik hastalıkların pençesine düşüyor. Kısaca GDO olarak adlandırılan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, halk sağlığı konusunda en büyük tehditlerden birisi. Avrupa Birliği (AB) uyum yasaları ve uluslar arası sözleşmeler gereği, serbestçe hareket etme imkanı bulan şirketler Türk halkını sağlıksız yiyeceklerle tehdit ediyor. Tarım Bakanlığı bu konuda bir takım önlemler almaya çalışıyor. Ancak, çok uluslu şirketler bu ürünlerin zararlı olmadığını ileri sürerek, reklamlar yoluyla halkı yanıltıyor.


İşgal yöntemi


Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, “Bir ülkenin işgal edilmesinde kullanılan yöntemlerden biri GDO’lu ürünlerdir. Burada taşınan demokrasi değil, verimlilik, bolluk ve refah oluyor. Ama halkın sağlığı, ağzının tadı gidiyor.” diyor. Tüm Avrupa’da 13 bin civarında olan bitki çeşidinin 11 bininin Türkiye’de bulunduğunun altını çizen Günaydın, “Kontrollü alanlar dışında GDO’lu ürünleri soktuğunuzda genetik çeşitler kayboluyor, yerel türler bunlarla rekabet edemediğinden hızla yok oluyor” diyerek tehlikenin büyüklüğüne işaret ediyor.


Domuz geni


Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, genetiği bozulmuş ürünlerin tehlikelerine dikkat çekerek, “Biyolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak, belirli özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikro organizmalara ‘transgenetik’ ya da genetiği değiştirilmiş organizma deniyor. Bu kapsamda domuza ait gen, domatese, bakteri veya virüse ait gen de bitkiye aktarılabiliyor” diyor. Genetiği değiştirilmiş organizmaların verdiği zarar tam olarak saptanamasa da, doğal ürünlerin genetik yapısının değiştirilmesinin geri dönülmez felaketlere yol açabileceğine işaret ediliyor.


Transgenetik ekim


GDO’lu ürünlerin 1996 yılından bu yana yaygın olarak üretilmeye başlandığına dikkat çeken Günaydın, “Bugün tüm dünyada Türkiye’nin yüzölçümüne yakın bir alanda transgenetik ekim yapılıyor. Ekim alanlarının yüzde 99’u ABD, Arjantin, Kanada, Çin ve Brezilya’da. Bu ürünler insan ve hayvan sağlığı açısından çeşitli risk ve tehditler doğuruyor. Bu tehditler, yatay gen transferi, alerjiler, antibiyotiklere direnç, toksin birikimi ve metabolizma değişiklikleri olarak sayılabilir. İnek sütü, yumurta, balık, kabuklu deniz ürünleri, soya, fıstık ve buğdayda alerji saptanıyor. Mesela, GDO’lu bir patatesin mide çeperi üzerinde uyarıcı bir etkisi saptanmıştır.” diyerek GDO’lu ürünlere karşı halkı uyarıyor.


Türkiye’de son hazırlanan tasarı ile bu tür ürünleri yasaklamak yerine serbesti getiriyor. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, bu tür ürünlerin ülkeye girmesinin yasaklanması gerektiğine dikkat çekiyor. Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Tarla Bitkileri Araştırma Daire Başkanı Vehbi Eser de risklerin minimize edilmesi için hayvandan bitkiye, bakteriden bitkiye gen transferine karşı olduklarını açıklıyor. Bu alanda Türkiye’de de üretim yapılması için, çalışmalar yapıldığının altını çizen Eser, “Bize yapılan müracaatlar var. Ancak biz bu ürünlerin üretimine her türlü laboratuvar testlerini yaparak izin vereceğiz” diyerek konunun ciddiyetini vurguluyor.


Yaradılışa müdahale, insanlığa da zarar!


Domatesler, salatalıklar, soğanlar ve patateslerin artık sadece şekli benziyor gerçeğine. Yediğimiz pek çok yiyeceği, özellikle sebze ve meyveleri olması gerekenden daha önce olgunlaştırılan ve göze alımlı görünmelelerini sağlayarak tüketimi heveslendiren bir uygulama olan hormon kullanımı, çoğu bilim adamının sert tepkisini çekerken Dinimize göre de “Yaradılışa müdahale” şeklinde değerlendiriliyor. Türkiye ve Dünya’nın önemli sorunlarından biri olan hormonlu yiyecekler, TV dünyasının ünlü spor yorumcusu Erman Toroğlu ile Türkiye’de tekrar gündeme geldiğinde şu sözleri insanlarımızı etkilemişti: “Ben kışın sebze yemem arkadaş. Antalya’da 11 cm olarak kamyona yüklenen salatalık, Ankara’ya gelene kadar 13 santim oluyor. Hormonlu ürünler insanın dengesini bozar.”


Sayılarla GDO’lu ürünler


70 milyar dolarlık pazara hitap ediyor. Ürünler dünyada 68 milyon hektarlık alanda yetiştiriliyor. Türkiye’ de kullanımı 1990’da başladı. Türkiye, son 10 yılda hormonlu ürünlerin ithalatına 4 milyar dolardan fazla para ödedi. Türkiye’de 11 bin bitki türü var. Bunların 3 bin 700’ü sadece ülkemizde yetişiyor. GDO ekimleri, bu türlerin yok olmasını beraberinde getirecek. Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı Turhan Çakar:


Türk halkı kobay olarak kullanılıyor


Genetiği değiştirilmiş gıdaların tehlikelerine dikkat çekmek için yıllardır mücadele veren Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı Turhan Çakar, GDO tohumlardan elde edilen ürünlerin girip girmeyeceği konusunda yasal boşluk bulunduğunu belirterek, '' Hükümetler ve Tarım Bakanlığı, bile bile 10 yıldan bu yana Türk halkını kobay durumuna düşürdüler. 4 milyar dolar verdiğimiz bu ürünler, Türkiye'de 900 çeşit ürüne katılarak bize yediriliyor. Bu bir mantıksızlıktır, ahlaksızlıktır ve vatan hainliğidir'' dedi. Bu konudaki çalışmalarını gazetemize değerlendiren Turhan Çakar, dünyada gen teknolojisi 1990 yıllardan itibaren gelişmeye başladığını belirterek, gen teknolojisiyle üretilen ürünlerin ise 1995 yılından itibaren piyasaya sunulduğunu kaydetti. Gen teknolojisinin ortaya çıkışında bilim adamlarının ileri sürdüğü gerekçeleri de anlatan Çakar, '' Birincisi tarımsal ürünlere zarar veren böcekleri öldürmek veya zarar veremez hale getirmek. İkincisi, ürünün dayanıklılığı artırmak. Üçüncüsü, verimi artırmak'' dedi.

Mısıra, soya fasülyesine, patatese, domatese zarar veren böceği öldürmek amacıyla onu zehirleyecek bir bakterinin veya virüsün geninin alınarak bitkiye aktarıldığını söyleyen Çakar, daha sonra o ürünün ekildiğini, bitkinin verdiği ürünün yaprağına, tanesine ve gövdesine yaklaşan böceklerin bu nedenle de öldüğünü vurguladı.


Sağlığımız için çok riskli


Bilim adamlarına göre ise sözkonusu sebze ve meyveleri yiyen insanlar için büyük risk oluşturduğunu söyleyen Çakar, '' Bu işlenmiş ürünleri ise biz tüketiyoruz. İnsanlar yediğinde, allerji etkisi yapabiliyor. Yani alerji riski var. Bilim adamları, allerji bir kişiye kaşıntı yaparken başka bir kişiyi öldürebilir diyor. Kişiden kişiye değişebiliyor'' diye konşutu. GDO'lardaki sağlıklıkla ilgili ikinci riskin toksik etkisi olduğunu söyleyen Çakar, '' Bu ne demek? Zehirlenme riski demektir. Bilim adamları başka birçok tehlikeye de dikkat çekiyor. İnsanların bağışıklık sistemini bozma tehlikesi var. Ayrıca, vücudun bağışıklık sistemini bozup kendi kendine saldırmasına neden olabiliyor. Bir başka tehlike ise, ilaca karşı direnci artırıyor. İlacın etkinliğini azaltıyor. Ve birçok başka riskler var'' dedi.


Bilim adamlarının bunun bilinmeyen yönlerinin çok daha riskli olduğuna işaret ettiklerini belirten Çakar, '' İleride nasıl bir tehlike ile karşı karşıya kalacağımızı bilmiyoruz. Yüzyıllardır insanoğlunun, deneye deneye, yanıla yanıla ürettiği bir takım şeyler var. Doğal yöntemlerle ürettiği tarımsal ürünler bulunuyor. Bunlar zararsız ve hangi koşullarda zararlı olacağını biliyoruz. Ona göre tüketiyoruz. Yani bir domatesi, patatesi, soyayı klasik yöntemlerle üretip, tüketebiliyoruz. Ama birdenbire bunu yararlı olan, riski olmayan tarımsal ürünleri birdenbire gen aktarımı yaparak riskli hale getiriliyor'' dedi.


4 Milyar dolar harcadık


Türkiye'nin ürün çeşitliliği bakımından çok zengin bir ülke olduğunu vurgulayan Çakar, 11 bin çeşit bitki türü bulunduğunu kaydetti. GDO'lu ürünlerin 1996 yılından beri Türkiye'ye girdiğine işaret eden Çakar, '' O tarihten bugüne kadar 4 milyar dolarlık, işlenmiş ve işlenmemiş mısır, soya, soya küspesi, mısır yağı, soya yağı ithal edildi'' dedi. GDO'lu ürünlerin Türkiye'de piyasadaki 900 çeşit gıdada kullanıldığına işaret eden Turhan Çakar, '' Mısır'dan tatlandırıcı elde ediliyor. Tatlandırıcı kotası Türkiye'de yüzde 15'e çıkarıldı. Yani şeker yerine tatlandırıcı kullandırılıyor. Bunlar coladan tutun, baklavaya kadar heryerde kullanılıyor. Et suyu, bebek maması, meyvesuyu, pasta, hazır çorba gibi hemen hemen birçok üründe yeralıyor. Soya ve mısır, 900 çeşit üründe kullanılıyor. Bu konuda bir tezgah yapılıyor'' diye konuştu.


(İslam Arslan-Mustafa Canbey-Ebubekir Gülüm-MİLLİ GAZETE)


..............................................................................

ATO VE TZD'DEN "SOFRADAKİ SOS" RAPORU.


Tarih: 19.03.2005 Saat: 15:25


Konu: Görüş
A

NKARA TİCARET ODASI ''HİLELİ GIDALAR''IN ARDINDAN HORMONLU GIDALAR, TARIM İLAÇLARI, KATKI MADDELERİ, ANTİBİYOTİKLER, GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDALAR VE KİMYASAL GÜBRELERİ TARTIŞMAYA AÇTI.


Ankara Ticaret Odası (ATO) ''hileli gıdalar''ın ardından hormonlu gıdalar, tarım ilaçları, katkı maddeleri, antibiyotikler, genetiği değiştirilmiş gıdalar ve kimyasal gübreleri tartışmaya açtı. ATO'nun ve Türkiye Ziraatçılar Derneği'nin (TZD) hazırladığı ''Sofradaki SOS'' raporuna göre, hormon, tarım ilacı, antibiyotik, katkı maddesi ve kimyasal gübreler ölçülü kullanılmaz ve denetimi iyi yapılmazsa insan sağlığını tehdit ediyor, hastalıklara, sakatlıklara, erken ölümlere davetiye çıkarıyor. Rapora göre, Türkiye'de 27 bin gıda sanayi işletmesinin 10 bini denetlenemiyor. Çünkü bunlardan sadece 17 bini Tarım Bakanlığı'nın gıda siciline kayıtlı. Yaklaşık 400 bin gıda satış ve toplu tüketim yeri olduğu dikkate alındığında insan sağlığının ne denli bir tehdit altında olduğu ortada.


-HORMONLU KAZANÇ UĞRUNA-


Gıdalarda hormon kullanımı, halk arasında en çok tartışılan konuların başında geliyor. Rapora göre, Türkiye'de ''domates, patlıcan, patates, kabak, üzüm,elma, kavun, buğday, arpa, yulaf, çavdar ve çeltik''te hormon kullanılıyor. Hormon kullanımı ile ilgili pek çok rapor, iddiaların aksine salatalık ve çilekte hormon kullanılmadığını söylüyor. Raporlara göre, piliçte de hormon kullanılmıyor. Tıp çevrelerindeki yaygın görüşe göre, hormonlu bitki ve etler, sürekli tüketildiğinde vücuttaki hormon dengesini bozuyor. Vücudun bağışıklık sisteminin bozulması, şişme ve yağlanma, hücrelerin zayıflayarak kanser hastalıklarına davetiye çıkarması gibi kanıtlanmamış ancak ciddi şüphelere yol açan sonuçlar bulunuyor. Rapora göre, domates çekirdeksiz ve içi vıcık vıcıksa, patlıcan içi süngerimsi ve çekirdeksizse, kabak çekirdeksizse, biber aşırı büyük ve etliyse, çekirdek evi boş, etli kısmı sertse, patates şekilsiz ve patates yumruları yapışıksa, içinde kararmalar varsa, karpuz çekirdek yerleri boşsa hormonlu olduğu anlamına geliyor. ATO ve TZD tarafından hazırlanan raporda, 15 Ekim-10 Kasım ve 10 Nisan-5 Mayıs tarihleri arasında domates, 15 Kasım-15 Mayıs tarihleri arasında patlıcan ve 1 Kasım-15 Mayıs tarihleri arasında kabak yenmemesi öneriliyor.


-TARIM İLAÇLARI-


Rapora göre, kanser vakalarının artışında, ''pestisitler'' adı verilen ''tarım ilaçları''nın ''aşırı'', ''zamansız'' ve ''uygunsuz'' kullanımının da büyük payı var. Türkiye'de tarım ilaçlarının ciddi bir sorun oluşturduğu, yaş sebze ve meyve ihracatında yaşanan sıkıntılar sayesinde su yüzüne çıktı. İlaç kalıntısı nedeniyle yurtdışına ihraç edilemeyen yaş sebze ve meyvenin imha edilmeyip iç piyasaya sürüldüğü iddiaları endişeleri artırdı. Türkiye'de zirai mücadelede 1250 çeşit ilaç kullanılıyor. Araştırmalara göre, gerek piyasada satılan et ve süt ürünlerinde, gerekse anne sütünde tarım ilacı kalıntısına rastlanıyor. Özellikle Çukurova gibi yoğun tarım ilacı kullanılan bölgelerde, anne sütünde dikkat çekici oranlarda ilaç kalıntısı görülüyor. Tarım Bakanlığı verileri, özellikle yer fıstığı, incir, fındık ve antep fıstığında ''alfatoksin'', biberde ''kükürtdioksit'', üzümde ''parafin'', greyfurt ve biberde ''pestisit'', zeytinyağında da bazı ''hidrokarbon'' kalıntılarına rastlandığını ortaya koyuyor. Hasat zamanından belirli bir süre önce kullanımı durdurulmayan tarım ilaçlarının etkisi, yıkamayla yok olmuyor. Bilinçsiz kullanılan tarım ilaçları, saç dökülmesinden kansere kadar pek çok sağlık sorununa kapı aralıyor. Sadece insan sağlığına değil toprağa, suya ve diğer canlılara da zarar veriyor. Tarım ilaçlarının gelişigüzel değil reçeteyle satılması öneriliyor.


-SORUN UYGULAMADA-


Bu tehlike bilinmesine karşın, dünyada her yıl 2.5 milyon ton tarımsal mücadele ilacı kullanılıyor. ABD'de yılda 293 bin, İtalya'da 43 bin, Fransa'da 41 bin, İngiltere'de 30 bin, Almanya'da 25 bin, Yunanistan'da 32 bin ton, Türkiye'de 13 bin ton ''zirai mücadele ilacı'' toprağa ya da bitkiye uygulanıyor. Sorun uygulamada ortaya çıkıyor. Sebze ve meyvelerde hasadın yaklaştığı dönemlerde kalıntı süresi kısa olan ilaçlar kullanmak gerekiyor. Rapora göre, Tarım Bakanlığı çiftçilerin bilgilendirilmesi konusunda etkisiz kaldığı için ilaç firmaları ve bayileri gereksiz ve yanlış ilaç kullanımını pompalayarak bilinçsiz çiftçiyi ticari açıdan sömürüyor.


-KATKI MADDELERİ VE ANTİBİYOTİKLER-


15 bin çeşidi aşkın katkı maddesi bulunuyor. Asesülfam K, Kafein, Aspartam, Antioksidan, Olestra, yapay renk maddeleri, Nitrit ve Nitratlar, yüzlerce ürüne uygulanan katkı maddelerinin başında yer alıyor. Hazır gıdalardan dondurmalara, çikolatadan gofrete, dondurulmuş ürünlerden konserve balıklara kadar binlerce gıdaya katkı maddesi konuluyor. Katkı maddelerinin yanlış kullanımı ve zararsız limitlerin üzerine çıkılması, kalp hastalıklarından kansere, cilt hastalıklarından sindirim bozukluklarına kadar tüyleri diken diken eden hastalıkların yanısıra, uykusuzluk, kaşıntı, mide bulantısı, sinirlilik ve alerjiye yol açabiliyor. Hayvanlarda antibiyotiklerin kontrolsüz kullanılması da tıpkı tarım ilaçları gibi zararlara neden oluyor. İlaç olmaları nedeniyle insan üzerindeki etkileri fazla. Antibiyotik daha çok kanatlı ve büyükbaş hayvanların yemine katılıyor. İlaç hayvanı hastalıklardan koruyor ya da hasta hayvanları iyileştiriyor. Antibiyotikler, kullanıldığı canlının vücudunda uygun bir dozda kullanılmadığında dışarı atılamıyor ve tüketim sırasında doğrudan insana geçiyor. Bunun için hayvanların kesiminden belli bir süre önce antibiyotik kullanımına son verilmesi, örneğin piliçlerde antibiyotik kullanımının kesimden bir hafta önce sonlandırılması gerekiyor. Antibiyotikler insan üzerinde iki önemli etki bırakıyor. Birincisialerjik etkiler. Diğer önemli etki ise, hayvansal ürünler yoluyla sürekli antibiyotik alan bir insanın, bir hastalık halinde antibiyotikkullanması gerektiğinde antibiyotiğin bir işe yaramaması.


-GÜBRE KULLANIMI-


Türkiye'de gübre kullanımı da son derece kontrolsüz yapılıyor. Bu da toprakta ve bitkide birikmeye, toprağın özelliğini ve rejimini yitirmesine sebep oluyor. Gübrelerin olumsuz etkilerinden korunmak sadece yıkama ve mekanik yollarla mümkün. Kesin çözüm ise, organik gübrelerin klasik gübre ile karıştırılarak ya da mümkünse sadece organik gübre kullanılması. Bir başka öneri ise gübrenin tıpkı ilaç gibi reçeteyle satılması. Böylece hangi toprağa ve ürüne ne tür ve ne miktarda gübre kullanılacağı tarım il müdürlükleri kanalıyla saptanabilecek.


-FRANKEŞTAYN GIDALAR-


İnsan sağlığını tehdit eden bir diğer sorun da Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO). Raporda, ''genleriyle oynanmış tohumların Türkiye'ye girmesi yasaklandı ancak hayvan yemi olarak ülkemize ithal edildiği biliniyor'' deniliyor. Tüketici Hakları Derneği de farklı ortamlardan aldığı 20 numuneyi İsviçre'deki laboratuvarlarda kontrol ettirdiğini, mısırdan soyaya pekçok ürünün genleriyle oynandığını tespit ettirdiklerini iddia ediyor. Tüketici Dernekleri Federasyonu da ''Mısır ve soya yağı, glikoz şurubu içeren gıdalar almayın'' uyarısı yaptı. 100'e yakın üretici ve tüketici örgütünü bünyesinde bulunduran ''GDO'ya Hayır Platformu'' Türkiye'ye 1996 yılından bu yana kontrolsüzGDO'lu ürünler girdiğini, tüketicilerin bu ürünleri bilmeden tükettiğini iddia ediyor. İddia bununla da kalmıyor. Platform sözcüleri kaçak GDO'lu tohumların Türkiye'de ekim alanı bulduğunu da söylüyor. -


SİNAN AYGÜN-


Rapora ilişkin değerlendirmelerde bulunan ATO Başkanı Sinan Aygün,sahte içki kullanımı sonucu ortaya çıkan ölümlerin ardından Türk halkının tükettiği gıdaları daha çok sorgulaması gerektiğini dile getirdi. Aygün, şunları kaydetti: ''Gıdadaki tehlikeler belki had safhada değil ancak varlığı da inkar edilemez boyutlarda. Halk merdiven altında üretilen gıdalara itibar etmemelidir. Hormon, tarım ilaçları, katkı maddeleri, antibiyotikler sonuç itibariyle toksit maddelerdir. Bu maddelerin hepsinin insan vücuduna zararlı olduğunu söylemek yanlıştır. Önemli olan ne dozda, hangi zamanda, ne şekilde kullanıldığıdır. Denetim görevi ise Tarım Bakanlığı'nındır. Gıda maddeleri gözle ya da sözle değil, bilimsel yöntemlerle denetlenmeli ve bu denetim sonuçları da halka açıklanmalıdır. Gıda laboratuvarlarını yurt sathına yaymak zorundayız.''


-İBRAHİM YETKİN- TZD


Başkanı İbrahim Yetkin ise şunları söyledi: ''Üretim aşamasında denetim söz konusu olduğunda, en önemli konulardan biri ilaç konusunun reçeteye bağlanmasıdır. Bu sağlanmadığı sürece, çiftçinin gelişigüzel ilaç kullanımı ve buna bağlı olarak gündeme gelen sorunların çözülmesi çok güç olacaktır.''


........................................................

Ana Sayfaya Dön
Genetik Yapısı Değiştirilmiş Gıdalar-GDO Tehlikeli Mi?
Maden Savaşları ve HIV/AIDS Salgını Arasında Bir Bağlantı Var Mıdır?
Zihin Kontrolü, Genom Projesi, Etnik Silahlar Gerçek Mi?
Suni Deprem Yaratılabilir Mi? Elektromanyetik Silahlar Gerçek Mi? HAARP Nedir?
Bordo Bereliler ve SAT-SAS Komandolarımızın Sıradışı Eğitimi
Türkiye'de Atom Bombası Var Mı?

NOT:BU SAYFADAKİ BÜTÜN BİLGİLER İNTERNET ORTAMINDAN TOPLANMIŞTIR.BU BİLGİLERDEN SİTEMİZ SORUMLU DEĞİLDİR!
Dudak Dolgusu Ankara Burun Estetiği Burun Estetiği Ankara Hemoroid Tedavisi Ankara