Online Okey Oyna 
SATRANÇ OYNA ÖĞREN NASIL OYNANIR PLAY CHESS ONLİNE Online Tavla Oyna En Güzel Flash Oyunlar ve En İyi Oyun Siteleri Online Bilardo Oyna Balon Patlatma Oyunu Online Okey Satranç Tavla, Bilardo, Packman, Arkanoid, Woobies Oyna İngilizce Türkçe Çeviri Sözlükler Translate Fıkralar ve En Komik Fıkra Siteleri
Ana Sayfa Son Dakika Gazeteler İl Haber Hava Dergiler Spor Eğitim Haber TV Sağlık Araba Sık Kullanılanlar Teknoloji Magazin
Google Foto Galeri Videolar Eğlence Döviz Fıkralar Oyun Yarışma Astroloji Sinema Müzik BLOG ÖZEL Deprem İletişim

SUNİ DEPREM YARATILABİLİR Mİ? ELEKTROMANYETİK SİLAHLAR GERÇEK Mİ? HAARP NEDİR?


HAARP

Lütfen okuyun: Vikipedi kurucusu Jimmy Wales'ten kişisel bir rica

Vikipedi, özgür ansiklopedi

HAARP sisteminin bir parçası, Sanford Dağı'nın doğu etekleri

Kısa adı HAARP (High Frequency Active Auroral Research Program) olan ve ABD tarafından İyonosfer'in özelliklerini ve davranışlarını araştırmak üzere Alaska'da sürdürülen çalışmadır. İlk kez Sırp asıllı Amerikalı bilimadamı Nikola Tesla tarafından ortaya atılmış bir fikirdir.

Bu projenin hayata geçirilmemesi için birçok ülkede kampanyalar olmuştur. Çünkü HAARP projesi iklim kontrol ve yapay deprem silahı olarak kullanılabilme iddialarından dolayı çok tartışmalı bir konu halini almıştır.

HAARP, Pentagon'un kontrolünde ve ABD ordusunun hizmetinde olan önemli bir projedir. Alaska'daki merkezde şu anda, yüksek frekansta radyo sinyali yayımlayabilen toplam 48 adet anten bulunmaktadır. Bunların yanısıra, çok yüksek frekanstaki sinyallerle ilgili çalışmalarda kullanılacak olan bir radarın yapılması da planlanmaktadır.

HAARP projesi kapsamında, iyonosferin ısıtılması yoluyla ELF (çok düşük frekans) dalgaları da üretilmektedir.

Elektromanyetik dalgalar üzerine birçok deneyin yapıldığı bu alan uçaklar için çok tehlikelidir. Bu yüzden HAARP tesislerinde, uçak kontrol sistemi kurulmuştur. Herhangi bir uçağın yaklaşması durumunda antenlerin faaliyetleri otomatik olarak durdurulmaktadırlar.


..............................................

http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/yazici_dostu.php?kategori_id=4&soru_id=2046

Coğrafya öğretmenimiz ozon tabakasında delinmenin olduğu bir yerde atom bombası patlatıldığında karbon dioksit etkisiyle iyonlarına ayrışan (yani delinen ozon tabakası) ozonun tekrar bir tepkimeyle eski haline dönebileceğini söyledi. Yani parçalanma olayının tam tersi gerçekleşiyormuş. Bu doğru mu? (Başak Okuducu)

Evet bu yönde ve hatta ABD tarafından tasarımlanan HAARP Projesi ('High Frequency Active Auroral Research Program'='yüksek frekanslı Aktif Aurora Araştırma Programı') kapsamında, ozon tabakasındaki deliklerin tamir edilebileceği yönünde tezler var. Ama bu, çok tartışmalı bir konu. Çünkü bu tur tasarımların, dünya yüzeyini günesin yüksek enerjili parçacık bombardımanından (kozmik radyasyon) koruyan iyonosfer tabakasının yapısında olumsuz değişimlere yol açacağı seklinde ciddi itirazlar da var. Vural Altın

............................................

AYDOĞAN VATANDAŞ – HAARP TİMAŞ YAYINLARI

* Takdim *

17 AĞUSTOS 1999, GÖLCÜK SAAT: 03.02

SAAT gecenin üçüydü ve insanlar can havliyle kendilerini evlerinden dışarı atarken sanki bir kıyameti yaşıyor gibiydiler. Belki de insanların çoğu, ölümün kendilerine ne denli yakın olabileceğini ilk defa bu denli yakından gördüler.

Donanma Komutanlığı'nın görkemli devir teslim törenini müteakip, deprem hiç beklenmedik bir zamanda, ansızın çıkagelmişti, iki firkateynin gece boyunca aydınlattığı Orduevi yerle bir oldu. Milyarlarca liralık havai fişeklerin aydınlattığı Gölcük semaları birkaç saat sonra bilim adamlarının "deprem ışıması" dedikleri ancak hâlâ ne olduğu tam olarak anlaşılamayan bir "şey"le aydınlandı. Birkaç saat sonra, o unutulmaz uğultunun ardından bütün Türkiye derin uykusundan uyandı. Binalar birbiri ardına devrilirken, ölüm binlerce insanı aynı anda yakalıyordu.

Devlet hazırlıksız yakalanmıştı. Binlerce insan, teknik yetersizliklerden ötürü enkazların altında günlerce bir kurtarıcı beklerken öldüler. Kısa süre sonra kamuoyu hummalı bir tartışmanın içinde buldu kendini. Binaların depreme dayanıklı yapılmayışı, ray hattının üzerine yerleşim alanlarının kurulma-sı gibi argümanlar sıkça duyulan şeylerdi. Televizyon kanalları tartışma programlarını depreme ayırıyorlardı. Bu sırada deprem anını yaşayan insanlar depremle ilgili enteresan şeyler söylemeye başlıyor; kamuoyu tam olarak anlam veremese de iddiaları can kulağıyla dinliyordu. Enkazdan kurtarılan bir bayan Ali Kırca'nın yönettiği Siyaset Meydanı'nda şunları söylüyordu: "O gece ne olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki bu depremden farklı bir şeydi."

iddialara yenileri ekleniyordu. Depremden hemen önce Gölcük'ten Avcılar'a kadar geniş bir alanda görülen "ateş topu" ile ilgili bilimsel bir açıklama yapılamıyordu. Bazı bilim adamlarının görülen ateş topunun "deprem ışıması" olduğunu söylemelerine rağmen, neden diğer depremlerde de benzeri bir ışıma yaşanmadığı sorusunun cevabı net olarak verilemiyordu. Öyle olsa bile, bu da sadece bir tezdi ve geçerliliği de en fazla diğer tezler kadardı.

Bu arada depremden neredeyse iki hafta önce elime geçen bir dergide yer alan ifadeler oldukça ilginçti. Depremin merkez üssünün Gölcük Donanma Komutanlığı olduğunun resmen açıklanmış olması, dergide yer alan ifadeleri daha da şaşırtıcı kılıyordu. Depremin merkez üssünün Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığının sembolü olan bir askeri üs olması kuşkusuz ilginçti. Furkan dergisinin Temmuz sayısında, yer alan ifadeler aynen şöyleydi:

"Mesela basına verilmeyen, ancak istihbarat kapsamında edindiğimiz bilgilere göre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir. Kapılar kendi kendine açılmakta, mühimmat depolan içinde, siyahi ziyaretçiler görülmekte, arabalar durduk yerde çalışmakta..."

Bu dergide yer alan ifadeler, depremden tam bir ay önce yazılmıştı. Gölcük'te neler oluyordu? Kocaeli depremi doğal bir afet miydi? Yoksa suni olarak yaratılmış olabilir miydi?

Bu konuda hemen deprem sonrasında birtakım teoriler ortaya atılmaya başlandı. Kimine göre Ruslar bomba patlatmıştı ve bu da depreme neden olmuştu. Kimileri de Yugoslavya'ya atılan bombaların yer kabuğunun dengesini bozması sebebiyle depremin gerçekleştiğini söylüyordu. Hatta bazılarına göre bu işi PKK bile yapmış olabilirdi. Nitekim CNN televizyonu Başbakan Bülent Ecevit ile yaptığı bir röportaj sırasında böyle bir soruyu sormakta herhangi bir beis görmedi. Kimi de bunun başka bir terörist örgütün işi olduğunu veya uzay araştırmalarının bir parçası olduğunu söylüyordu. Ancak bu teoriler arasında en akla yatkın olanı Future Tımes'da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan hikayeydi. Bu senaryoya göre, San Andreos fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen ABD, yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler haline dönüştürmenin yolunu bulmuştu. Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bilim adamı mucit Nicola Tesla tarafından geliştirilen bu "düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli" tekniğini, hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi. Ancak Pentagon yıllardır çok güçlü bir silah geliştirmek amacıyla üzerinde çalıştığı bu projeyi, bir yandan da barışçı "deprem indirgeme" sistemine uygulamak suretiyle tepkileri azaltmayı ve fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenle proje önce Avustralya'nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra bunun deprem bölgelerinde denenmesine geldi sıra. Değişik zamanlarda Kafkaslar'da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika'da-ki Ant dağlarında tektonik uyarılar verilmek suretiyle endüktif deprem yaratma konusunda büyük adımlar atıldı. Bu araştırmalar Amerika'da HAARP ve diğer askeri tesislerin kumanda merkezlerinden yürütülüyordu.

Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem bölgelerinde de sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversiteler ile ortak projeler geliştirilerek yüzlerce bilim adamına Amerika'da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı. Bu nedenle tüm ilişkiler paravan araştırma kurumlarınca yürütüldü. Ancak zaman zaman bilgi sızıntısına da olanak verilerek halkın bu konuda genel bir fikri olması istendi. Kobe'de ve daha başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler halkası bu şeklinde bazı çıkar gruplarının, terör ve mafya örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi. Bunda da büyük ölçüde başarılı olundu. Ve gün geldi bu sistem Türkiye'de denenmek istendi. Bölge zaten bu amaçla yıllardır sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri dikkatle takip edenler, depremden hemen sonra, Milli istihbarat Teşkilatı'nın girişimleriyle Türk Telekom'un Türkiye'nin sismik bilgilerini Pentagon'a ileten NATO Üssü'nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır.

ABD'nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları, San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi Israil'li uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük üssüne getirilerek oradaki, yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi. Bunu israillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı belki de... israilliler Amerikalılar'la gece şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu fark etmeyecekti. Bu amaçla Gece Şahini Tatbikatı'nın (Operation Night Hautk) saat 03:00'te başlaması planlandı. Gece saat tam 03:00'te düğ-meye basılacak ve Gece Şahini devreye alınacaktı. O an uzay filmini andırır devasa cihazlar çalışmaya başlayacak ve 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara'nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı. Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı. Ama o gece sabaha karşı bir şeyler yanlış gitti. Ve beklenen gerçekleşmedi. Her şey bir anda olup bitmişti. Doğa kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, gece saat 03:05'i gösteriyordu. Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın içinde şampanya patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan buz gibi don-muş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk çocuk, o an enkaz altında m çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu düşünce ile hepsi ürperdi.

Bu tarihin en büyük felaketiydi; hem de insan eliyle yaratılan...

Sessizliği İsrailli komutanın buz gibi emri bozdu: "Lets pack! We're moving out! Call operation-Q! Right now! Immedi-ıtely! Stop uthinning! Move, move, move!" (Toplanın! Kaçıyoruz- Q planına geçiyoruz.•• Şimdi.. Hemen! Hadi, hadi!!!) işte o andan sonra çantalardan çıkan "Q planı" çalışmaya başladı. ilk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerji-si felç edildi. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve Birleşik Devletler Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu. O anda İsrail’de Ben Gurion'un Lod askeri havaalanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı'na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6'ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagondan emir aldılar.

Bu arada ilginç bir şey daha olmuştu. Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir haber önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. Ancak bir süre sonra haber kesildi ve uçağın akıbeti ile ilgili bir daha haber alınamadı.

Olaydan bir gün sonra Deniz Kuvvetleri'nden bir dostum beni aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamı, rica etti. Kısa süre sonra ulaştığım bilgiler, gerçekten ilginçti. Uçak, düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah Kaplan tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı: "Uçağın düştüğünü görünce der-hal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu Umanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık."

Bu konu o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenlik'in bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi. Daha sonra uçağı Zeytinburnu'na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı'daki Gümrük Muhafaza'ya iletti. Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu.

Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi. O gece ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı.

Deprem için 1900'lerin başından beri Nicola Tesla adındaki Sırp asıllı bir bilim adamının buluşu olan "elektromanyetik endüksiyon tekniği" (Tesla makinesi) kullanıldı. Tesla Makinesi'nin nasıl çalıştığı hâlâ bir sır, ama Amerikalıların uzun zamandır bu makine üzerinde çalıştıkları biliniyordu. Tesla, ilk olarak ilkel bir düzenek ile 1908 yılında Sibirya'da Tsunga bölgesinde bir deney yapmış ve burada meydana gelen patla-ma sonrası oluşan çevre tahribatı korkunç boyutlardaydı. Hiroşima'nın 40,000 katına yakın enerji açığa çıkmıştı. Patlamanın etkisi kilometrelerce kare alana yayılmıştı.

Ancak ortada en ufak bir krater veya metal kalıntısı yok-tu. Bu durumda bir göktaşının düşmüş olması ihtimali ortadan [kalkıyordu. Bilim adamları Tsunga'da ne olduğunu hâlâ tam olarak çözmüş değillerdi. Ancak yıllardır Avustralya'da, kara-da, açık arazide ve Kaliforniya'da da su üstü ve sualtı askeri tesislerde bu deprem (Tesla) makinesinin denenmekte olduğu [da sır değil. Buradaki garip tabiat olayları ve sık sık olan depremler ile bilgiler internetteki sitelerde bile yer almakta. Ancak başlangıçta askeri amaçlı olarak geliştirilen bu acayip doğa silahı daha sonra kaynak sorunuyla karşılaşınca barışçı [amaçlarla da kullanılacak şekilde adapte edildi (tıpkı atom [bombası ve TNT gibi).

Makinenin Kaliforniya'da San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü. Tesla Makinesi sayesinde fay hattındaki enerji birikimi çok yük-sek düzeylere çıkmadan, gerilim daha küçükken, suni depremlerle deşarj edilerek boşaltılacak ve böylece büyük deprem önlenecekti. Ancak bu teorinin denenmesi ve deneylerle geliştirilmesi gerekliydi. Hata ve kusurların asgariye indirilmesi şarttı.

Bunun için de San Andreas fay hattına benzeyen fay hatlarıyla, çatal yapan fay gruplarına ihtiyaç duyuluyordu. Bu fay grubu ise Türkiye'deki Kuzey Anadolu fay hattıydı. Geometrisi ve jeolojik yapısı aynı San Andreas karakterindeydi. KuzeyAnadolu fayı ile San Andreas fayı, tıpa tıp birbirine benziyordu. Bu fay üzerinde yapılacak bir ön deşarj deneyi Kaliforniya'daki, gelecekte olacak depremler için çok şey öğrenebilecekti. Amerika bu amaçla yıllarca deney yaptı; bu ve buna benzer deprem bölgelerinde.Pentagon açısından da bulunmaz bir nimetti bu. Bu suretle hem projeye masum bir kılıf bulunuyor, hem de finansman için yeni kaynaklar sağlanıyordu.

Ancak yine de toplu imha silahı olma özelliği ile bu makine askeri nitelikteydi ve onunla ilgili her şey "Çok Gizli damgasını taşıyordu. İşte Amerikalılar bu nedenle İzmit’teki fay hattındaki hareketleri ve enerji birikimini büyük bir gizlilik içinde, herkesten habersiz ama çok yakından takip ettiler.

MTA'nın ve diğer jeolojik ölçüm kurumlarının verilerini inceleyerek ve uzaydan bölgeyi izleyerek burayı adeta abluka altına aldılar. Son gerilimi de böylece çok önceden haber aldılar. Ancak ABD'nin bölge ile ilgili bu hareketliliği ne kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara sızmasını engelleyemedi. Kanadalı bir bilim adamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı. Ve bunu kendi amaçlan doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Ancak ne bu bilim adamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi. izlenen bu enerji birikimi bir süre sonra depreme neden olabilecek büyüklüğe erişecek ve belki de İstanbul’u da tehdit edecek hale gelebilirdi. Bu noktada, Amerikalılar acaba konuyu Türk makamlarına haber vermiş miydi? Ama o gece Gölcük'te askeri tesiste ve Marmara Denizinde bu Tesla makinesi kurulmuş ve çalışmaya hazır hale getirilmişti bile. Türk makamlarına acaba bilgi verilmiş miydi? Yoksa Türk makamlarına İstanbul’da olabilecek bir depremin basıncını azaltacak bir askeri sistemi deneyeceklerini mi söylemişlerdi? Yoksa bunun rutin bir askeri durum olduğunu mu düşünüyorlardı? Bu soruların cevapları hâlâ bir sır.

Gölcük Donanma Komutanlığı'nda görevli asker, astsubay ve subaylar, Donanma karargahında garip bir şey olduğunu fark etmişlerdi. Bu konuyla ilgili bilgiler de nasıl olduysa yukarıda ismini zikrettiğimiz dergide yer almıştı. Peki İsrail askerlerinin bu projedeki yeri neydi? İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük'te ne arıyorlardı? Bu devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslararası bir kimliği yoktu. Ama İsrail subayları ve üst düzey yetkilileri oradaydılar!

Bunun nedenini şimdi çok daha iyi kavrayabiliyoruz. Onlar oradaki Tesla makinesini kurmak ve çalıştırmak ve onun gizliliğini korumak ve her ihtimale karşı bir şeyler ters giderse onu imha etmek için oradaydılar. Bizimkilerin ise bir şeyden haberi yoktu. Bize güvenen de yoktu zaten. İş İsrail’e ihale edilmişti. Ancak o gün nedense hiç kimse israillilere, bugüne kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için geldikleri şeklindeydi. Hemen bir hastane kurdular. Yaralarımızı sarmaya yardımcı olmak için daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını açıkladılar. Neden? Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeyi çıkararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. Biz de "Bak şu İsrail’e, helal olsun, hemen yardımımıza koştu" diyerek sevindik.

Deprem neden gündüz bir saatte değil de çok ilginç bir şekilde gece saat tam 03:02'de oldu? Sanki 03:00 saati depremin başlaması için özel olarak seçilen bir saat gibi. Böyle geç birsaatte olacakları kimsenin görmesi olası değil, gözlemci riski ise en az düzeyde. Tıpkı bir askeri operasyonda olduğu gibi sanki talimatlara saat tam 03:00 olarak giren başlangıç saatinde yeşil ışık yakılmış ve Tesla cehennem makinesi yer altındaki sığınakta ve deniz altında çalışmaya başlamıştı. En geç 1-2 dakika içinde de gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı. Aynen de öyle oldu. Makine gürültüyle enerji toplamaya başlamıştı. Bu sırada, Avustralya'da ve Okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen elektrik boşalması, hava yarılmasından oluşan ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde. Ve arkasından da makinenin boşalması ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya aktarıldı. Ancak hesapta doğanın oyunu yoktu. Oluşan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çıktı. Şiddeti 7.4'e ulaştığında Amerika'da aletler 7.8'i gösteriyordu. Ve büyük bir patlama ile her şey kontrolden çıktı. Tesla deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yeraltında muazzam bir patlamaya neden oldu. Ve bu yeraltı laboratuarlarının tam üstündeki, her şeyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı olması gereken askeri tesisler un-ufak olarak dağıldı.

Hesaplarda hata yapılmış, belki de fay hattının tepkileri ve enerji dağılım değerleri yanlış hesaplanmıştı. Her ne olduysa oldu ve doğanın beklenmeyen bu tepkisi bütün çevreyi yerle bir etti. Bir önlem olarak tüm bölge ve hatta bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme ablukası altına alındı. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiriyle haberleşmesi istenmiyordu. Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin "benim de telefonlarım kesikti" şeklinde garip bir açıklama yapacak ve biz de buna bir anlam veremeyecektik. Demirel tam bir şaşkınlık içindeydi. Ne yapacaklarını bilemedikleri için ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. "Üzgünüz;" dahi diyemediler. Ancak sabah saat 09:00 sularında televizyon ekranlarının karşısına geçip halka üstün körü bir açıklama yapabildiler. Durum vahimdi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan yardımcılarından ve olağanüstü Milli Güvenlik konseyinden görüş alıyor ve Türkiye'ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu. Hemen gerekli sıhhi yardım ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarına Türkiye'ye doğru hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye'ye tam destek vererek ödemeye çalışıyordu adeta.

Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye'ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu.

Her şey kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü karar verilemiyor; kararsızlık içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batıda bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran Tesla makinesinin kalıntılarını toplayıp, yeraltı ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla gelen Rus araştırma gemisi dahi sabah saat 06:30'da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı. Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu.

Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel'in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de telefon irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu. Tek bir telefon dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu. Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanımızın da acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı. CNN haber spikerinin "depremin ardında PKK mı var?" sorusuna, Ecevit ona "siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK'nın ne alakası var?" bile diyemiyordu. Sadece spikerle göz-göze gelmemeye dikkat ederek "sanmıyorum" gibi o günlerde bizi epeyce şaşırtan bir ifade kullanıyordu. Peki, Amerika ne yaptı sonra? Hemen tüm imkanlarını Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton Amerikan halkından Türkiye'ye yardım etmelerini istemedi mi? Kasım'da Türkiye'ye geleceğini ilan edip, Ecevit'in de bu arada Amerika'ya kendini ziyarete geleceğini haber vermedi mi? Ecevit belki de Amerika'ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmaya gidecekti. Nitekim gitti de. Ardından Clinton Türkiye'ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti. ABD'nin bu aşırı ilgisi sadece bir müttefik olmasıyla açıklanamazdı. Bu arada, acaba hükümet içinden sızan bazı bilgiler, bazı bakanların yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına neden olmuş olamaz mı? İlk anda çok yadırgadığımız Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un "yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam" demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz? ABD'nin saygın gazetelerinden New York Post'un haberine bir de bu gözle bakın: "Türk hükümeti, ABD'nin Deniz Hastanelerini Kullanmıyor..

Türkiye'deki şiddetli depremde 27.200'den fazla kişi yaralandı. Ancak yetkililer tarafından dün yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde ABD tarafından gönderilen Deniz Kuvvetleri'ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği bildirildi.

Türkiye'ye gönderilmiş olan uluslararası yardımın çoğunun kullanılmaması Ankara'daki hükümetin eleştirilmesine neden oldu. Türkiye'de yayınlanan Radikal gazetesi dünkü sayısında, 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutulduğunu yazdı.

ABD gemilerinin İzmit’e varışından önce Türkiye Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un, bu gemilere ihtiyaç olmadığına ilişkin sözlerine geniş bir şekilde yer verildi. Ancak ABD Büyükelçiliği, aralarında 600'den fazla yatak taşıyan Kearsarge adlı geminin de bulunduğu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyuşmazlık yaşanmadığını bildirdi." Ne ölenlerimiz geri gelir, ne de anılarımız. Ancak İzmit’te, Gölcük'te, Yalova'da, Halıdere'de, Avcılarda, Bolu'da, Düzce'de ve daha nice yerleşim merkezlerinde enkaz altında yaşamlarını yitiren binlerce Mehmet, Hatice, Ayşe ve Ali'ye karşı bir vicdan borcumuzda mı olmayacak? Onlar geride gözleri yaşlı on binlerce sevenlerini, sıcaklıklarından mahrum bırakırken, sırf Kaliforniya'da Jony'ler, Susanlar ve Alice'ler yaşasın diye yaşamdan çalındıklarını dünya bilmesin mi?

Emekli Bir Subay


...................................................

http://www.meteoquake.org/haarp3.html

17 AGUSTOS 1999 DEPREMI BILINMEYEN VE GIZLENEN GERÇEKLER

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 76 yillik tarihinde Rütbe Devir-Teslim Törenleri Uluslar arasi olmamasina ragmen Israil’li Subaylar neden geldi.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 76 yillik tarihinde, Israil’li Subaylarin TSK devir teslim törenlerinin hiç birine katilmamislar iken, neden 17 Agustos 1999 tarihindeki Donanma Komutanligi’nin devir teslim törenine katildilar.Ruslar’in yardim için gelen gemisi neden bogazlardan içeri alinmadi.(Çünkü Ruslar ABD ve Israil’in TESLA Deprem Makinesini denedigini anlamisti ve kanitlar olabilecegi düsüncesi ile Gölcük’e acilen bir gemi göndermislerdi fakat patlama sonucunda cesetler ve makine parçalarinin açiga çikmasi sebebi ile bunlari birilerinin görmesini istemiyorlardi.)

Gölcük’ten Istanbul Avcilar’a kadar genis bir alanda insanlarimiz tarafindan görülen “Ates Topu”nun ne oldugunun hala açiklanamamasi. (HAARP-TESLA Makinesi sayesinde iyonosfer tabakasindan yeryüzüne yansitilan isik)Depremde görülen bu “Ates Topu”nun, bilim adamlarinin “Deprem Isimasi” oldugunu söylemelerine ragmen, neden diger depremlerde benzeri bir isima yasanmamistir.Furkan Dergisi Temmuz 1999 sayisinda, yer alan ifadeler aynen söyledir. “Mesela basina verilmeyen, ancak istihbarat kapsaminda edindigimiz bilgilere göre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir.

Depremden sonra bir çok teoriler ortaya atilmisti fakat içlerinde en ilginç olani Future Times’da yayinlanan arastirma dizisinde yer alan hikaye söyleydi : Kaliforniya San Andreas fay hattinda meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar verecegini bilen ABD, yer kabugundaki degisimleri izleyerek, daha deprem olusmadan tektonik katmanlar arasinda artan basinci degisik noktalardan patlatip bosaltarak, büyük depremi küçük depremler halinde dönüstürmenin yolunu bulmustu. Yillar önce Sirp asilli Amerikali bilimadami mucit Nicola TESLA tarafindan gelistirilen bu “düsük frekansli elektromanyetik isinimla yüksek enerji nakli” teknigini, hem Ruslar hem de Amerikalilar uzun zamandir bir silah olarak kullanmanin yolunu ariyorlardi. Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan genis alanlarda tahribat yapabileceklerdi.ARASTIRMA :(ABD’nin üçüncü uzay teleskobu Chandra’yi yörüngeye tasiyan Columbia uzay mekigi 23 Temmuz 1999 tarihinde Kennedy üssünden Türkiye saatiyle 07:31’de firlatildi.NASA tarihinde ilk kez kadin pilot Eileen Collins’in komutasinda uzay görevine baslayan Columbia firlatildiktan birkaç saat sonra Chandra X-ray teleskobunu yörüngeye birakti.

Bu teleskop kara delikleri, çarpisan galaksileri ve supernovalarin kalintilarini incelemek için kullanilacak. Kasim 1998'den beri ertelenen görev, sadece bu hafta iki kere ertelenmisti).ABD dünyanin ve kendi insanlarinin tepkisini almamak için bu projeyi barisçi “deprem indirgeme” sistemi diyerek, bir yandan tepkileri azaltip diger yandan fonlama devamliligini saglamayi amaçliyordu. Bu nedenlerle proje önce Avustralya’nin çiplak ve seyrek nüfuslu kirsal bölgelerinde denendi ve gelistirildi. Daha sonra degisik zamanlarda Kafkaslar’da, Okyanus tabaninda ve Güney Amerika’daki Ant daglarinda denendi ve büyük asama kaydetti.Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem kusagindaki ülkelere sismik ag sebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarlarin kayitlarina gönderilmeye baslandi.

Üniversitelerle ortak projeler gelistirildi, yüzlerce bilimadamina Amerika’da deprem konusunda arastirma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliligi esasti. Bu nedenle tüm iliskiler paravan arastirma kurumlarinda yürütülüyordu. Ancak zaman zaman bilgi sizintisina olanak verilerek halkin bu konu hakkinda bilgi sahibi olmasi istendi. Kobe’de ve baska yerlerde meydana gelen depremlerin arkasindaki gariplikler çikar gruplarinca terör ve mafya örgütlerinin isi gibi gösterilmek istendi ve bunda da basarili olundu.Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de denenmek istendi. Zaten bölge bu amaçla yillardir sismik espiyonaj altindaydi. Nitekim gelismeleri takip edenler, depremden hemen sonra, Milli Istihbarat Teskilati’nin girisimleriyle Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletisimini nasil kestigini hatirlayacaklardir.ABD’nin asil hedefi, Kuzey Anadolu fay hattindaki deneyden elde edecegi tecrübe ve bulgulari,Kaliforniya San Andreas fay hattina uygulamakti. Bu is yine çok yüksek askeri gizlilik tasidigindan yürütme isi Israil’li uzmanlara verilmisti. Gerekli makine ve donanim gizlice denizaltilarla Gölcük Üssüne getirilerek oradaki, yeralti-denizalti korunaklarina kuruldu. Türk makamlari durumdan detay bazda haberdar degillerdi. Bunu Israillilerle yürütülen askeri tatbikatin bir parçasi olarak düsünüyorlardi. (Zaten Israillilerle yapilan askeri tatbikat bu operasyon dogrultusunda önceden planlanmistir. Çünkü dünyanin ve Türk Milletinin dikkatlerini çekmemek için tatbikat adi altinda HAARP-TESLA Deprem Makinesini getirip rahatça kurdular.) Böyle bir makinenin denenecegini zamanin Cumhurbaskani, Basbakani, Genel Kurmay Baskani biliyordu, fakat ABD (Siyonistler tarafindan yönetiliyor) ve Israil’liler (Siyonistler) bizimkileri makinenin denenmesi için su sekilde ikna ettiler : olasi Istanbul merkezli bir depremde 100.000 kisinin ölümü, yüz milyar dolari asan maddi kayip ve Türkiye’nin en az 25-30 yil geri gitmesi demektir, diyerek bizimkileri ikna ediyorlar.Israilliler Amerikali’larla gece sartlarinda elektro-sismik haberlesme tatbikati yapacaklardi.

Deney basarili olacagindan sonunda kimse normal disi bir seyin oldugunu farketmeyecekti. Bu amaçla Gece Sahini Tatbikati’nin (Operation Night Hawk) saat 03:00’te baslamasi planlandi. Gece saat tam 03:00’te dügmeye basilacak ve Gece Sahini devreye girecekti. O an uzay filmini andirir devasa cihazlar çalismaya baslayacak ve 1-2 dakika içinde de olusturduklari muazzam enerjiyle Marmara’nin altindaki tektonik tabakayi zayif yerlerinden kirip, aylardir olusan basinci disari atacaklardi. Böylece büyük bir deprem önlenmis olacakti. Ama o gece sabaha karsi birseyler yanlis gitti. Ve beklenen gerçeklesmedi. Hersey bir anda olup bitmisti. Cenab-i Hakk’in Dogasi kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almisti. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmisti. Her yeri bir anda yerle bir etmisti. Zayiflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiginde, gece saat 03:05’i gösteriyordu. Daha birkaç dakika öncesine kadar korunagin içinde SAMPANYA patlatmayi bekleyenler, simdi korkudan buz gibi donmus, hareketsiz ayakta duruyorlardi. Kimsenin agzini biçak açmiyordu. On binlerce insan, çoluk çocuk, o an enkaz altinda can çekisiyor veya cansiz yatiyordu. Bu düsünce ile hepsi ürperdi.

Bu asrin en büyük felaketiydi; hem de insan eliyle yapilan bir felaket…

Sessizligi Israilli komutanin buz gibi emri bozdu: “Lets pack! We’re moving out! Call operation-Q! Right now! Immediately! Stop whinning! Move, move, move!” (Toplanin! Kaçiyoruz! Q planina geçiyoruz. Simdi..Hemen! Hadi, hadi!!!)Iste o andan sonra çantalardan çikan “Q plani” çalismaya basladi. Ilk önce bölgedeki tüm haberlesme ve elektrik enerjisi felç edildi. 4 dakika içinde Israil Baskani Barak ve ABD Baskani Clinton ile irtibat kuruldu. O anda Israil’de Ben Gurion’un Lod askeri havaalanindan 4 adet savas uçagi esliginde 2 nakliye uçagi havalaniyordu. 2 dakika sonra da Israil Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanligi’na bagli tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6’nci filosuna bagli gemiler de rotalarini Istanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldilar.Bu arada ilginç bir sey daha olmustu.

Depremle ilgili haberler birbiri ardina gelirken, bir haber önce görünüp sonra kayboldu. 20 Agustos Cuma aksami televizyonlar bir Israil uçaginin Ataköy açiklarinda denize düstügünü duyurdu. (bu bize Cenab-i Hakk’in bir lütfu ki, bu olaylari kimin yaptigini anlamamiz için isaretler gönderiyor) Ancak bir süre sonra haber kesildi ve uçagin akibeti ile ilgili bir daha haber alinamadi.Olaydan bir gün sonra Deniz Kuvvetleri’nden bir dostum beni aradi ve bu olayda birtakim soru isaretleri bulundugunu, bu konunun perde arkasini arastirmami rica etti. Kisa süre sonra ulastigim bilgiler, gerçekten ilginçti. Uçak, düstükten kisa süre sonra teknesiyle o sirada Ataköy açiklarinda olan balikçi Abdullah KAPLAN tarafindan kurtarilmisti. Abdullah Kaplan olayi su sekilde anlatmisti : “Uçagin düstügünü görünce derhal yardima gittik.

Uçagin kanatlari yara almisti. Hemen uçagi bagladik ve Zeytinburnu limanina çektik. Tesekkür beklerken küfür yedik. Ne oldugunu bile anlamadik.”Bu konu o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanindaydi. Arastirmalar Sahil Güvenlik’in bu konuyla ilgilenmedigini ortaya çikardi. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise sasirtici bir sekilde çekim yapmaktan vazgeçmislerdi. [patronlarindan (Israil-Siyonistler) aldigi emir geregi] Daha sonra uçagi Zeytinburnu’na yanastiran balikçi Abdullah Kaplan, olayi Kumkapi’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti.Kisa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuguna pisman oldu.Uçagin sahibi Israil asilli biriydi. O gece ne oldugu ise bir türlü anlasilamadi.Deprem için 1900’lerin basindan beri Nicola TESLA adindaki Sirp asilli bir bilimadaminin bulusu olan “elektromanyetik endüksiyon teknigi” (TESLA Makinesi) kullanildi. Makinenin ABD Kaliforniya San Andreas fay hattinda olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanilmasi düsünüldü. (ABD’lilerin asgari zarar ve ölümlerinin azaltilmasi için bazi denekler gerekiyordu, onlarin gözünde bir hayvandan bile daha degersiz olan bizim gibi insanlar üzerinde denenmesi normaldi.)

Neden Türkiye diye soracak olanlar için ise; - Türkiye de ne yaparsan yap kimsenin umurunda olmaz, birkaç tane yetkiliyi ikna ettikten sonra her türlü deneyi yapabilirsiniz, bilinçli insan sayisi azdir, genelde okumamis cahildir, arastirmazlar kadercidirler, Kaliforniya San Andreas fay hattinin dünyada tek esi benzeri özelliklere sahip olan ikiz kardesi Kuzey Anadolu fay hattidir, karakterleri aynidir.Ancak ABD-Israil’in bölge ile ilgili bu hareketliligi ne kadar gizli olursa olsun bazi kaynaklara sizmasini engelleyemedi. Kanadali bir bilimadami her nasilsa bu gizli verilere ulasarak, bölgede bir deprem olacagini ve bunun için bölgenin takip altina alindigini anladi. Ve bunu kendi amaçlari dogrultusunda yaklasik 48 gün ve 240 km hata ile yayinladi. Ancak ne bu bilimadamina, ne de yayinina daha sonra nedense kimse dikkat etmedi.Gölcük Donanma Komutanligi’nda görevli asker, astsubay ve subaylar, Donanma karargahinda garip birseyler oldugunu farketmislerdi. Bu konuyla ilgili bilgiler de nasil olduysa yukarida ismini zikrettigimiz dergide yer almisti. Peki Israil askerlerinin bu projedeki yeri neydi? Israilli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük’te ne ariyorlardi? Bu devir teslim töreni her yil yapilan rutin bir ulusal törendi. Uluslar arasi bir kimligi yoktu.

Ama Israilli subaylar ve üst düzey yetkilileri oradaydi! Peki ne ariyorlardi Gölcük’te?Bunun nedenini simdi daha iyi kavrayabiliyoruz. Çünkü bu proje Israile ihale edilmisti. Bizimkilerin ise bir seyden haberi yoktu (Cumhurbaskani, Basbakan, Genel Kurmay Baskani hariç). Bize güvenen de yoktu zaten. Ancak o gece nedense hiç kimse Israillilere, bugüne kadar hiç katilmadiklari bu devir teslim törenine neden katildiklarini sormadi. Ya saskinliktan ya da telastan, enkaz altinda kaç Israil askerinin öldügü, kaçinin yaralandigini da soran olmadi. O felakette kaç Israil askerinin öldügünü ne Genelkurmay yayinladi ne de Israil böyle bir bilgiyi açiklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardim için geldikleri seklindeydi.

Hemen bir hastane kurdular. Yaralarimizi sarmaya yardimci olmak için daha sonra o bölgede bir yerlesim merkezi kuracaklarini açikladilar. (Israilliler bizim kara kasimiza kara gözümüze mi hayranlar, bizi çok mu seviyorlar, bizi çok sevdikleri için mi Türkiye’nin dogusunu kendi topraklari olarak gösteriyorlar. Arz-i Mev-ud, Vaad edilmis topraklar Büyük Israil Devleti). Esas amaçlari enkaz altindaki askerlerini ve önemli askeri malzemeleri çikararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. Bizde “Bak su Israil’e, helal olsun, hemen yardimimiza kostu” diyerek sevindik.Bu operasyon neden gündüz degil de gece olmustu? Çünkü olacaklari kimsenin görmemesi ve gözlemci riski ise en az düzeyde oldugu için gece oldu. Gece saat 03:00’te operasyonun baslamasi için yesil isik yakildi. TESLA Cehennem makinesi yer altindaki siginakta ve deniz altinda çalismaya baslamisti. En geç 1-2 dakika içerisinde gücü en üst düzeye ulasmis olacakti. Aynen de öyle oldu. Makine gürültüyle enerji toplamaya baslamisti. Bu sirada, Avustralya’da ve Okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen elektrik bosalmasi, hava yarilmasindan olusan isiklar ve patlamalar olustu atmosferde. Ve arkasindan da makinenin bosalmasi ile birlikte yer yarildi ve olusturulan enerji dogaya aktarildi.Ancak hesapta doganin (Cenab-i Allah’in) oyunu yoktu. Olusan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çikti. Siddeti 7.4’e ulastiginda Amerika’da aletler 7.8’i gösteriyordu. Ve büyük bir patlamayla her sey kontrolden çikti. TESLA deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayip parçalandi ve ortaya çikan güç yeraltinda muazzam bir patlamaya neden oldu.

Ve bu yer alti labaratuvarinin tam üstündeki, herseyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barindiran ve 8 siddetindeki depreme dahi dayanikli olmasi gereken askeri tesisler un-ufak olarak dagildi. (demek ki deprem 8’den daha siddetli oldu) (ABD’li ve Israilli Siyonistler bir insan olarak Cenab-i Allah’in doga olaylarina karisamayacaklarini anlayamamislardi,)Bir tedbir olarak tüm bölge ve hatta bütün Istanbul 4 saat süreyle bir haberlesme ablukasi altina alindi. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiri ile haberlesmesi istenmiyordu. Cumhurbaskani dahi sabahleyin “benim de telefonlarim kesikti” (Türkiye’de bütün her yerin telefonlari dahi kesilse önemli kurumlarin kesilmez çünkü uydu telefonlari vardir. Ama uydu iletisimini dahi kestiler) seklinde garip bir açiklama yapacak ve biz de buna bir anlam veremeyecektik. Demirel tam bir saskinlik içindeydi. (Cumhurbaskani’nin saskinligi normaldir çünkü o na böyle bir seyin olacagi ihtimali söylenmemisti. Bu olay duyulur ise Türk halkina nasil izah edecegini bilmedigi için saskinlik içinde idi.) (Hos bu olay ortaya çiksa bile bu olayi terör örgütü veya mafyanin yaptigi açiklamasi yapilacakti.)Ne yapacaklarini bilmedikleri için ne Cumhurbaskani, ne de Basbakan saatlerce bir sey diyemedi, demeç veremediler. “Üzgünüz” dahi diyemediler.

Ancak sabah saat 09:00 sularinda televizyon ekranlarinin karsisina geçip halka üstün körü bir açiklama yapabildiler. Durum vahimdi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakif olan yardimcilarindan ve olaganüstü Milli Güvenlik konseyinden görüs aliyor ve Türkiye’ye nasil yardim edilecegini hesapliyordu. Hemen gerekli sihhi yardim ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarina Türkiye’ye dogru hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye’ye tam destek vererek ödemeye çalisiyordu adeta.Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler aliniyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ye karsi olan hasmane tutumuna son vermesi saglaniyordu. Tüm Bati baskentleri hareket halindeydi, panik yoktu. Hersey kontrol ve koordinasyon altindaydi; bir tek Türkiye disinda. Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karsi nasil tavir almalari gerektigine bir türlü karar verilemiyor; kararsizlik içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne oldugunu anlamaya çalisiyorlardi.Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasinda Bati’da bu hareketlilik yasanirken bölgede de çok hizli ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi.

Ancak herkes kendi derdine düsmüs oldugundan bu olaganüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu isi planlayanlar, gecenin karanligindan da yararlanip denizaltindan parçalari yüzeye vuran TESLA makinesinin kalintilarini toplayip, yer alti ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanlari canli canli gömerek tüm izleri yok etmeye çalisiyorlardi. Ve bölgeye son hizla Rus arastirma gemisi dahi sabah saat 06:30’da bölgeye vardiginda, havanin aydinlanmasiyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamisti. Deniz altinda olusan radyasyon anlasilmasin, dibe çöken kalintilar arastirilmasin ve patlama sonucu meydana gelen denizalti krateri ve çukur ortaya çikarilmasin diye bu bölge derhal askeri karantinaya alinarak dalisa yasak bölge ilan ediliyordu.Ancak bütün bu temizlikler yapildiktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onlarin dahi ne bölgeye uçuslarina, ne de telefon irtibati kurmalarina izin vardi.

Sanki koskoca Istanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratiklar tarafindan abluka altina alinmisçasina tam bir haberlesme karanligina sokulmustu. Tek bir telefon dahi çalismiyor, elektrikler verilmiyordu.Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden (olmayan vicdanlarinin azabi çektikleri için, yillardir bu milletin sirtindan geçindikleri için) olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanimizin da acisiyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünlesemiyorlardi.(Eger olay ortaya çikmis olsa idi bu olay PKK terör örgütünün üzerine atilmak sureti ile geçistirilecekti. Bu dogrultuda CNN haber spikeri Patronlari olan ABD-Israilli Siyonistlerden aldigi emir dogrultusunda Ecevit’e su soruyu yöneltiyordu.) CNN haber spikerinin “depremin ardinda PKK mi var?” sorusuna, Ecevit ona “siz ne saçmaliyorsunuz, deprem ile PKK’nin ne alakasi var? Bu deprem Cenab-i Allah tarafindan gönderilen bir doga olayidir!!” demesi gerekir iken, diyemiyordu.

Sadece spikerle göz göze gelmemeye dikkat ederek “sanmiyorum” gibi o günlerde bizi epeyce sasirtan bir ifade kullaniyordu.Peki, Amerika ne yapti sonra? Hemen tüm imkanlarini Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton Amerikan halkindan Türkiye’ye yardim etmelerini istemedi mi? Kasim’da Türkiye’ye gelecegini ilan edip, Ecevit’in de bu arada Amerika’ya kendini ziyarete gelecegini haber vermedi mi? Ecevit belki de Amerika’ya bu felaketin ve binlerce sehidin diyetini konusmaya gidecekti. Nitekim gitti de. Ardindan Clinton Türkiye’ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti, insanlarla konustu, bizleri çok sevdigi imaji verdi, bebekleri kucagina alip sevdi, onlara hediyeler ve yardimlar verdirdi. (bizlerde; ABD-Israilli Siyonistler bizi ne kadar çok seviyorlar mis dedik) ABD’nin bu asiri ilgisi sadece bir müttefik olmasiyla açiklanamazdi.Bu arada, acaba hükümet içinden sizan bilgiler, bazi bakanlarin özellikle MHP kanadinin yabancilara karsi saldirgan tavir takinmalarina neden olmus olamaz mi? Ilk anda çok yadirgadigimiz Saglik Bakani Osman DURMUS’un “yabancilara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam” demesini simdi yadirgayabiliyor musunuz?

ABD’nin saygin gazetelerinden New York Post’un haberine bir de bu gözle bakin:“Türk hükümeti, ABD’nin Deniz Hastanelerini kullanmiyor…Türkiye’deki siddetli depremde 27.200’den fazla kisi yaralandi. Ancak yetkililer tarafindan dün yapilan açiklamada, depremin meydana geldigi tarihten itibaren geçen iki haftalik süre içinde ABD tarafindan gönderilen Deniz Kuvvetleri’ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanin bile tedavi edilmedigi bildirildi.Türkiye’ye gönderilmis olan uluslar arasi yardimin çogunun kullanilmamasi Ankara’daki hükümetin elestirilmesine neden oldu.Türkiye’de yayinlanan Radikal gazetesi dünkü sayisinda, 750 ton yardim malzemesiyle yüklü bir Israil gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutuldugunu yazdi.ABD gemilerinin Izmit’e varisindan önce Türkiye Saglik Bakani Osman DURMUS’un, bu gemilere ihtiyaç olmadigina iliskin sözlerine genis bir sekilde yer verildi.Ancak ABD Büyükelçiligi, aralarinda 600’den fazla yatak tasiyan Kearsarge adli geminin de bulundugu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyusmazlik yasanmadigini bildirdi.”Ne ölenler geri gelir, ne de anilarimiz.Ancak Izmit’te, Gölcük’te Yalova’da Halidere’de Avcilar’da,Bolu’da Düzce’de ve daha nice yerlesim merkezinde enkaz altinda hayatlarini yitiren binlerce Mehmet, Hatice, Ayse ve Ali’ye karsi bir vicdan borcumuzda mi olmayacak? Onlar geride gözleri yasli onbinlerce sevenlerini, sicakliklarindan mahrum birakirken, sirf Kaliforniya’da Jony’ler, Susan’lar ve Alice’ler yasasin diye yasamdan çalindiklarini dünya bilmesin mi?

Emekli Bir Subay.

17 Agustos depremi kuskusuz hepimizi derinden sarsti. Deprem bütün ülke halkini derinden üzerken, depremin açtigi yaralar hâlâ tam haliyle sarilabilmis degil.Açikça söylemek gerekirse 17 Agustos Gölcük depreminden sonra ben de yukaridaki senaryoya benzer seyler düsünmüstüm. Daha sonra sagduyusuna güvendigim bir dostuma “acaba onlarin isi olabilir mi?” diye sordum. Önemli bir devlet kurumunda uzman olarak çalisan dostum “Açikçasi ben de ayni seyi düsündüm” diye cevap verdi, son derece sakin bir sekilde…Kisa süre sonra yalniz olmadigimiz ortaya çikti ve Sabah gazetesinden Can Atakli kösesinde sunlari yazdi : Yenisafak gazetesinden Taha Kivanç’in yazisi : Sabah gazetesinden Sedat Sertoglu bu konuda en detayli yaziyi yaziyordu Yazi metinleri ekte),Bu yazi Sayin Aydogan VATANDAS Bey’in “HAARP-KIYAMET TEKNOLOJISI” adli kitabindan özet olarak alinmistir.(Parantez içindekiler benim arastirma ve yorumlarim)INANMASANIZ DA OLURTaha KIVANÇ - 15 Kasim 1999 - Yenisafak GazetesiIster inanin ister inanmayin, bundan 2,5 ay önce, “Gerçek degil, hayal” baslikli Kulis’i yazarken olayin bu boyutlara varacagini hiç hesap etmemistim. Dikkatimi çeken bir filme isarette bulunmustum o yazida; Bill Clinton’un Türkiye’ye gelisi, filmin konusu ve deprem olaylari arasinda irtibat kurmustum… Sonunda, o yazida ‘hayal’ diye kaydettigim gelismelerin hemen hepsi fazlasiyla gerçeklesti. Üstelik Clinton da beklendiginden bir gün önce (dün) ülkemize geldi… Sanki komplolara meydan okuyor Clinton…O yazima esas teskil eden filmin adi ‘Komplo Teorisi’; basrolde ünlü sanatçilar Mel Gibson ve Julia Roberts oynadigi için dünyanin her tarafinda milyonlarca sinemasever tarafindan izlendi film. Üsütük görüntüsü veren bir taksi soförü, adalet bakanliginda çalisan bir genç kadinla ilgileniyor. Genç kadin da soförü ciddiye almiyor önceleri, ancak birbiri ardina meydana gelen olaylar kadinin gözünü açiyor. Izleyiciler olarak bizim zihnimiz karisiyor film boyunca, karsimiza çikan olaylarin hangisi gerçek, hangisi ‘komplo’ ayirt edemez oluyoruz…

Mel Gibson’un canlandirdigi üsütük görüntüsü veren taksi soförünün filmdeki adi Jerry Flecher… Adam soförden öte bir sey; ‘Komplo Teorisi’ adiyla sadece sinirli sayidaki abonelerine gönderdigi haftalik bir haber bülteni de çikartiyor… Bültenin son sayisinda bir kaç senaryoya yer veriyor Flecher; bunlardan en önemlisi, NASA’nin, ödeneklerini kesen ABD baskaninin hayatina kast eden bir komployu sahneye koyacagini tahmin etmesi… Flecher gazetelerde öylesine yayimlanan bir kaç masum haber arasinda irtibat kuruyor ve NASA’nin uzaya gönderdigi bir araçtan yeryüzünü harekete geçirecegini, depreme sebep olacagini tahmin ediyor… Jerry, Avrupa gezisi sirasinda ziyaret edecegi Türkiye’de, NASA’nin yapay hareketlendirmesiyle meydana gelecek yer sarsintisinda, ABD baskaninin hayatini kaybedecegini de öngörüyor…

Filmi, ya da o filmin hikâyesine temas ettigim Kulis’i hatirladiniz mi? Senaryoyu kaleme alanlar, Türkiye’deki muhtemel depremin siddetini bile dogru tahmin etmislerdi: 7.4… Ben filmin senaryosundaki bizi ilgilendiren ilginç ayrintilara Kulis’te temas ettikten (25 Agustos 1999) sonra, ‘Komplo Teorisi’ filmi benim isaret ettigim özellikleriyle bazi gazetelerde birinci sayfa haberi oldu. Dünyanin çesitli yerlerinde meydana gelen depremlerdeki garip baglara, ilintilere dikkat çekilen mesajlar Internet’te dolasip durdu. Önceki gün Düzce’de yeni bir deprem meydana geldiginde ‘Komplo Teorisi’ filmi yeniden hatirlandi…

Bakin 2,5 ay önceki o Kulis’te neler yazmisim: “Beynim Jerry Flecher gibi komplo teorilerine fazla çalismaz; NASA gibi bir kurumun istedigi yerde istedigi zaman yeri harekete geçirebilecegine inanmam da mümkün degil benim. Jerry Flecher olsaydim, ‘Komplo Teorisi’ filmini bütünüyle gerçek hale getirecek bir senaryo yazmam mümkün olurdu. Sirf Clinton’u ortadan kaldirmak için harekete geçen birileri, iz sürenleri sasirtmak için, ellerindeki teknik gücü filmde öngörüldügü sekilde bir kere degil iki kere kullanmaya kalkismis olabilirler pekâlâ. Birincisi, Gölcük merkezli bir deprem için, ikincisi de baskani ortadan kaldiracak Istanbul merkezli ikinci bir deprem için… Tabii böyle bir senaryo ancak Jerry Flecher’in hayal dünyasinda bulunabilir…”

Tabii, Düzce merkezli yeni depremden sonra senaryo biraz degismek zorunda; iki degil üç ayri deprem planlamak gerekiyor çünkü. Biri Gölcük merkezli, digeri Düzce merkezli, bir de bu ikisinin hazirladigi zihinlerin kabul edebilecegi daha güçlü bir üçüncü deprem… Bill Clinton NASA’nin ödeneklerini kisiyor mu, NASA yapay depreme sebep olabilecek teknolojiye sahip mi, su siralarda Türkiye’nin üzerinde NASA’ya ait bir uzay araci dolasiyor mu? Bu sorularin hiçbirinin cevabini bilmiyorum ben. Zaten Jerry Flecher degilim ki, birbiriyle ilintisiz olaylar arasinda bu tür iliskiler kurabileyim.

Su siralarda cevabini en çok merak ettigim soru ne biliyor musunuz? “Acaba Bill Clinton Komplo Teorisi filmini gördü, Brian Helgeland’in yazdigi senaryoya dayali filmin basarisindan sonra J. H. Marks’a yazdirilan romanini okudu mu?”SISMIK BOMBA SÜPHESICan ATAKLI - 31 Agustos 1999 – Sabah GazetesiAdam diyor ki: “Deprem olmadi, sismik bomba atildi” al basina belayi, olacak is mi, ama seytan da dürtüyor “neden olmasin?” diye.

Balikçinin biri “Tam deprem olurken göge bir ates topu yükseldi, gökyüzü aydinlandi, yildizlari tutacak gibi oldum” demesiydi belki de “fisilti gazetesi”nin tiraji bu kadar büyük olmayacakti. Balikçinin bu ifadesini baska görgü taniklari da destekleyince ve bir de üstelik Büyükada açiklarinda “aglarin eridigi” söylentisi yayilinca “komplo teorileri” de devreye girdi.

Yarin depremin üçüncü haftasina giriyoruz. Ilk haftanin sonundan beri konusulan bir konu var. Hatta öyle ki kimi okurlar “Kardesim bunu niye yazmiyorsunuz, niye sakliyorsunuz? diye sitem bile ediyor.

Konu su: Marmara’daki depremin “görülmemis” ölçüde büyük olmasinin nedeni sadece doga olayi olmayabilir, Izmit Körfezi’ne “sismik bomba” atilmis olabilir.

Böyle bir bomba var mi?

Su ana kadar böyle bir bombanin imal edilip edilmedigi konusunda resmi bilgi yok. Yok ama, teknik olarak mümkün. Sismik bomba su oluyormus: Dünyanin çevresine yerlestirilmis bir uydu, dünyanin herhangi bir bölgesine, insan kulaginin asla duymayacagi çok güçlü ses dalgasi gönderiyor. Bu da yer sarsintisina neden oluyor. Eger bu ses dalgalari kirilmaya yüz tutmus fay hatlarina gönderiliyorsa, sarsinti çok daha siddetli oluyor.

Madem lafa girdik, artik sürdürecegiz mecburen. “Sismik bomba atilmis olabilir” teorisi nereden kuvvet buluyor? “Fisilti gazetesi”nin haberlerine göre, CNN’de Ecevit’e sorulan bir soru akillari karistirmis. CNN muhabiri “Depremde PKK parmagi olabilir mi?” diyor, Ecevit de “Zannetmiyorum” karsiligini veriyor, konu kapaniyor. Ama “komplo teorisi üretecek kapasitede” beyin tasiyanlarda merak basliyor. “Ne demek PKK parmagi, yani biri istese deprem yapabiliyor mu?

Ardindan su siralarda CINE-5’te gösterilmeye baslanacak olan, “Komplo Teorileri” isimli film geliyor. Izlemeyenler için yaziyorum, eski bir ajan olan filmin kahramani, çesitli teoriler üretiyor ve ilgili makamlara bildiriyor. Bunlardan biri Amerika Baskani’na düzenlenecek suikastle ilgili. Filmin kahramani diyor ki “Baskani öldürmek isteyenler, Türkiye gezisini bekliyor. Baskan Türkiye’deyken, sismik bomba atilacak, deprem olacak, Istanbul yikilacak, baskan da enkaz altinda kalip ölecek.”

Nitekim filmin ilerleyen dakikalarinda Baskan Türkiye’ye gelmeden az önce deprem oluyor ve binlerce kisi ölüyor.

“Fisilti gazetesi”nin yaydigina göre, Izmit Körfezi’ndeki alev topu, denizin içinde bulunan ve lava benzeyen madde, Altinci Filo’nun gelisi, bir Rus arastirma gemisinin depremden iki saat sonra Marmara’ya girisi, bir Amerikan heyetinin Tsunami olup olmadigini arastirmak için bölgeye gelip dalis yapmasi, Amerika’nin fevkalâde yakin ilgisi, uzmanlarin yeni deprem olabilir uyarilari “depreme baska seylerin karistigi” sanilarini arttiriyormus.

Tabii böyle anlarda insan beyni “normalden çok farkli” çalisiyor. Hele bizim gibi pekçok ise seytanin karistigi ülkelerde bu tür “paranoyak” düsünceler ortaya çikiyor. Çikmakla da kalmiyor, bir sürü insan inanmasa da “Valla neden olmasin?” sorusunu soruyor. Olabilir mi?

Buraya kadar “fisilti gazetesi”nin yayinlarindan derlenen bilgileri okudunuz. Peki gerçekten böyle bir bomba olabilir mi, olsa bile bunu kim, hangi amaçla ve Türkiye’nin kalbine atacak cesareti nasil kendinde bulur?

Filmdeki gibi “cani bir bilimadami” olmasi mümkün degil. Bu silahi elinde tutan bir devletin su ya da bu nedenle bunu yapmasi da günümüz dünyasinda mümkün olamaz.

Geriye bir tek “yanlislik” ve sanal hedef olarak da Izmit Körfezi’ni nisanliyor. Ama ne oluyorsa oluyor, sistem devreye giriyor. Ondan sonrasi malum.

Uçuk gibi geldi size de degil mi? Bana da öyle.

Amaaa, Ege Denizi’nde bir Amerikan gemisinin, dünyanin en gelismis teknolojisi ile denetlenen atesleme sisteminin, “yanlislikla” devreye girdigini ve gidip bir Türk savas gemisini, en önemli noktasindan vurdugunu, pekçok Levendimizin SEHIT oldugunu da unutamiyorum bir türlü.”

CAN ATAKLI SIMDI ISSIZ……………

H A A R PSedat SERTOGLU – 24 Agustos 1999 – Sabah Gazetesi

Bu harfler, ABD’nin en gizli askeri projelerinden biri olan “High Frequency Active Auroral Research Program” isminin bas harfleri… Adindan görüldügü gibi yüksek frekansla ilgili bir program bu…

Bu konuyu gündeme getirmemizin nedeni, son zamanlarda bazi kisilerin Internet araciligi ile HAARP projesini, Yildiz Savaslari filmleri senaryosu türünden senaryolarla Körfez depremine baglayip, birbirlerine iletmeye baslamalari. Hayal gücü oldukça yüksek bir milletiz. Kendimiz uydurup, sonra da kendimiz inaniyoruz. “Fisilti gazetesi” akil almaz bir hizla yalan yanlis herseyi yayiyor. Bu nedenle konuyla ilgili dogrulari bilmekte yarar var..

Bu proje 6 yildan beri, Alaska’da Gakona askeri üssü yakinlarinda, ABD Hava ve Deniz Kuvvetleri’nce gerçeklestiriliyor. Resmi amaci, Iyonosfer’de arastirma yapmak. Bu projenin gerçeklesmesinde üç Amerikan sirketi ARCO, Raytheon ve E-Sistemleri, önemli rol oynadi ve hâlâ oynuyor..

Amerikali askeri yetkililere göre, HAARP sunlari gerçeklestirecek:

1-Atmosferdeki termonükleer araçlarin elektromanyetik vuruslarini degistirmek,

2-Denizaltilarla haberlesmeyi kolaylastirmak,

3-Radar sistemlerini son derece gelistirmek,

4-Çok büyük bir bölgede, ABD ordusu disinda tüm haberlesmeyi durdurmak,

5-EMass ve Cray bilgisayarlari ile ortaklasa, topragin altini çok derinlere kadar incelemek,

6-Büyük alanlarda petrol, dogalgaz ve mineralleri tespit etmek,

7-Cruise füzeleri gibi her türlü saldiri silahi ve uçagi havada imha etmek.

Gelelim, bu projeye karsit olan Amerikali bilimadamlari da var. Bunun son derece tehlikeli oldugunu savunuyorlar. Çünkü, onlara göre, HAARP öylesine bir güç haline gelebilir ki, elinde tutan dünyanin tartismasiz hakimi olur..

Projenin karsitlarindan biri olan, ülkenin en ünlü jeofizikçilerinden Prof.Gordon J.F.MacDonald’e göre, elektromanyetik teknoloji bakin daha neler yapabilir:

1-Iklimleri degistirebilir,

2-Kutuplari eritebilir veya yerinden oynatabilir,

3-Ozon tabakasi ile oynayabilir,

4-Deprem yaratabilir,

5-Okyanus dalgalarini kontrol edebilir,

6-Dünyanin enerji alanlari ile oynayarak, insan beynini kontrol altina alabilir,

7-Radyasyon yaymayan termonükleer patlama olusturabilir…

Bunlar yapabildiklerinin sadece bir kismi.. Dehset degil mi?

Ancak, Amerika Hava Kuvvetleri, iklimlerin kontrolünü amaçlayan “Spacecast 2020” projesi ile ilgili olarak “Çevreyi degistirme teknikleri ile bir baska ülkeyi yok etmek veya zarara ugratmak yasaktir” açiklamasini da yapmis durumda…

Bu proje çok küçük sinyallerle çok büyük enerjileri kontrol etme mantigi üzerine kurulduguna göre, Zbigniev Brezinski’nin 1970’lerde sözünü ettigi “Ilerki yillarda teknolojiye bagli daha kontrollü bir toplum olacagi ve elitlerin bu imkani kullanacagi” cümlesi sanki gerçek oluyor…

ABD eski Baskani George Bush, “Yeni Dünya Düzeni” cümlesini kullanirken, acaba sadece, siyasi anlamda mi bunu söyledi?

Sizce HAARP ile ilgili bir baska ilginç seyi anlatalim… Bu konuda Web’de açilan sayfalar, buradaki konusmalar, gelen bilgiler, tartisilan konular sik sik esrarengiz eller tarafindan silinip yok ediliyor. HAARP, bu konuyu inceleyenlere göre, 1994 yilindan bu yana, en çok sansüre ugrayan konu durumunda…

Bir de bu konuda yazilmis olan ve adini çok ilginç buldugumuz bir kitaptan söz edelim: “Angels D’ont with HAARP..”

HAARP tartismasi ABD’de daha çok uzun sürecege benziyor.

...............................................


HAARP: Sadece bir akademik arastirma mi?

High-frequency Active Auroral Re-search Program (HAARP) dünyanin en büyük ve en güçlü radyo transmiterlerinden (iletici) birini imal etme projesidir. Proje, Amerikan Hava ve Deniz Kuvvetleri tarafindan ortaklasa finanse ediliyor. 30 milyon dolarlik programin yürütme görevi ise Alaska Üniversitesi'nin. Proje, Alaska/Gakona'nin 11 mil dogusunda hâlâ insa halindedir. 1993 yilinda uygulamaya konan programin 2002 veya 2003 yilinda tamamlanmasi bekleniyor.

HAARP dev antenlerden sinyaller gönderecek yüksek frekans transmiterlerinden ve bunun disinda 19 enstrümandan ibaret. Geçen yillarda 48 anteni insa edilmis olan ve 5 arc'lik bir alana yayilan HAARP, program tamamlandiginda her biri 2 tane 10 kilowatthk radyo transmiterli 180 antene sahip olacak ve 33 acr'lik bir alana yayilacak. Enerji için dizel jeneratörler kullanilacak ve 3.6 megawatthk radyo sinyalini ionos-fere gönderme kapasitesine sahip olacak. Kisaca HAARP, inanilmaz güç düzeylerinde ELF (extremely low frequ-ency-son derece düsük frekans) ve VHF (very high frequency-çok yüksek fre-kans) transferine yetenekli, dünyanin en büyük radyo frekansi (RF) transmitteri olacak.

HAARP'm siradan bir radyo istasyonundan farki daha güçlü olmasi ve antenlerinin yönlendirilebilir ve belirli bir noktaya odaklanabilir olmasi. Bunun anlami 3.6 megawattlik radyo sinyali sadece gelisigüzel bir sekilde disari yayilmayacak, bunun ötesinde, bu radyo sinyalleri bir isinin içinde yükselebilecek. Bu isinin parlakligi radyo mühendislerinin "effective radiated power" (ERP-etkili isinsallastirilmis enerji) olarak adlandirdiklari sey. HAARP'in tamamlanmis hali 4.7 gigawatt civannda ERP'ye sahip olacak.

Desinatörieri HAARP'in enerji üretmeyecegini, sadece kendine yüklenen enerjiyi istenen belirli noktalara transfer edecegini belirtiyorlar.

Konuyu daha iyi kavrayabilmek için Daily News gazetesinden Doug O'Har-ra'nin verdigi bir örnegi aktaralim. iki elektrik ampulü düsünün. Bu ampullerin bir tanesi 100 watt digeri 1000 watt. Onlari bir alanin ortasina yerlestirin. 1000 wattlik ampul 100 wattlik ampul-den 10 kez daha parlaktir. 10 kat fazla enerji yayar. Şimdi, 100 wattlik ampulü isigin isinini 10 kez parlaklastiran bir reflektör (yansitici) ile birlikte bir elektrik fenerinin içine yerlestirin. Elektrik feneri 1000 wattlik bir ERP'ye sahip olacaktir. Eger bu size çevrilirse, 100 wattlik elektrik feneri 1000 wattlik ampul gibi parlak görünecektir. Hâlâ sadece 100 watt gönderiyor fakat sinirli biryerden 1000 wattlik ampul kadar parlak görünüyor olacaktir.

Mühendisler HAARP'in antenlerinin radyo enerjisinin üzerinde elektrik feneri reflektörü gibi hareket edecegini söylüyorlar. Tonosferin bir bölümü üzerinde, 4.7 giga-watt ERP'ye sahip bir isin içinde, 3.6 megawatt odaklayacaktir.

Eger HAARP'in bütün antenleri en yüksek frekansina, 10 Mhz civarina, getirilirse ve ionosferin en alçak bölümüne, 50-55 mil civarina, hedeflenirse, radyo isini tarafindan vumlan alan 30 mil kare civarinda olacak. HAARP mühendislerine göre bu, HA" ARP'in çalisabilecegi en dar ve en çok odaklanmis alan. Diger yerlesimlerde ve irtifalarda isin, enerjisini daha genis bir alan üzerinde yayabilecek.

Aslinda HAARP gizli bir proje degil. Amerikan Savun-ma Bakanligi da HAARP'm varligini diger projelerde oldugu gibi inkar etmiyor. Internette HAARP'in kendi web sitesi bile var. Giz ve ihtilaf, amaçlar ve sonuçlar söz konusu oldugunda basliyor.

Bu ihtilafli projenin yöneticisi olan John Heckscher'e göre HAARP'in amaci gayet masumane: HAARP, iyonosferi dev bir anten olarak kullanabilmek amaciyla, bir ionosfer yamasini isitmak için arastirmacilarin kullanabilecegi bir alet. HAARP tamamlanip harekete geçirildigi zaman, dev antenler, ayni zamanda yüksek frekansli radyo dalgalarmi dar bir isinin içinden ilete-cekler. Bu radyo dalgalan ionosfere gönderilecek.

Bu yüksek frekans radyasyon isini ile, arastirmacilar elektrojetin (aurorasal perde boyunca bir milyon amperlik dogal akimlar) küçük bir parçasini degistirebilecekler. Elektrojetin gücünün degistirilmesiyle, ionosferin çok düsük frekansi (extremely low ferquency-ELF) radyo dalgalan üretmek için kullanilmasi mümkün hale gelecek. Geophysical Institute (Jeofizik Enstitüsü) yöneticisi Syun Akasofu'ya göre HA-ARP gibi bir araç olmadan, bu frekans genisliginde yayin yapabilmek için yüzlerce mil uzunlugunda bir antene ihtiyaç vardir. HAARP etkili bir sekilde aurorayi bir çesit antene dönüstürüyor. Çünkü ELF radyo dalgalari okyanuslara nüfuz edebiliyor. Böylece denizaltilar suyun yüzeyine çikmak zorunda kalmadan radyo sinyallerini alabilecek. ELF dalgalari ayrica uzun mesafeli komünikasyonlari kolaylastirabilecek. ELF dalgalari, aynen okyanusa oldugu gibi, yeryüzüne de derinden nüfuz edebilecek. Monitöre bagli bir alici kullanarak, objelerden dünyanin yüzeyine siçrayan dalgalar sayesinde tüneller veya gizli yeralti barinaklarinin varligi ortaya çikacak. Bu jeologlarin yeralti minerallerini ve petrol depolarini bulmak için yillardir kullandiklariyla ayni teknik.

Heckscher'e göre HAARP'm yayacagi sinyaller hükümetin herhangi bir elektrik sinyali için uygun buldugu güvenlik düzeyinden bir milyon kez daha az tehlikeli. HAARP'm transmiteri halihazirda 1/3 megawatt güce sahip. Gelecek yillarda bu rakam 3 megavvatt'a ulasacak. Heckscher HAARP'm ionosfer üzerindeki etkisinin az olacagini basit bir örnekle açiklamaya çalisiyor: Küçük bir elektrik bobmim bir fincan kahveye veya büyük bir nehire daldirmak. Heckscher'e göre HAARP ile yapilacak olan ikincisi. Akasofu da bu gibi durumlarda hep ifade edildigi gibi, HAARP Projesi'nin dogaya ve insanlara ciddi zararlari olacagi iddiasinin bir bilim kurgu oldugunu söylüyor. Ona göre projenin, transmiter faaliyet halindeyken o yörede uçan uçaklardaki elektronik ekipman için potansiyel bir tehlikesi var. Fakat buna karsi güvenlik tedbirleri mevcut. HAARP operatörleri Federal Aviation Administration'a HAARP'in iletim takvimini verecekler ve mühendisler yörede uçan uçaklarin güvenligini temin etmek için HAARP'a uçak belirleme radarlari yerlestirecekler. Ayni prosedür roketler için de takip edilecek.

HAARP'I desifre etme girisimleri

HAARP'a karsi muhalefet önce internet kanalinda basladi. Pek çok insan Alaska'daki süpheli askeri faaliyetlere dikkat çekmek için interneti kullandi. Protestonun basili kismi, daha sonra Alaska'da yasamaya baslayan bir antinükleer aktivist Dennis Specht, Nexus adli dergiye HAARP konulu bir haber gönderdiginde basladi. Daha sonra, Alaskali bir politik aktivist ve Anchorage'da bilimsel arastirmaci olan Nick Begich, kendilerini teknokesisler olarak tanimlayan, Arizona/Sedona'da yasayan Patrick ve Gael Crystal ile net üzerinden iletisim kurdu ve onlardan bir Avustralya dergisi olan Nexus'u kontrol etmelerini istedi. Begich kendi memleketiyle ilgili bir konuyu Nexus'agörmekten çok sasirdi ve makalede zikredilen dökümanlari bulup çikarmak için acilen çalismaya basladi.

Muhalif arastirmacilara ve bilim insanlarina göre HAARP bir çesit gelismis "ionosferik isitici" (ionosferic he-ater). Bu ionosferik isitici üst atmosferi, odaklanmis ve yönlendirilmis elektro-manyetik isini ile zaplayacak. Ultragüçlü dalgalari, atmosferimizdeki elektrikle yüklü bölgenin titremesine (vibrate) ve dramatik bir sekilde yanmasina neden olabilir. ionosfer atmosferin tabakalarindan biridir. ionosfer, dünyanin üst atmosferini saran elektrik yüklü bir alandir. Dünyanin yüzeyinin üstünden, asagi yukari 35-50 milden baslayip 500-600 mil yükseklige kadar uzanir (48 km ila 50000 km). tonosfer ion ve elektron olarak adlandirilan pozitif ve negatif yüklü atomik parçaciklar içerir. Uzaydan gelen zararli isinlara karsi dogal bir kalkan islevi görür. Amerikan ordusu HAARP için, "ionosfer üzerine yapilan bilimsel bir arastirma" gibi zararsiz bir gerekçe ileri sürmektedir. îonosfer tabakasi askeriye için önemlidir. Çünkü ordu tarafindan kullanilan iletisim, gözetim ve denizcilik sistemlerinin hepsi ionosferin içinden geçer veya ionosfer tarafindan yansitilir. ionosferin bir bütün olarak anlasilmasi ve kontrol edilmesi Pentagon'a bu sistemler üzerinde daha iyi kontrol imkani verecek.

HAARP üzerine en kapsamli arastirmayi yapip, çalismalarini Angels Don't Play Thîs HAARP-Advencis in Tesla Technology adli kitapta derleyen Dr. Nick Begich ve Jeane Manning'e göre, HA-ARP bir çesit radyo teleskobunun degistirilmis hali. Antenler sinyalleri almak yerine, gönderiyorlar. Yazarlar HAARP'i ionosfer alanlarini, bir isini odaklayarak, isinin odaklandigi bu bölgeleri isitip yükselten süper güçlü radyo dalgasi, isinlama teknolojisi için bir test olarak degerlendiriyorlar. Elektromanyetik dalgalar daha sonra dünyaya geri siçrayacak ve her seye nüfuz edecek.

Begich ve Manning "HA-ARP tellaUari"nm, projenin komünikasyon sistemini gelistirmek için ionosferi degistirme amaçli, iyi niyetli akademik bir proje oldugu izlenimi verdiklerini; bu programin Arerico, Porto Riko, Tromsk, Norveç ve eski Sovyetler Biriligi'ndeki diger tamamen güvenli ionosferik isitici operasyonlarindan bir farki olmadigini iddia ettiklerini, bununla birlikte askeri dökümanlarin meseleyi açikça ortaya koydugunu ifade ediyorlar.

HAARP'm gerçek amaçlarindan biri, Pentagon'un hedefleri için ionosferin nasil sömürülecegini ögrenmek. RF gücü ionosferi dogal olmayan aktivitelere götürecek. Bu proje ancak bir nükleer silahini yapabilecegi boyutlarda tehlikeler içeriyor. Ayrica bizi, ionize evrenin ve hiç durmadan bizi bombalayan yildizlara ait radyasyonun zararli etkilerinden koruyan gezegenin kalkaninin dogasini degistirmeye çabaliyor.

Uygulayicilari tarafindan ionosferik bir arastirma olarak nitelenen HAARP ile gündeme gelen ilk soru: "Gökte delikler mi açiyorlar?" sorusu. Tesla'nin çalismalarini baz alan bu ihtilafli transmitter veya isiticinin dünyanin üst atmosferinde 30 millik delikler açmayi da içeren pek çok potansiyel tehlike içerdigi bilim insanlari tarafindan ciddi bir sekilde ileri sürülüyor. Çogu bilim insani, HAARP'in eger havanin kontrolü için kullanilmazsa, hava modifikasyonu için kullanilabilecegi konusunda görüs birligi içindeler.

Bunun yaninda, "HAARP'in sahipleri" onu kullanarak üst atmosferde bir reflektör yaratma imkanina sahip olacaklar. Bunu HAARP'tan transfer edilen enerjiyi, gökyüzünün bir bölümüne odaklayarak ve elektrik akimini açarak yapacaklar. Hava tamamen dramatik olarak isinacak ve ordunun, radyo dalgalari ve radar isinlari için kullanabilecegi bir donuk nokta (opaque spot) yaratacak. Bu sekilde onlar, isinlarina dünyanin etrafini "egmek" için imkan verecek sanal yansima istasyonu (virtual reflectmg station) yaratmaya yetenekli olacaklar.

HAARP aynca, verili bölgenin üstündeki ionosfer bölümünü kiskirtarak (uyandirarak), dünyanin herhangi bir yerindeki iletisimi engelleyebilecek. Etki, yerel bir firtina gibi olacak: bölgenin içine veya disina herhangi bir yayini total bir engelle karsilasacak.

Begich ve Manning, Bernard Eastlund isimli Teksasli fizikçinin çalismalari üzerine insa edilen baska patentlere bakinca, ordunun HAARP transmiterini nasil -ne sekilde kullanmaya niyet ettiginin, daha açik hale gelecegini söylüyor-lar. Bu ayrica, hükümetin proje konusundaki yalanlamalarini daha az inanilir hale getiriyor. Yazarlara göre Pentagon bu teknolojiyi hangi niyetlerle ve ne sekilde kullanacagini biliyor ve dokümanlarinda bu konuda "temizlik" yapiyor. Ordu kasti olarak, sofistike kelime oyunlari, hile ve açik dezenformasyon araciligi ile halki aldatiyor. Pentagon, HAARP sisteminin:

- Orduya atmosferik termonükleer cihazlarinin elektromanyetik titresim etkisini tekrar yerine koyacak (yerine baskasini geçirmek) bir alet verebilecegini;

- Çok büyük ELF denizalti iletisim sistemini, ELF dalgalari üreterek yeni ve daha siki bir teknolojiyle yeniden yapilandiracagini;

- Askeriyenin kendi iletisim sistemlerinin çalismasini korurken, son derece genis alanlardaki iletisimleri silip süpürmesine yol hazirlayabilecegini;

- Eger EMASS'in kompüterize yetenekleriyle ve Cray bilgisayarlarla birlesirse dünyanin tomografisini çekme imkani sayesinde, barisin korunmasina katkilari olacagini;

- Büyük bir alan üstünde petrol, gaz ve mineral tortular bulmak amaciyla jeofiziksel yoklama için bir araç sagladigini;

- Yaklasan uçaklar ve kurvazör füzelerini meydana çikarmak için kullanilabilecegini ve diger teknolojileri kullanilmaz hale getirecegini söylüyor.

HAARP'IN arka plani

Kuskusuz, HAARP izole olmus bir proje degil. ABD'nin uzun yillardir üzerinde çalistigi pek çok projeden olu-san demetin bir parçasi. Aslinda HAARP "Yildiz Savaslari" (Star Wars) programinin önemli bir bölümünü olusturuyor.

ABD uzayla, 2. Dünya Savasi sirasinda ve sonrasinda ciddi bir biçimde ilgilenmeye basladi. Bu derin ilginin nedenleri roket teknolojisinin baslangicinin -nükleer teknolojinin de esligiyle- bu dönemde ortaya çikmasidir. ilk çalismalar sonucunda gürültü bombalan ve rehberli füzeler ortaya çikti. Roket ve nükleer silah teknolojisi ayni zamanda, 1945-1963 yillan arasinda gelisti. Bu süre zarfinda yeryüzünün üstünde ve altinda siddetli nükleer testler tecrübe edildi. îonosfer ve stratosfer üzerine yapilan çalismalar sonucu atmosferin bir parçasi olan ve evrenden solar ve galaktik rüzgarlarla gelen protonlar, electronlar ve alfa parçaciklari gibi yüklü parçaciklari tutarak dünyayi koruyan "Van Allen Belts" (Van Allen Kemerleri) bulundu. Bu kemerler Amerika'nin ilk uydu operasyonu -Explorer I-sirasinda 1958'de kesfedildi.

Agustos-Eylül 1958 arasinda ABD, "Argus Projesi" adi altinda 3 nükleer bomba ve 2 de hidrojen bombasi deneyi yapti. Bu projenin amacinin, yüksek irtifadaki nükleer patlamalarin elektromanyetik titresim (EMP) nedeniyle radyo iletimlerine ve radar operasyonlarina etkisine deger biçmek, jeomanyetik alanlar ve onun içindeki yüklü parçaciklari daha iyi anlamak oldugu söyleniyor.

13-20 Agustos 1961'de Amerikan ordusu ionosferde bir "telekomünikasyon kalkani" yaratmayi planladi. Bu kalkan 3000 km yükseklikte kurulacakti. Kalkanin ionosferde kurulma sebebi telekomünikasyonlara manyetik firtinalar ve günes isinlari tarafindan zarar verilebilir olmasidir.

9 Temmuz 1962'de Pentagon "Project Starfish" adi altinda ionosferle ilgili bir dizi yeni deney yapmaya giristi. Bu deneyler alt Van Allen kemerine zarar verdi. 1968'de "Solar Power Satellite Project (SPS) ile günes enerjisiyle çalisan her biri bir ada büyüklügünde olan uydular üzerine çalisildi. 1975'de firlatilan "Saturn V Rocket" atmosferde yandi. Bu yanma ionosferde büyük bir delik açti.

1978'de SPS Projesi üzerine yeniden çalisilmaya baslandi. Bu dönemde antibalistik füzeler için uydu isin silahlari üzerine çalisildi. Yüksek enerjili lazer isinlarinin bir "termal silah" olarak düsman füzelerini yok etmek için en uygun araç oldugu ileri sürüldü. SPS ayni zamanda psikolojik ve anti-personel bir silahi da ifade etmekteydi. Lazer isinlan güç bataryalari bir SPS uydusundan diger uydulara veya platformlara yayilabilecektir. Bir psikolojik silah olarak insanlar üzerinde genel bir panik yaratma etkisi vardir. SPS'in dünyanin herhangi bir yerindeki askeri operasyonda ihtiyaç olunan enerjiyi iletme kapasitesinden bahsedilmektedir. Bunlarin disinda, gözetim ve erken uyan sistemlerinde gelismeler, düsman ordularin yayinini bozma ve ionosferde fiziksel degisiklikler yaratma yetenegine sahiptir.

SPS projesine Baskan Carter'm onay vermesine karsilik, projenin çok pahali olmasi (Enerji Bakanligi'nin tüm bütçesinden daha fazla bir bütçeye ihtiyaç duyuluyordu) nedeniyle program rafa kaldirildi. Ta ki Ronald Reagen baskan olana dek. Proje Reagen, döneminde yeniden su yüzüne çikti. Reagen projeyi, Pentagon'un bütçesinden daha büyük bir bütçe ayirarak "Star Wars" (Yildiz Savaslari) adi altinda harekete geçirdi.

1970'lerin sonlarinda Pentagon, düsmana ait nükleer çevrede iletisimin radyo ve televizyon teknolojisinde kullanilan geleneksel yöntemlerle gerçeklestirilemedigini farketti. 1982'de bir komuta kontrol elektronik alt sistemi gelistirildi. "Ground Wave Emergency Net-work (GWEN)" denilen bu sistemle roketler monitörden izlenip kontrol edilebiliyordu. 1981 yilinda "Orbit Maneuvering System" (OMS) ile uzay mekikleri için SPS uzay platformlari insasi planlandi. NASA'nin ürettigi uzay mekiginin ionosfere enjekte ettigi gazlarin ionosfere etkisi üzerine çalisildi. Deneyler sonu-cunda ABD ionosferik delikler açabildigini gördü. 1985 yilinda yeni mekik deneyleri yapilmaya baslandi. 1980'lerde ABD yilda 500-600 civarinda roket firlatiyordu. Bu sayi 1989'da zirveye (1500 adet) ulasti. Bütün bu deneylerin atmosfere ciddi etkileri oldu.

1986'da, Çernobil faciasindan hemen önce, ABD Mighty Oaks olarak bilinen Nevada'daki test bölgesinde hidrojen bombasi deneyleri yapiyordu. Bu deneyler X isinlari ve parçacik isini silahlarinin gelistirilmesi programinin bir parçasiydi. ABD 1991'de Körfez Savasi sirasin-da elektromanyetik titresim silahlari (EMP) olarak adlandirilan silahlari test etti. 1993 yilinda baslatilan HAARP projesi iste tüm bu deneylerin devami ve Star Wars programinin bir parçasi durumunda.

HAARP'in tarihi

Dünyadaki en büyük petrol sirketlerinden biri olan ARCO'nun subesi ARCO Power Technologies Incorporated (AP-TI), HAARP projesini insa edecek müteahhit sirketti. ARCO bu subeyi, patentleri ve ikinci safha insa kontratiyla Haziran 1994'de E-Systems'e satti. E-Systems istihbarat servislerine is yapan, dünyadaki en büyük müteahhit sirketlerden biridir. CIA, savunma istihbarat örgütleri ve digerleri için is yapar. Yillik satislarinin 1.8 trilyon dolari, kara projeler (o kadar gizli projeler ki ABD Kongresi paranin nasil harcandigini konusmuyor) için olan 800 milyon dolarla birlikte, bu örgûûereûir.

E-Systems'in hisseleri, dünyadaki en genis savunma müteahhitlerinden biri olan Raytheon tarafindan satin alindi. 1994'de Raytheon Fortune, ilk 500'lerlistesinde 42 numaradaydi. Raytheon, bazilari HAARP projesinde degerli olacak binlerce patente sahip. Asagidaki 12 patent, HAARP projesinin omurgasi ve simdi Raytheon ismi altinda tutulan binlerce digerleri arasinda saklaniyor.

Bemard J. Eastlund'un 4686605 nolu patenti, "Method and Apparatus for Al-tering a Region in the Earth's Atmosphere, lonosphere, andor Magnetosphere (Dünyanin Atmosferinde, îonosferinde ve/veya Magnetosferinde Bir Bölgeyi Degistirmek için Yöntem ve Cihazlar) bir yildir hükümet gizli emri altinda mühürlü. Bu patente göre, Nikola Tesla'nin 1900'lerin basindaki çalismasi arastirmanin temellerini sekillendirdi.

Olayin bir de ticari boyutu olabilir tabii. Bu teknolojinin, patentlerin sahibi ARCO için ne kiymeti olacak? Elektrik gücünü gaz alanlari içinde bir güç merkezinden tüketiciye kablosuz olarak isinlayarak muazzam kazançlar elde edebilirler.

Bir süre için, HAARP arastirmacilari bunun HAARP için amaçlanmis kullanimlardan biri oldugunu kamtîayamadilar. Bununla birlikte, Nisan 1995'de Begich diger patentleri buldu. Bu yeni APTI patentlerinin bazilari gerçekten de elektrik gücünü göndermek için kablosuz bir sistemdi. Ayni, Tesla'nin projesi gibi.

Eastlund'un patenti, bu teknolojinin uçaklarin ve füzelerin sofistike rehber sistemlerini bozabilecegini veya tamamen çatlatabilecegini söylüyordu. Dahasi, dünyanin genis alanlarina baskalasan frekanslarin elektromanyetik dalgalari ile bu püskürtme yetenegi ve bu dalgalardaki degisimleri kontrol, karada ve denizde, havada oldugu gibi iletisimi nakavt etmeyi mümkün hale getirecekti.

Begich bunun disinda 11 tane baska APTI patenti buldu. Nükleer çapli radyasyonsuz patlamalarin, güç isinlama sistemlerinin, radarlarini, nükleer baslik tasiyan füzeler için dedektör sistemlerinin, simdiye kadar termonükleer silahlar tarafindan üretilen elektromanyetik titresimlerin ve diger Yildiz Savaslari oyunlarinin nasil yapilacagini açiklayan çalismalardi bunlar. Bu patent demeti HAARP silah sisteminin temelinde yatiyor.

iki yazara göre, sanki havadaki ve zihinsel tahriplerdeki EM titresimler yetmemis gibi, Eastlund süper güçlü ionosferik isiticinin havayi kontrol edebilecegiyle övünüyor. Begich ve Manning'm aydinlattigi hükümet dökümanlari gösteriyor ki, Pentagon hava kontrol teknolojisine sahip. HAARP tam güç düzeyine eristiginde, tüm yarimküreler üzerinde hava etkileri yaratabilecek. Eger bir hükümet dünyanin hava modelleri ile deney yapiyorsa, yapilan is gezegendeki herkesin en önemli ortak sorunlarindan biridir.

Begich ve Manning'in kitabi, Prof. Elizabeth Rauscher gibi bagimsiz bilim insanlariyla görüsmeleri içeriyor. Ytiksek enerji fiziginde uzun ve etkileyici bir kariyere sahip olan ve prestijli bilim dergilerinde yazilari, kitaplari basilan Rauscher, HAARP'i yorumluyor: "Korkunç enerjiyi, son derece nazik, ionosfer olarak çagirdigimiz bu birden fazla tabakalari kapsayan moleküler konfigürasyonun içine pompaliyorsunuz." îonosfer, katalitik reaksiyonlara egilimli, Rauscher açikliyor: "Eger küçük bir parça degistirilirse, ionosferde büyük bir degisim olabilir".

îonosferi nazik bir balans sistemi olarak tanimlarken, Dr. Rauscher, onun, zihnindeki resmini paylasiyor: bir çorba kabarcik. "Eger kabarcikta yeterince büyük bir delik açilirsa", Rauscher kehanette bulunuyor, "patlayabilir".

Bilinç kontrolü mü?

Begich ve Manning tarafindan yapilan arastirmalar, garip projelerin örtüsünü kaldirdi. Örnegin, ABD Hava Kuvvetleri dökümanlari insanin zihinsel eylemlerini manipüle etmek ve degistirmek [genis cografik alanlar üzerinde titresen radyo frekans radyasyonu (HAARP'in maddesi) araciligi ile] için bir sistem gelistirildigini meydana çikardi. Bu teknoloji hakkinda en çok anlatilan materyal, ünlü Zbigniew Brzezinski'nin (Carter'in eski ulusal güvenlik danismani) ve J. F. MacDonald'm (Johnson'm bilim danismani ve UCLA'da jeofizik profösörü) jeofizikal ve çevresel savas için güç isinlama transmiteri hakkinda yazdiklari yazilarindan gelir. Bu dökümanlar, bu etkilerin nasil insan sagligi ve düsüncesi üzerinde olumsuz etkilere neden olabilecegini gösterir. Brzezinski 25 yil önce Kolombiya Üniversitesi'nde bir profesörken yazmis oldugu bir kitapta söyle diyor:

"Politika stratejistleri beyin ve insan davranislari üzerine yapilan arastirmalari sömürmeyi özendiriyorlar.

Jeofizikçi G. J. F. MacDonald (savas problemlerinde uzman) dogru olarak zamanlanmis, suni olarak uyandirilan elektronik darbelerin dünyanin belirli bölgeleri üzerinde göreceli yüksek güç düzeyleri üretecek sarsmalar kalibina önderlik edebilecegini söylüyor. Bu yolda birisi, ciddi olarak, seçilmis bölgelerde çok genis nüfusun beyin performansini bozacak bir sistem gelistirebilir. Ulusal çikarlar için davranislari manipüle etmede çevreyi kullanma düsüncesinin ne kadar derinden rahatsiz edici oldugu kimileri için sorun degil; böyle kullanima teknolojinin izin vermesi, galiba gelecek birkaç on yil içinde gelisecek."

1966'da MacDonald, Baskan'in "Bilim Danisma Komitesi"nin ve daha sonra Baskan'in "Çevre Niteligi Konseyi"nin bir üyesiydi. Askeri amaçlar için çevresel kontrol teknolojilerinin kullanimi üzerine yazilar yazdi. Bir jeofizikçi olarak yaptigi en derin yorum, jeofiziksel savasin anahtarinin, çevresel istikrarsizliklarin (yani küçük bir miktar enerjinin ilavesinin çok daha büyük miktarlarda enerjiyi salivermesi) tanimlanmasi oldugu önermesidir.

Jeofizikçiler çevresel karmasaya enerji eklemenin genis etkileri olabilecegini fark ettiler. Bununla birlikte insanlik halihazirda çevremize, kritik kütle tesis ettigini anlamadan, ciddi miktarlarda elektromanyetik enerji ekliyor. Begich ve Manning'in kitabi bu konuda çesitli sorular yükseltiyor: "Bu ekler etkisiz mi yoksa ötesinde onarilamaz bir zarar verecek kümülatif bir miktar var mi? HAARP geri dönemeyecegimiz bir yolculugun son basamagi mi? Baska bir seri seytani Pandora'nin Kutusu'ndan saliverecek baska bir enerji deneyi üzerine para yatirmak üzere miyiz?"

1970 baslarinda Z. Brzezins" ki, yavas yavas ortaya çikacak, teknoloji bagimli "daha kontrol edilebilir ve daha yönetilebilir bir toplum"u Öngördü. Bu topluma, oy kullananlari iddiali süper bilimsel "know-how" ile etki altinda birakacak bir elit grup tarafindan hükmedilecekti. Bu elit, halkin davranislarini etkilemek ve toplumu yakin gözetim ve kontrol altinda tutmak için son modern teknikleri kullanarak politik amaçlarina ulasmada tereddüt etmeyecekti.

Begich'e göre Brzezinski'nin tahminleri dogru çikti. Bugün, söz konusu elit için birkaç yeni araç ortaya çikiyor. Araçlari kullanma izni için politikalar zaten hazir. "ABD nasil yavas yavas kontrol edilebilir teknotopluma dönüsecek?" sorusu soruluyor. Kademe taslari arasinda Brzezinski, halkinin güvenini kazanmak için, devam eden sosyal krizleri ve kitle medyasinin kullanimim umut ediyor.

ABD Kongresine ait kayitlar, ionosfere gönderilen sinyallerle dünyaya nüfuz etmek için, HAARP'in kullanimiyla mesgul oluyor. Bu sinyaller gezegenin içinden kilometrelerce derine bakarak, düzenli yeralti askeri gereçlerinin, minerallerin ve tünellerin yerini bulmak için kullanilacak. Senato 1996'da sadece bu yetenegi gelistirmek için 15 milyon dolar ödenek ayirdi. Problem su: dünyaya nüfuz eden radyasyonlar için gerekli olan frekans, insanin zihinsel fonksiyonlarinin tahribi için en çok zikredilen frekans dizisinin içinde. Ayrica baliklarin ve vahsi hayvanlarin (ki kendi rotalarini bulmak için rahatsiz edilmemis enerji alani üzerinde ilerlerler) göç modelleri üzerinde pek derin etkilere sahip olacak.

Begich ve Manning yeni teknolojilerin insanin beyin potansiyelini gelistirmek için inanilmaz imkanlara sahip oldugunu söylüyorlar. Bu teknolojiler ögrenme, hafizayi gelistirme ve insan davranisi modifikasyonu için kullanilabilir. Beyin teknolojileri alaninda önemli bir isim olan Michael Hutchison, bu alani siradan insanlara açti.

Hutchison'un açikladigi gibi beyin, oranli dar üstün frekanslar bagi içinde çalisir. Üstün beyin dalga frekanslari beyinde yer alan aktivite çesitlerine araci olur. 4 temel beyin dalga frekansi grubu vardir ki bunlar çogu zihinsel aktiviteyle birlesirler. Birincisi, beta dalgalari (13-15 Hertz veya titresim saniyede), bir kisinin dikkati normal aktivitelere dogru disa yöneldigi zaman, normal aktivite ile birlesir. Bu alanin yüksek sonu, stres ve kiskirmis (heyecenli) durumlar -ki düsünmeyi ve algisal becerileri bozar -ile birlesir. îkinci grup, alfa dalgalan (8-12 Hertz), gevsetmeye araci olabilir. Alfa frekanslari ögrenme ve odaklanmis zihinsel fonksiyonlar (is görme) için idealdir. Üçüncüsü teta dalgalari (4-7 Hertz); zihinsel imgelemeye, hafizaya ve iç zihinsel odaga girise araci olur. Bu durum genellikle genç çocuklarla, davranissal niodifikasyon ve uyku durumlariyla ilgilidir. Son olarak, ultra yavas delta dalgalan (5-3 Hertz), bir kimse derin uykudayken bulunur. Genel kural odur ki, beynin üstün dalga frekansi, saniyede titresim süresinde rahatlanildiginda en düsüktür ve insan en uyanik ve heyecanliyken en yüksektir. Beynin, elektromanyetik araçlar ile distan canlandirilmasi (tahrik edilmesi) bir dis cihaz (jeneratör) ile yeni bir safhaya geçirilmesine veya kilitlenmesine neden olabilir. Üstün beyin dalgalari dis tahrik tarafindan yeni frekans kaliplarina sürülebilir veya itilebilir. Baska bir deyisle, dis sinyal sürücüsü veya itici cihaz beyni bir yolculuga çikarir, normal frekanslari beyin dalgalarinda degisiklige neden olmaya bütünüyle götürür; ki bu daha sonra beyin kimyasinda degismeye neden olur; ve bu da daha sonra beyin çiktilarinda, düsünce sekillerinde, duygu veya fiziksel durum sekillerinde degismeye neden olur. Beyin manipülasyonu iki yoldan birine çikar: Faydali veya zararli.

Spesifik dalga formlari kombinasyonu ile birlikte çesitli frekanslar beynindeki belirli kimyasal karsiliklari tetikler. Bu nörokimyasallarin saliverilmesi beyinde endise duygulari, hirs, depresyon, ask vb. sonuçlari olan spesifik reaksiyonlara neden olur. Bütün bunlar ve duygusal entellektüel karsiliklarin tüm bu gidis gelisi (degisimler), spesifik elektriksel uyanlar sonucu ortaya çikan bu beyin kimyasallarin (kimyasal ajanlarin) özel kombinasyonlari sonucunda ortaya çikar. Beyin sivilarindaki bu belirli karisimlar olaganüstü özel zihinsel durumlari ortaya çikarabilirler. Örnegin, bilinçli davranis kaybi, karanlik korkusu vb. Bu alandaki çalismalar düzenli olarak yapilan yeni bulusla da çok hizli bir yüzdede ilerlemektedir. Bu spesifik frekanslarin bilgisinin çözümü, insan sagligini anlamada anlamli bir gelisme saglayabilir. ELF için tasiyici olarak hareket eden radyo frekans radyasyonu kablosuz olarak beyin dalgalarini degistirmede kullanilabilecek. Bu HAARP'ini bilinç kontrolü konusunda, uygulamalarinda neler yapabileceginin göstergesidir. Bununla beraber, HAARP'm kayitlarinda, bunun insandaki yan etkileri henüz ortaya çikarilmamistir; fakat Begich ve Manning'in kitaplarindaki hükümet dökümanlarinda görünmektedir.

Beyin aktivitesinin kontrolü için gereken güç düzeyi 5-20 mikroamper gibi çok küçük bir degerdir ki bu da 60 Wattlik bir ampulü yakmak için gereken enerjiden binlerce kat daha küçüktür. Yazarlar çalismalarinda gerekli olan çok küçük enerji üzerine konusmaktalar. Beyin aktivitesini etkilemek için gereken hiz, enerji seviyesi ve dalgalar formu kombinasyonundan olusur. Son yirmi yilda ve özellikle son birkaç yildaki gelismeler çok büyük ilerlemeler sunmaktadir.

Arastirmalar, uluslararasi olarak, dis elektromanyetik alanlar tarafindan beynin kolayca yönlendirilebilecegini veya durumlari degistirmek için etkilenebilecegini buldu. Bu buluslar hem bilim insanlari hem de siradan insanlar için yeni araçlar tedarik etti. Yeni araçlar elektrikli "cranial" kafaya iliskin uyari aletlerini, ses sistemlerini, isikli uyan sistemlerini ve diger birçok beyin yönlendirme ve geri tepki (destek yanki) cihazlarini içermektedir. Teknolojik ilerlemeler ayrica, insanlarin kendi beyin aktivitelerinin yararli sonuçlar için nasil kontrol ve manipüle edilecegini ögrenmelerine izin veren özel kontrol ve gözetim araçlarina eklendi. Raporlar digerlerinin yaninda gevsemeyi, agri kontrolünü, ögrenme hizini ve hafizanin gelistirilmesini içermektedir.

Hutchison'm en son çalismasi henüz birlestirilen düsünce teknolojilerinin son tanimlarini sagliyor. Onun son kitabi "büyük beyin gücü", okuyucularini çok hizli degisen (o kadar ki bilimin uy-gulamalardan daha hizli gelistiginin farkedildigi) alana ulastiriyor. Sinir sistemi bozukluklarinin düzeltilmesi, dikkat daginikligi ve çocuklardaki hiperaktif bozukluklarin düzeltilmesi, diger seyler arasinda ilaç ve alkole bagli bozukluklarin düzeltilmesi konusundaki son durum tartisiliyor. Bu tip elektrotip, bu tibbi arastirmalarin en ilginç alanlarini olusturur.

Son yillarda arastirmalar tibbi ve psikolojik uygulamalarin sasirtici olumlu sonuçlarina dogru genislemistir. Bu sonuçlarin bazilari Amerikan Hava Kuvvetleri tarafindan fark edildi. Ne yazik ki askeri çalismalar bu teknolojiyi insanlik yararina kullanmaktan çok silah sistemlerinde kullanma yönünde devam etmektedir.

Flanagan'm nörofonu

Amerikanin en yetenekli mucitlerinden Dr. Patrick Flanagan, 1962'de tibbin degisecegini öngörmüstü. "Bir gün tibbi pratigin tüm konsepti elektronik tarafindan degistirilecek. însanlar ilaç-tan ziyade elektronik olarak tedavi edilecek." diyen Dr. Flanagan, o zamanlarda muhtemelen hâlâ en gelismis beyin yönlendirme araci olarak kabul edilen "Neurophone"u (elektronik telepati makinesi) kesfetmisti.

Flanagan son söylesisinde, HAARP'in sadece dünyanin en büyük ionosferik isiticisi degil, ayni zamanda tasavvur edilmis en büyük beyin yönlendirme cihazi oldugunu not etmektedir. HAARP kayitlarina göre, cihaza son sekli verildiginde (cihaz tüm bölgesel topluluklari etkilemeye yetecek düzey-de enerjiye sahip birçok dalga formu kullanir), VLF ve ELP dalgalarini gön-derebilecek.

Dr. R. 0. Becker 60'lann basinda ELF tasimak için DC akiminin üstüne sinyal ekleyerek ELP deneyleri yapti. Becker bu konsepti bir ELF kullanarak test etti, 1-10 Hertz (pulses per second) sinyal insanlar üzerinde, test subjeleri arasinda yükselen bilinç kaybi sonucu-nu verdi. Sonuçlar ELF'nin yani insanin beyin fonksiyonlarim en çok etkileyen frekanslarin, disardan çok derin sonuçlarla manipüle edilebilir oldugunu gösterdi.

1958'de Dr. Patrick Flanagan, 14 yasindayken nörofonu icat etti. Bu ona zamanimizin en parlak mucitlerinden biri unvanini kazandirdi. Nörofon cihazi, sesi (kelimeler ve müzik gibi) elektrik uyansina (impulse), hem de bunu vücut üzerindeki herhangi bir noktadan direk olarak kulak ve bütün duyma mekanizmasini büsbütün baypas edip beyne transfer ederek, dönüstürebilir. Arastirmacilar teknolojiyi tartisirken, alti yildan fazla bir süredir "Birlesik Devletler Patent Ofisi" cihaz için patent vermeyi reddetmektedir. Sonuçta hükümet nörofonun asla çalismayacagim açikladi ve patenti reddetti. Bundan sonra Flanagan ve avukati, çalisan cihazi inceleyicisine göstermek amaciyla alet modeliyle Washington DC'ye gittiler. inceleyici ikiliye sagir olan isçilerinden biri üzerinde kullanilip olumlu sonuç alindigi takdirde cihaz için patenti tekrar açacagini ifade etti. Alet denendi, sagir isçi gönderilen sesi duydu ve patent onaylandi.

Dr. Flanagan daha sonra Tafts Üniversitesi'ne çatismak üzere gitti. Burada nörofonun bir sonraki arastirma kademesini geçme amaciyla çalisti. Deniz Kuvvetleri için insan ile yunus ko-nusmasi üzerine çalismaya basladi. Bu arastirma 3 boyutlu (3-D) holografik ses sisteminin gelisme-sine olanak sagladi. Bu sistemin özü bir sesin uzayda herhangi bir yere yerlestirilmesi ve bir dinleyicinin bu sesi fark edebilmesine dayanir. ilave çalismalar dijital nörofonun gelismesine büyük olanak sagladi. Cihazin önemini kesfeden ABD Savunma îstihbarat Ajansi (DIA) acil olarak onu ulusal güvenlik maddesi olarak gizlilik altina akli. Dr. Flanagan yeni çalismalar yapmaktan ve teknolojisi hakkinda konusmaktan 4 yil boyunca men edildi.

Güvenlik gerekçesi sonunda kaldirildiktan ve ilk nörofonun icadindan 20 yil sonra Dr. FIanagan sinirli olarak Mark XI ve Thinkman Model 50 ürete-bilme asamasina geldi ve bunlar ögrenme aletleri olarak kullanildi çünkü ilkel örneklerdi.

0 yillardan itibaren Flanagan periyodik olarak yeni konsept üzerinde çalisti ve nörofonik teknoloji için gelismeler dizayn etti. Bu cihazin gelismis sekilleri, bilgisayar beyin etkilesimi cihazlari olarak kullanilabilir. Büyük miktarlarda düzgün olarak formatlanmis enformasyonun uzun dönem hafizaya transfer edilmesi fikri egitimde devrim niteliginde bir gelismedir. Nörofon simdiye kadar gelistirilmis en güçlü beyin yönlendirme aletlerinden biridir. Flanagan son yillarda, diger iletim modelleri üzerine vurgu ile, bu teknolojiler üzerine çalismaya devam etti. DIA'nin nörofona ilgisi vardi. Onu gelistirmek için çalismaya devam ettiler. Patrick ve Crystel Flanagan HAARP projesinin, bu radyo transmiterinin veya ionosferik isiticinin, kablosuz bir nörofon olarak kullanilabilmesinin mümkün oldugunu söylüyorlar. Bu kullanimin hangi imkanlara sahip oldugu ise çok açik.

"Real Time Brain Biofeedback" (Ayni Anda Beyin Destek Yankisi) beyin arastirmalarinda baska bir alan. Bu alan, düsünce kontrolünün elde edilmesinde yeni yaklasimlar sunuyor. interaktif beyin teknolojileri ile simdi beyin dalgalarini "gerçek zaman temelinde görmek mümkün, böylece bu aletleri kullanan bireyler bir kimse düsünürken beyin dalgalarinin grafiksel olarak neye benzedigini bilgisayar ekraninda görebilirler. Hükümetler bu teknolojilerle tehlike olarak gördükleri kalabaliklari kontrol altinda tutmak için ilgileniyorlar.

HAARP'in kontrat dokümanlarinda ve planlama kayitlarinda açiklanan olanaklarin, yazarlar tarafindan toplanan Hava Kuvvetleri materyallerinin teshiriyle birlikte dikkatlice yeniden gözden geçirilmesinden sonra, elektromanyetik dalgalarin düsünce kontrolü için sundugu imkanlar apaçik ortaya çikti. HAARP iletim (transmiting) sistemi, dikkatsizce veya kasten zihinsel fonksiyonlari degistirmek için kullanilabilir.

Dr. Delgado 1952'den beri insan beynini arastiriyor ve sonuçlarini yayimliyor. Çalismalari düsünce kontrolü üzerinde odakli. Onun ilk çalismalari bizim insan beynini anlamamiza öncülük etti. Çalismalarini 1969 yilinda yazdigi Physical Control of the Minâ: Toward a Psychocivilized Society (Düsüncenin Fi-ziksel Kontrolü: Psikomedeni Bir Toplum doilu a,dU Idtabuida. özetledi Bu erken çalisma temelde hayvanlarin arastirilmasiydi ve hayvanlarin beynine elektrod sokmayi içeriyordu. Subjesinin beyninde elektrik akimi imal ederek davranisi manipüle edebilecegini buldu. Delgado, uykudan yüksek heyecanli bilinç durumlarina kadar bir dizi etki yaratabilecegini kesfetti. Daha sonraki çalismalari kablosuz olarak yapildi. Düsünce manipülasyonu etkisini belirli bir uzakliktan, herhangi bir fiziksel kontak veya manipüle edilen canli üzerinde araç olmadan aktivite etti. Delgado, frekansi veya kobay üzerindeki dalga formunu degistirerek, onlarin düsünmelerini ve duygusal durumlarini tamamen degistirebilecegini buldu. Ayni zamanda hükümet tarafindan kötüye kullanma olanaklari açilirken, Delgado'nun çalismalari diger pek çok arastirmaci için temel oldu.

Delgado'nun arastirmasi 1969'da CIA/OR için-çalisan Dr. Gottlieb tarafindan, bu teknolojinin mümkün kullanimlarini ararken, yeniden degerlendirildi. O zamanlarda çalismanin hâlâ ham olmasiyla birilikte, CIA Delgado'nun görüsünü psikomedeni bir topluma izin verecek teknikler açisindan paylasiyordu.

Bu süre içinde Tulana Üniversitesi'nden bir nöroloji operatörü olan Dr. Heath bu ihtimali, beyinde elektriksel tahrik (ESB) çalismasiyla gerçege yakin hale getirdi. ESB insanda zevkli ve kor-kutucu halüsünasyonlar yaratabiliyordu.

CIA'nm düsünce kontrolüyle ilgilenmesi Kore Savasi ile baslamisti. CIA bu alanda çesitli fiyaskolarla sonuçlanan arastirmalara basladi. Bunlarin bazilari üstü örtülmüs skandallardir: Kanadali vatandaslarin izinleri olamadan zihinsel olarak manipüle edilmeye çalisilmalari, binlerce üniversite ögrencisi ve askeri personel üzerinde LSD denemeleri gibi. Delgado'nun kablosuz etkileri, CIA'nm agzini sulandiran bir düsünce oldu. Delgado hayvanlarin belirli bir elektromanyetik alanin içine konup sonra herhangi bir fiziksel kontak olmadan manipüle edilebilecegini kesfetti. Bu teknolojiler baska arastirmacilar tarafindan fark edildi ve çok hizli bir gelisme yasandi.

HAARP program menajeri J. Heckscher, HAARP içinde kullanilan frekanslarini ve enerjilerin kontrol edilebilir oldugunu ve bazi uygulamalarda 1-20 Hertz dizisinde titrestirilecegini söylüyor. Bu da HAARP'in düsünce kontrolü amaciyla kullanilabilecegini gösteriyor.

HAARP sistemi çok büyük kontrol edilebilir bir elektromanyetik alan yaratiyor ki bu, Delgado'nun EMF'si ile karsilastirilabilir. Bir nokta disinda: HAARP sadece bir odayi doldurmuyor, potansiyel olarak büyük bir bölgeyi hatta bir yarimküreyi doldurmasi mümkün. Temelde HAARP transmiteri bu uygula-mada dünyaninkiyle (ki Dr Dolego'inin kablosuz deneylerinde ihtiyaç olunandan 50 kat daha fazladir) ayni düzeyde enerjiyi disariya yayiyor. Bunun anlami eger HAARP dogru frekansa getirilirse, sadece dogru dalga formlarini kullanarak, zihinsel ayirma, bir bölgenin tamaminda kasten veya radyo frekans iletiminin yan etkisi olarak olusturulabilir.

Sonuç

Basta Dr. Nick Begich ve Jeane Man-ning'in arastirmalari olmak üzere tüm arastirmacilarin çalismalari, HAARP'm pek de masum bir girisim olmadiginin isaretlerini veriyorlar. Bu görüslere göre HAARP tamamlandigi zaman ABD'nin elindeki olanaklar sunlar:

- Atmosferi manipüle etmek ve modifikasyon saglamak,

- Askeri ve güçlü bir silaha sahip olmak,

- Genis kitlelerin düsüncelerinin ve ruhsal durumlarinin kontrol edilmesini saglamak,

- Kendi komünikasyon sistemini gelistirip, istenilen ülkelerin sistemlerini çökertmek.

ABD'nin kirli sicili; bilimi, teknolojiyi ve bilim insanlarini nasil kullana geldigi düsünülürse ve ortaya konan deliller göz önünde tutulursa yapilmak istenenlerin bunlar olmadigini söylemek çok zor.

..........................................................

03 Haziran 2009 Çarşamba

ABD KÖRFEZ SAVAŞINDA UZAY SİLAHLARI KULLANDI MI?

Ali Rıza SAKLI (*)(ALINTI)

ABD'nin Atmosferin İyonosfer tabakasını kullanarak askeri ve sivil araçlar elde etme çalışmalarına geçen hafta değinmiş ve bir dizi projenin son halkası olan HAARP projesini mercek altına almıştık. İyonosfere gönderilen yüksek frekanslı radyo dalgaları ile lensler oluşturulduğu ve buradan sağlanan yansıtma ile; insanların akıl sağlığının bozulması, yer altındaki her şeyin gözlenebilmesi, bir bölgedeki haberleşmenin durdurularak sadece ABD'nin haberleşmesine imkân sağlanması gibi çok önemli bazı sonuçların sağlanabildiğinin anlatmıştık. Şimdi ise, bu güçlerin Körfez Savaşı'nda kullanılıp kullanılmadığını sorgulayacağız.

Ard arda yapılan denemeler, bir taraftan yer istasyonları diğer taraftan uydu ve roket teknolojisi ile yapılan çalışmalar, 1991'de askeri maksatlar için kullanılabilir hale gelmiş miydi? ABD yüksek ve düşük frekans yaymak suretiyle kullanılan bu sistemi Irak'a karşı kullandı mı? Bu soruların cevapları kısmen yetkili çevreler tarafından verilmiş olmakla birlikte, olayın kapsamı konusunda tam bir açıklık mevcut değildir.

Defence News Dergisi; "Hermes II Kullanıldı"

Savunma konularında yayın yapan Defence News dergisi 13-19 Nisan 1992 tarihli sayısında elektron ışın jeneratörü Hermes II'nin Çöl Fırtınası harekâtında kullanıldığını yazdı. Dergiye göre; Hermes II ile gönderilen X ve gamma ışınları ile nükleer bomba patladığında ortaya çıkan ışık etkisi taklit edildi.

ABD savunma çevreleri, bu cihazın atom bombasını taklit ederek Irak tarafını korkutmak için; psikolojik üstünlük sağlamak amacıyla kullanıldığını açıklamakta beis görmediler. İyonosferle alakalı projelerle ulaşılan pek çok imkân, doğuracağı korkunç sonuçlar sebebiyle kolayca kamuoyuna açıklanabilir özellik taşımıyor. Bu sebeple kamuoyunda infial uyandırmayacağı tahmin edilen; "atom bombasının ışık etkisini taklit" gibi masum sayılabilecek bir hususun kamuoyuna açıklanması diğer güçlerin kullanılmadığı anlamına gelmemektedir. Tam tersine belki benzeri bir kısım olayları perdelemek için dikkatleri başka yöne çekmeye de yarayabilir.

Hermes II, NASA Uzay Laboratuvarı ve yüksek frekanslı diğer sistemlerin aynı anda belli bir noktaya yönlendirilmesi ile nükleer bomba etkisinin sağlanacağı da iddia edilmektedir. Bu iddia doğruysa, ABD'nin bu sistemleri kullanarak atom bombasının sadece ışık etkisini değil, tahribat etkisini de kullanmış olması ihtimal dahiline girecektir.

Dozerlerle Gömülen Irak Askerleri

Körfez Savaşı, başta CNN olmak üzere Batılı haber kaynakları tarafından tek yanlı olarak kamuoyuna sunulmuş ve toplum sanki bir atari oyunu izliyormuş gibi hissettirilmişti. Tek taraflı bir propaganda perdesi arkasında neler olup bittiği tam olarak hiçbir zaman kamuoyuna yansıtılmadı. Irak tarafı da kendine özgü sebeplerle bu yönde fazla bir açıklama yapmadı.

Çöl Fırtınası harekâtından bir süre sonra ABD basınında yer alan bir olay kamuoyunun tepkisine sebep oldu. Buna göre Körfez Savaşında ABD canlı Irak askerlerini dozerlerle gömmüştü. Bu iddia Türk basınında da bir-iki köşe yazısına konu edildi ama üzerinde fazla durulmadı. Çünkü konu ile ilgili ayrıntılı bilgi alma imkânı ne ABD basınında vardı ne de başka bir yerde...

ABD'nin Yıldız Savaşları Projesini 1991'de Körfez'de denedikten sonra 1993'te HAARP adlı yeni bir proje ile büyük bir yatırıma giriştiği biliniyor. İyonosferin kullanımı ile ilgili böylesine büyük bir yatırımın Körfez savaşının hemen akabinde; 1993'te başlatılması, yapılan denemenin Hermes II ile sınırlı kalmadığı sonucuna bizi götürmektedir. Demek ki deneme başarılı olmuş ve bu sahada büyük bir yatırım yapılmıştır.

İyonosferle ilgili projelerin insanların aklını bozma; beynini işlemez hale getirme gibi güçleri düşünülünce, ister istemez dozerlerle gömülen Irak askerlerinin bu şekilde aptallaştırılmış olabilecekleri akla gelmektedir. Ulaşılan sonucun ürkütücü olması ve kamuoyunda büyük tepkilere sebep olması ihtimali karşısında "delilleri"(!) dozerlerle gömerek yok etmek mecburiyeti duymuş olabilirler.

Irak askerlerinin bir paket bisküvi, gofret vb alabilmek için ABD askerlerinin ayaklarına kapandıklarını, çizmelerine sarıldıklarını TV haberlerinde hep birlikte seyrettik... Bu askerlerin de uzaydan gönderilen radyo-frekans dalgaları ile aptallaştırılmış olmaları elbette akla gelmektedir. Aksi halde, ne kadar idealsiz olsa dahi eğitim almış askerlerin bu duruma düşmesi başka türlü izah edilememektedir.

Irak Haberleşmesi Durdu; ABD'ninki Çalıştı

İyonosfer üzerindeki çalışmaların, belli bir bölgedeki bütün haberleşmeyi durdurma, ama sadece ABD'nin haberleşmesini sağlama imkânı verdiğini önceki yazımızdan hatırlayacaksınız. Körfez savaşının özellikle kara harekâtının yapıldığı son döneminde, Irak haberleşmesinin tamamen durduğu ve ileri hatlarla cephe gerisi arasında hiçbir iletişim kurulamadığı biliniyor. ABD'nin haberleşmesini eksiksiz yerine getirdiğini söylemeye herhalde gerek yok...

O sırada HAARP projesi henüz başlatılmamıştı, ama ABD'nin İyonosfer üzerinde benzeri çalışmaları mevcuttu. Bunlardan biri Güneş Enerjili Uydu Projesi (SPS) iken, bir başkası NASA'nın Uzay Laboratuvarı idi. Bu ve benzeri çalışmalar, ABD'ye, bir bölgedeki bütün haberleşmeyi durdurma imkânı vermiş olabilir diye düşünüyoruz.

Körfez Savaşı esnasında ABD'nin bölgedeki hava şartlarını değiştirme, belli noktalara yüksek enerji aktarımı gibi diğer hususları kullanıp kullanmadığını bilmiyoruz. Ancak ifade ettiğimiz şüpheler, İyonosfer kaynaklı güçlerin Hermes II'nin çok ötesinde savaşta kullanıldığı intibaını vermektedir.

Savaşa Katılan ABD Askerlerinde Körfez Hastalıkları

Yapılan araştırmalarda körfez Savaşına katılan ABD askerlerinde diğerlerine oranla daha yaygın tıbbi, psikolojik ve psikiyatrik sorunlar tesbit edildi. Depresyon, çeşitli psikolojik sorunlar, kronik yorgunluk, adale ağrıları, baş ağrıları, hafıza kayıpları ve nefes alma sorunları gibi bir dizi rahatsızlık savaşa katılanlarda sık olarak görülmektedir. Bu rahatsızlıklar savaşa katılan herkeste standart olarak bulunmadığından bir Körfez sendromundan ziyade Körfez hastalıklarından bahsetmenin daha doğru olacağı yetkililerce ifade edilmektedir.

Ölüm oranları bakımından da Körfezde savaşanların diğerlerine nazaran önde oldukları açıklandı. Körfez savaşına katılanlardaki ölün oranının yüksek olması, tıbbi rahatsızlıklar sebebiyle değil, dikkat azlığı ve sair sebeplerle kaza yapmaları ile ortaya çıkmış. Savaş sonrasındaki iki yıl özellikle otomobil kazaları sebebiyle ölüm oranlarının yükseldiği ifade edildi.

ABD askerlerini neyin hasta ettiği konusunda yapılan araştırmalardan bir sonuç alınmış değil. Hastalık sebebini bulmak üzere ABD Başkanı tarafından kurulan komite stres üzerinde durdu. Bunun yanında; biyolojik savaş unsurları, kimyasal savaş unsurları, uranyum, bulaşıcı hastalıklar, petrol ürünleri, pridostigmin bromid, petrol kuyusu yangınlarının dumanları ve askere uygulanan aşılar gibi bir dizi muhtemel etki dile getirildi, ancak hiç biri hastalık etkeni olarak ilan edilmedi.

İyonosferik uzay silahlarının insanlar üzerindeki olumsuz etkileri bilindiğine göre, acaba ABD askerlerini, savaşta kullanılan bu silahlar etkilemiş olamaz mı? Rahatsızlıkların önemli bir bölümünün psikolojik olması, hafıza kaybı, dikkat dağınıklığı ve yoğunlaşamama gibi ruhsal ve mental temellere dayanmaları yüksek frekans dalgalarının etkileri olabileceklerini akla getirmektedir.

Sonuç

İnsan sağlığı ve düşünme yeteneği üzerinde etkili olan silahların devreye girmesi ve bunların uzaydan doğrudan hedefe yönlendirilmesi ile savaş teknolojisinde yeni bir döneme girilmiş olmaktadır. Teknoloji geliştikçe, geliştirilen kitle imha yöntemleri giderek daha çok ahlâki boyuttan uzaklaşmakta ve insan soyunu tahribe yönelmektedir.

Körfez savaşında bu tür metotlar denendikten iki yıl sonra, 1993'te büyük bir yatırım yapılarak HAARP projesinin başlatılması ahlâki olmayan yöne doğru gidişin süreceği anlamına geliyor. "Tüfek icat oldu mertlik bozuldu" diyen Köroğlu, bu silahlar karşısında kim bilir ne diyecekti.


http://www.anafikir.com/17-agustos-ta-bizi-vuran-amerika-miydi/

17 Ağustos’ta bizi vuran Amerika mıydı?

Yazan: Selim Yörük | Kategori: Politika

Önce özür dileyeyim. Gazetelerin yaptığı taktikle sizi avladım. Etkileyici bir başlık ve onunla çok az bağlantısı olan bir içerik. Ama niyetim kötü değil. Buyrun efendim H.A.A.R.P (High Frequency Active Auroral Research Program/Yüksek Frekenslı Aktif Auroral Araştırma Programı) denilen şeyin korkutuculuğuna.

Her şey Nikola Tesla adında dahi bir elektrik mühendisi ile başlıyor. (Kısa kesmek istiyorum) bu adam manyetik gücün nelere kadir olduğunun bir kanıtıdır adeta. Hatta herkesin dillerinde dolanan, 40km öteden manyetik dalgalarla yüzlerce ampulü yakması olayı vardır ki yaptıkları ve deneysel teorileri bununla sınırlı değil, ağzımızı uçuklatacak başka birçok olayın da baş mimarıdır. Ve ne hikmet ki(!) General Electric firmasının çıkarlarına ters düşecek buluşlar yapmak üzere iken, en verimli dönemlerinde Amerikan hükümeti tarafından çalışmaları engellenmiştir (Bu adamın yaptıklarını, üzerinde çalıştığı teorileri bi araştırın derim ben. Çok şaşıracaksınız. Google ile başlayabilirsiniz mesela. Linkler sizi yönlendirecektir).

Konumuzla ilgili olan yanı ise taa 1976'lara dayanır. Ruslar Tesla’nın bu çalışmalarını Amerika üzerinde denerler. Toplam 100 milyon watt’ın üzerinde bir verici sistemi ile bu elektromanyetik dalgaları atmosferden yansıtmak suretiyle Amerika’ya yollarlar. Bu büyük manyetik alan yıllarca Amerika içlerinde çeşitli iklim değişikliklerine, kuraklığa ve sellere neden olmuştur.

Soğuk savaş sırasında bu iki ülke, bu yönde birçok araştırmalar yapmışlar ve hızla ülkelerinin çeşitli yerlerine çok büyük ölçekli vericiler yerleştirmişlerdir. Araştırılacak olursa o tarihlerde Amerika’nın dört bir yanında “ufo” gözlemlediklerini iddia eden insanlar ortaya çıkmış ve hepsi de gökyüzünün ışıklar saçtığını ve daha önce böyle bir şey görmediklerini eklemişlerdir. Birçok bilim adamı bu gök ışımalarının yeryüzündeki manyetik alanların bir yerde yoğunlaşması olduğunu açıklamışlardır. O sıralarda aurora denen bu gök ışımalarının en yoğun yaşandığı bölge de ne tesadüf ki(!) Alaska’daki H.A.A.R.P merkezi yakınlarıdır.

Yine 1976 yılında, Çin’de yaşanan depremde 500binin üzerinde kişi ölmüş ve sarsıntı sırasında aouroraya benzer gök ışımalarının olduğunu canlı tanıklar vurgulamıştır. Ve hatta bu ışımalar 300km öteden çıplak gözle tesbit edilebilecek güçte imiş.

17 agustos 1999‘da Gölcük’de meydana gelen depremde de görgü tanıkları bu tarzda büyük ışımalarının olduğunu tesbit etmişlerdir. Artık geri kalan yorumları size bırakıyorum. Bu konu hakında birçok geliştirilmiş komplo teorisi ya da kimilerine göre gerçekler var. Ama asıl olan, geçmişe dönük “Böyle bir şey yaptılar mı, yapmadılar mı” kısır döngüsünden ziyade böyle bir olasılığın, böyle bir tehlikenin varolduğudur. Ya da H.A.A.R.P denen teknolojinin ne derece büyük etkilere sahip olduğu gerçeğidir.

Bu bakış açısı ile, son 20-30 yıl içinde dünyada meydana gelen doğal afetlerin sayısının artmasını da buna bağlayabilirsiniz, birçok ülkede meydana gelen depremleri de buna bağlayabilirsiniz, daha önce tesbit edilememiş, rastlanması güç olan iklim değişikliklerini buna bağlayabilirsiniz…

Aynı şey ufo gözlemleri ile de ilgili. Şöyle bir cümle ile size bir yön çizeyim isterseniz, gerisini, altta yatan gerçeği siz kavrayacaksınız zaten;

“Kazara gözlenen, ileri teknoloji Amerikan savaş araçları, hükümet tarafından ‘ufo gözlemi’ şeklinde rapor edilmişdir. İnsanlara bu garip nesnelerin ufo/uzaylı olduğu inacı aşılanmaya çalışılmıştır. Sahte uzaylı görüntüleri, gazetelere verilen uzaylılarla ilgili ilgi çekici haberler hep bu gelişen teknolojilerinin üstünü örtmek ve ilgileri başka yöne çekmek için kullanılmıştır (bkz: Roswell olayı)”

Kaynakça;

- Antrak.org.tr

- Perdura

- Serdar Turgut

- Aydoğan Vatandaş:

- Google:

1. Selim Yörük

sitemizin ziyaretçi takip robotunun raporlarında ilginç bir şey gözüme çarptı bugun. ekşi sözlük’te bu yazıya link verdikten sonra şu sayfadan gelen, domain name’i amerika gözüken bi kaç ziyaretçi bu yazıyla bi hayli uzun bir süre(21:54, 7:19, 15:33) ilgilenmiş. “eee ne var, noolmuş ki” diyeceksiniz. olan şu; bu ziyaretçiler bildiğimiz aleade ziyaretçiler değil. af.mil ip bloguna dahil ziyaretçiler.

başımıza bi gelecek mi var ne!?

26 Nisan 2005


..............................................................................................

http://forums.myspace.com/t/4534262.aspx?fuseaction=forums.viewthread

1910'ların başında bir gün cebinde ufak bir cihaz olan orta yaşlı bir adam New York'un Wall Street'inde, tamamlanmamış, çelik yapı halinde bulunan bir inşaata girdi. Cihazını çelik kirişlerden birine bağladı. Bir süre bir takım ayarlar yaptı. Cihaz çalıştıktan az sonra çelik yapı gıcırdamaya ve sallanmaya başladı. Sallantı öyle bir hal almıştı ki, inşaat işçileri panik içinde en alt kata koşuşturdular. Az sonra polis de gelince, adam cihazı cebine koydu ve binadan ayrıldı. Görgü tanıkları, sallantının on dakika daha sürmüş olması halinde binanın çökeceğini söylüyorlardı. Aynı adamın 15 yıl önce yanlışlıkla New York'taki birçok bloğu içine alan bir mahalleyi de salladığı da rivayet edilir. Hatta o zaman polisin, laboratuarına baskın yaptığında bir nevi osilatör olarak adlandırılabilecek cihazın bu kişi tarafından balyozla kırıldığı ve polise teslim edilmediği iddia edilirdi. İnsanlığı ilgilendiren çok önemli buluşlara imza attığı halde ismi bilim dünyası tarafından adeta aforoz edilerek hakkı yenilecek olan bu kişinin adı Nikola Tesla'dır. Bilimsel literatürde, Manyetik Rezonanslı "MR" cihazlarının manyetik alan gücünü gösteren güç terimi Tesla olarak ifade edilirken ismi anılan bu bilim adamının imzasını attığı buluşların sayısının 800 adet patent altında olduğunu söylersek Tesla'nın bilim dünyasındaki gösterilmeyen, bir anlamda yok sayılan yerini vurgulamış oluruz. 1856'da Avusturya-Macaristan vatandaşı olarak Hırvatistan'da doğan Tesla, Graz'daki Bilim Akademisi'nde fizik, mekanik ve matematik okudu. 1884 yılında ABD'ye göç etti ve Thomas Edison'un yanında çalışmaya başladı. Edison, o sıralar doğru akım üzerinde çalışıyordu. Ancak doğru akımın pratikte elektrik enerjisi olarak evlerde ve sanayide kullanılmasının teknik olarak uygun olmaması, Tesla'yı alternatif akım gibi başka bir elektrik gücünü araştırmaya itti. Geliştirdiği transformatörler ve jeneratörler ile bunu üretim iletişim hatlarıyla sevk etmeyi başardı. Bu enerjinin kullanımı için de elektrik motorları icat etti. Bundan sonra Nikola Tesla'ın birbirinden ilginç buluş ve araştırmaları ard arda sürdü. Günümüzdeki neon ampullerinin benzeri floresan ampullerini buldu ve Niagara Şelalesi üzerinde kurulan dünyanın ilk hidroelektrik santralinin üzerindeki imza yine "Tesla" idi. Otomobillerde kullanılan ilk takometreyi icat etti. Westinghouse firması ile anlaşıp elektrik üretimine başladı. Sanayici J.P. Morgan'ın desteği ile, bir anlamda bedava enerji sayılabilecek ve yeryüzü çevresindeki iyonosfer ve ether tabakalarından elde edilebilecek enerji ile bütün dünyaya, kablosuz yayın ile telefon ve telgraf hizmeti verecek olan sistemi kurdu. Ancak sonradan enerjinin bedava alınacağı ve kendisinin diğer enerji kaynaklarının para etmeyeceğini düşünen Morgan, Tesla'dan desteğini çekti ve Tesla hem mali sıkıntıya girdi, hem de bütün dünyada "çatlak" olarak kabul edilmeye başlandı. Hâlbuki Marconi tarafından icat edildiği söylenen radyoyu da Tesla, Marconi'den on yıl önce tescil etmiş ve patentini almıştı. Nitekim bu buluşu öldüğü 1943 yılında ABD Yüksek Mahkemesi tarafından kabul edildi. Tesla, manyetik dalga üzerindeki çalışmalarını öyle boyutlara getirdi ki, 1899'da Colorado Springs'deki laboratuarında elde ettiği elektrik enerjisini havadan dünyanın öbür ucuna gönderdi, dalgalar geri gelince bunlara bir miktar daha enerji yükleyerek tekrar gönderdi ve sonuçta 40 metrelik dev bir şimşek elde edildi. Bu şimşeğin gürültüsü 35 k.m öteden işitilmişti. Yine Tesla, Birinci Dünya Savaşı esnasında Alman Denizaltıları'nın yerini saptamak için radar dalgalarını bulmuşsa da zamanın Amerikan Deniz Kuvvetleri'ne bu öneri saçma geldiği için, radar cihazı 25 yıl gecikmeli olarak bulundu. Tesla'nın 1930'da icat ettiği söylenen ve 200 k.m ötedeki bir uçağı düşürebilecek elektromanyetik şua gönderen top konusu ve bununla ilgili çalışmalar, acaba 1943'de Tesla ölünce evini basan FBI'ın Tesla'nın bütün evraklarına el koyması sonucu bugüne kadar hangi aşamada değerlendirildi, bütün bunlar da birer muamma. Yine, halen ABD mercilerince "çok gizli doküman" olarak saklandığı ileri sürülen belgelerin çok azının sonradan ailesine teslim edilmesi de bu muammaları derinleştiriyor.

ÖLDÜRÜCÜ OLMAYAN SİLAHLAR "Körfez Savaşı sürerken CNN Televizyonu'nun canlı yayını esnasında oluşan bir sorun, konuyla ilgilenen uzmanları uzun bir süre meşgul etmişti. Bir CNN muhabiri Irak'ta beton bir sığınağın önünde çekim yaparken, atom bombasına bile dayanabilecek bir yapıda olan sığınağın üzerinde 30 saniye kadar, kenarlarında garip cihazlar olan bir Amerikan helikopteri asılı kaldı. Yayında helikopterin motor gürültüsünden başka hiçbir şey duyulmuyordu. Aniden hava, ses ve titreşim geçirmeyen Alman malı sığınağın kapısı açıldı ve ellerini havaya kaldırmış olan Iraklı askerler suratlarında gülümseme ifadesiyle gözüktü." Daha sonra yine birtakım uzmanlarca yapılan yorum, bu helikopterin ELF-maximum miktarda düşük frekanslı, mobil HAARP Teknolojisi teçhizli olduğuydu. Yıllardır, "Pax Americana"yı (ABD'nin günümüzde dünya etrafında uyguladığı, içine askeri güç gösterisinin de dahil olduğu sisteme verilen ad) dünyaya yerleştirmeye çalışan ABD'nin bu iş için nükleer silahların da ötesinde daha güçlü sistemler araştırdığı söyleniyor. Bunlardan en önemlisi olarak nitelendirilen HAARP Projesi'nin (High Frequency Active Auroral Resarch Project-Aktif Yüksek Frekanslı Aurora Araştırma Projesi) ABD Deniz ve Hava Kuvvetleri'nin Kuzey Alaska'da Fairbanks Üniversitesi'nin katkılarıyla sürdürüldüğü iddia ediliyor. Öldürücü Olmayan Silahlar serisinin en iddialı ve etkin sistemlerinden olabilecek bu projeyle, ELF (Yüksek frekans) ışınları, iddia edildiği üzere 100 Gigawat (100 milyar Watt) civarında toplam bir gücü geniş alanlı anten ve vericilerle gönderilebilmektedir. Alaska'daki Anchorage'in kuzey doğusunda bulunan bu gizli tesis, Kuzey Kutbu'na yakın olması nedeniyle dünyanın cekim alanının en yoğun olduğu yerlerden biri ve iyonosfer tabakasına elektrik yükünü yüksek yoğunlukta yayabilme özelliğine sahiptir. Ayrıca burada HAARP jeneratörlerinin gereksinimini karşılayacak doğalgaz da petrol kuyularının yan ürünü olarak bol miktarda elde edilebilmektedir. İnsanlık tarafından yapılmış en güçlü "Yüksek Frekans Vericisi" olan HAARP'ın 200 kilometre yüksekliğe, İyonosferin "F" tabakasına gönderdiği elektrik yükü İyonosferde absorbe edildikten sonra ELF (çok düşük frekanslı) dalgalar olarak geriye döndüğünde bu elektromanyetik dalgaların oluşturduğu alanların, canlı sistemler üzerindeki etkilerinin son yıllarda özellikle askeri ve bilimsel çevrelerce değerlendirildiği de söylenmektedir. Alaska'daki bu tesisin benzerinin bazı eski Sovyet OTH-Radar üslerinde, Norveç'deki Trömse (Alman Max-Planc Enstitüsü'nce işletilmekte) ve Porto Rico'da da olduğu iddia edilmektedir. Dünyada 640 kadar HAARP anteni bulunduğu da tahmin edilmektedir. Nikola Tesla'nın 100 yıl önce bulduğu prensiplerle çalışan bu silah sistemleri birçok ilginç alana uyarlanabiliyor. Bundan yüz yıl kadar önce koca bir mahalleyi sallayabilen, uzaktan kumandalı taşıt aracı geliştirmiş olan veya atmosferden elde ettiği enerjiyle bedava cihaz çalıştırabilen Tesla'nın buluşları, bugün eğer tek bir gücün elinde olursa ve daha da geliştirilip yaygınlaştırıldıklarında, bir kölelik devrini başlatabilecektir. SİLAHLAR VE ETKİLERİ Tesla prensipleri doğrultusunda geliştirilen araçların şu özellikleri olabileceği ve bunlarla şu olanaklar sağlanabileceği söyleniyor; Ultra Kısa Dalga ve ELF dalgalı cihazların 2.000 k.m öteden insanları etkileyebileceği, mide bulantısı ve kusmaya yol açacağı ve yön tayini duygularını etkileyeceği söyleniyor. Bunların yaydıkları elektromanyetik dalgaların KİS (Kitle İmha Silahları) kullanmadan düşman elektronik sistemlerini felç edebileceği iddia ediliyor. Yine, Tesla'nın prensibiyle, Amerikalı Albay T.E. Bearden, Fizikçi Sidney Hurwitz ve G. Obelensky buldukları bir cihazla 300 m. yarıçapındaki bir alanda bulunan metallerin yoğunluklarını ciddi ölçülerde arttırabilmişlerdir. Böylelikle düşman mühimmatının yoğunluğu değiştirilip birkaç misli ağırlaştırmak ve mühimmat hedefe gelmeden patlatmak olası olabilmektedir. Bu konu füzesavar sistemleri için son derece önemli olacaktır. İyonosfer tabakası, kendi haberleşme sistemi bozulmadan, karşısındakinin haberleşmesini, hatta küresel haberleşmeyi bozacak şekilde etkilenebilmektedir. MR cihazı kullanır gibi yerkürenin kilometrelerce altının röntgenini çekmek ve yeraltı askeri tesisler ile doğal kaynakları saptamak olasıdır. İnsanların bilinçlerinin etkilenmesi mümkün olabilecektir. Küresel meteorolojik değişiklikler yaratmak mümkün olabilecektir. Haberleşme ve casus uyduların imhası mümkün olabilecektir Dünyanın çok uzak köşelerindeki TV, radyo ve haberleşme sistemlerini etkilemek mümkün olabilecektir. Bilgisayar sistemleri, disketler ve donanımların uzaktan tahribi olası olabilecektir. Biyolojik olarak, hayvanların iletişim, üreme ve oryantasyon mekanizmalarının etkilenmesi, canlıların temel DNA kopyalanmasının etkilenmesi mümkün olabilecektir. EISCAT denilen birbiriyle bağlantılı hale getirilebilen bu çeşit HAARP istasyonlarının birbirleriye bağlantılı ve bağımsız çalışabilmeleri ve bütün bunların kontrolü olasıdır. Bu birlikte çalışabilir olmanın insanlık için sonuç ve boyutları da düşündürücüdür. Bu düşündürücülük, söz konusu elektromanyetik dalgaların spesifik amaçlara yönelik olarak yalnız anten vasıtasıyla değil, uydular ve kablo ağıyla da gönderilmesiyle önem kazanmaktadır. Ama bireyler üzerinde olası olan ve yukarıda değindiğimiz fiziki ve ruhsal etkilerini sağlamada günümüzde çok önemli bir enstrüman daha vardır ki tehlikenin boyutları bu noktada akıl almaz ölçülere ulaşmaktadır. O da hemen hepimizin taşıdığı cep telefonlarıdır. Tesla'nın buluşlarının kötü niyetliler tarafından bireylere intikalinin söz konusu olması, insanlığı gelecekte başka boyutlarda tehdit edecektir. Bu yolda en önemli araç yine bütün dünyada kurulan sayısı yüz binleri geçen cep telefonu anten vericileridir. TESLA DEPREMLERİ Mİ? Nikola Tesla'nın, insanlığın yararına olduğunu savunduğu en önemli iddiası, önceden deprem yaratarak, kontrollü olarak daha büyük olası depremlerin enerjisini boşaltmaktı. Bu noktada, dünyada olmaması gereken yerlerde meydana gelmiş olan bazı depremlerin bu konuda yapılan çalışmalarla bir ilişkisi olup olmadığı sorusu akla gelmektedir. Bu bağlamda, Deprem kuşağında olmayan Almanya, Hollanda, Belçika üçgeninde 13 Nisan'da meydana gelen deprem bir HAARP denemesini akla getirmektedir. 2001 Haziran'ında G8 toplantısı yapılan İtalya'da toplantıyla aynı anda Etna Yanardağı faaliyete geçti. Çin'in Tangşan bölgesinde, ABD'nin bağımsızlık ilanından tam 200 yıl sonra aynı ayda, meydana gelen depremde 250.000 kişi öldü. 1995'de Tokyo metrosundaki Sârin gazı terörünü yaratan Aum Şinrikyo Tarikatı'nın, geleceğe dönük ve kâinatın sonunu getirecek felaket silahları üzerinde çalıştığı ve Tesla silahlarıyla da ilgilendikleri iddia edilmektedir. Aum'un lideri Şoko Aşahara'nın, 17 Ocak 1995'de meydana gelen Kobe depremini dokuz gün evvel tahmin etmiş olduğu iddia edilmektedir. Yine bu depremde şehrin bir kobay gibi kullanılıp, dünyanın içindeki enerjinin Tesla'nın elektromanyetik dalgalarıyla açığa çıkarıldığı da bu tarikat üyelerince söylenmişti. 28 Mayıs 1943'de Batı Avustralya'nın o güne kadar hiç deprem olmayan Leonora-Laverton bölgesinde 3,7 Richter ölçeğinde bir deprem oldu. Önce bunun bir meteorit çarpması sonucu oluştuğu düşünüldüyse de sonra böyle bir bulgu kanıtlanmadı. Görgü tanıkları depremden biraz sonra gökte iki saat kadar süren portakal ve gümüş rengi bir aydınlanmanın oluştuğunu söylediler. Sonradan, aniden bir elektrik düğmesine basılmış gibi bu ışık kayboldu. Depremin merkez üssünün hemen yakınında, bir süre evvel, bir kısım Aum tarikatı mensubunun bir çiftlik satın almaları ve bazı nükleer fizikçileri de buraya getirmiş olmaları acaba bir rastlantı mıydı sorusu bugün hala cevaplanabilmiş değil. Yine Batı Avustralya'nın hiç deprem olmayan Güney Doğu Kum Çölü'nde, 1970'de 3 Richter ölçeğinde 173 civarında deprem oldu. Bu depremlerin hepsinin merkez üsleri birbirinden tam olarak 10'ar kilometre uzaklıkta ve her sekiz deprem hattı da 50-70 kilometre uzunluğundaydı. Bu durum 1995'e kadar 246 defa sürdü. Bunların Avustralya'nın denediği Elektromanyetik Dalga silahlarıyla oluştuğu iddia edilmektedir. Bütün bu ve benzeri depremlerin, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikita Kruşçev'in bundan 40 yıl önce belirttiği, "Dünyamızın çok daha korkunç ve tahrip edici nitelikte silahlarla yüz yüze geleceği" söylemi ile ilgili midir diye sormadan edemiyoruz. Yine 1943'de Nikola Tesla'nın ölümünden hemen sonra FBI tarafından el konulan ve "çok gizli" olarak nitelendirilip kilit altına alınan belgeler nedir, bunlardan kim yararlanıyor soruları da akılları meşgul etmeye devam ediyor. ZİHİN KONTROLÜ VE SİLAHLARIN GELECEĞİ 1. GİRİŞ Bu yazıda, titreşimleri (vibrasyon) ve frekansları, elektromanyetikleri ve sayısal (skalar) dalgaları ele alacağız. Bunların bedava enerjide, yönlendirilebilir enerji silahlarında, zihin kontrolünde, kablosuz enerji iletiminde ve biyolojik savaşta nasıl kullanıldığını inceleyeceğiz. Bunun yanında beyne, bilgisayar bağlantılarına, gelecekte bizi bekleyen silah teknolojilerine, bilgisayar teknolojilerindeki son gelişmelere, insanların gözetlenmesine, takibine ve toplumlar üzerinde kurulan hâkimiyetlere göz atacağız. Yazının ilk yarısı temel olarak beynin işleyişi, zihin kontrolü ve gözetlemeyle ilgilidir. Diğer yarısı ise sayısal silahlar ve bedava enerjiyi ele almaktadır.

2. TİTREŞİMLER, FREKANSLAR VE DALGALAR Kâinat, titreşim ve dalgaların ahenginden müteşekkildir. Her şey, kendi frekans ve titreşiminden oluşan birer enerjiden ibarettir. Titreşimler vasıtasıyla en hayret verici şeyleri bile başarmamız mümkündür. Titreşimler, günlük hayatımızın bir parçasıdır. Hepimiz neşeli ve tasasız, karamsarlık ve uyuşukluk arasındaki farkı biliriz. Medyumlar kendi titreşimlerini o kadar arttırırlar ki çıplak ellerini insanların mideleri sokabilirler. Yüksek titreşim, daha düşük yoğunluk ve geçirgenlik demektir. Medyumlar (ruhsal cerrahlar) enerjiyi kullanarak çalışırlar; hastalıkların teşhisi ve tedavisinde enerjiyi ve titreşimleri kullanırlar. DNA, titreşim ve enerjidir. DNA, ışığı emer ve yayar. Aura, elektrostatik bir alandır. Auralarımız ve yeryüzünün manyetik alanı birbiriyle iç içedir. Michael Tsarion[1] 'un belirttiği gibi, havadan ve yıldızlardan etkilendiğimiz kadar zihinsel ve duygusal durumumuz da gezegenimizi etkiler. Bu çift yönlü bir alışveriştir. 3. BEYİN Beyin, çok yönlü bir kontrol merkezidir: Tüm vücut işlevlerini yönetir ve aralarında işbirliği sağlar. Bütün zihinsel durumlar, düşünceler, duygular, fiziksek duyular ve hareketler ayrı frekanslara sahiptir. Bunlar EEG testleri ve MRI taramaları ile görüntülenebilen elektromanyetik işaretlerdir. (EEG: Electro Encephal Graphy Elektro Beyin Grafisi, MRI: Magnetic Resonance Imaging Manyetik Rezonans (yankılanma) Görüntüleme) Beş duyu organımızla algıladığımız her şey, belirli bir beyin faaliyeti meydana getirir. Tüm hastalıklar kendi dalga şekillerine sahiptir. Her kelime ve düşünce beynimizde kendi frekans dalgasını meydana getirir. Tüm hareketler, düşünceler, duygular ve algılamalar kendi frekans işaretlerine sahiptir. Birinin beyin faaliyetleri, bilgisayar ekranına çıkarılabileceği gibi, bunlar TAM AKSİ YÖNDE DE GÖNDERİLEBİLİR. Bir bilgisayar herhangi bir beyin faaliyetini çözümleyebilir ve bunu aynı yoldan GERİ İLETEBİLİR. Geçmişte, bu verilere ulaşmak için insanların kafalarına elektrotlar yerleştirilirdi ama günümüzde her şeyi kablosuz olarak yapmak mümkündür. Beyinlerimizin uzaktan idare edilebilmesi, uçsuz bucaksız bir çalışma alanıdır. Her beyin kendine özgüdür. Beyin taraması, beyin tanımlaması, uydudan takip, gözetleme ve süperbilgisayarlar bir araya getirilerek insan davranışları, tüm yönleriyle, uzaktan idare edilebilir. Beyne ait parmak izlerimiz, bilindik nesnelerin tanınmasıyla alakalı beyin bölümünde bulunur. Beyne ait bu parmak izlerinin tespiti %100 isabete sahiptir. Mesela birinin suç mahallinde olup olmadığını belirlemek bununla mümkündür. Bununla birlikte bir kişinin beynine gerçek olmayan hatıralar yerleştirmek de mümkündür. Beyin-Bilgisayar Bağlantısı yapılarak (BCI[2] ) bilim adamları bir joystick (oyun çubuğu) ile insan ve hayvanları idare etmeyi başarmıştır. Ayrıca bilim adamları bir kedinin gözünden tanımlanabilen bir görüntüyü bilgisayar ekranına yansıtmayı başarmıştır. Yani, gözlerinizle gördüklerinizi bilgisayar ekranına yansıtmanız mümkündür. Bu işlem, talamusdaki, gözle görülenlerin yönetildiği ve yorumlandığı LGNleri (Lateral Geniculate Nucleus) bölgesini hafifçe uyarılmasıyla gerçekleştirilir. Bunun yanında retina nakli ve kör birine tekrar görme yeteneği verebilen nakiller yapılmaktadır. Yapay (takma) organlara sahip insanlar, beyinlerine yerleştirilen BrainGate[3] çipleri sayesinde robot kolları ve bacakları hareket ettirebilmektedir. Sibernetik[4] nöroteknolojik, iki beyin yarıküresi arasında bağlantı ve bilgi akışı, telekayıt (uzaktan kayıt), telestimülasyon (uzaktan uyarım), elektronik beyin haritası, telemetri (uzaktan ölçüm), nörogörüntüleme, kablosuz beyin uyarımları bu uygulama sonrası gerçekleştirilebilmektedir. Bir tuz tanesi büyüklüğündeki mikroçip, insan beynine yerleştirilebilir ve bu, o kişiyi uzaktan yönetmek için yeterlidir. Ancak mikrodalgaları ve sayısal dalgaları bir insanın beynine iletmek o kişinin beyninde mikroçip olmasa bile mümkündür.
Bir insanın kolundaki VeriChip[5] çıkarılabilir fakat beyindeki bu çok ufak boyuttaki çipten kurtulmak mümkün değildir. 4. MOLEKÜLER, NANO VE SÜPERBİLGİSAYARLAR Bilgisayarlar aşırı küçük boyutlarda üretilmeye başlamıştır. Bir tuz tanesi kadar küçük ve sıradan bir kişisel bilgisayarın 100 katı hızda çalışabilen moleküler bilgisayarlar şu anda mevcuttur. Sınırsız saklama kapasitesine sahip ucuz bir süperbilgisayar, bilgiyi insan düşüncesinin 4 milyon katı hızla işleyebilmektedir. Walmart[6] 'ın veritabanı şu anki internetin iki katı bilgiye sahiptir. Gelecek yıllarda, yaptığımız her şey gözlemlenip kaydedilebilecektir. Gelişmiş bilgisayar programları tüm bilgileri inceleyip sınıflandırabilecektir. Satın aldığımız eşyalar RFID (Radyo Frekans Kimliği) çiplerine sahip olacak ve böylelikle takip edilebileceklerdir. Bindiğimiz arabalar kara kutu aktarıcılarına sahiptir. Kullandığımız cep telefonları GPS (Global Positioning System – Küresel Yön Bildirim Sistemi) üzerinden izlenebilmektedir. 5. OTOMATİK SİLAH SİSTEMLERİ Silah teknolojisi beş duyu organımızla ve beyin gücümüzle algılayabileceğimizin ötesinde gelişmiş durumdadır. İnsansız uçaklar, hissedebilen, düşünebilen ve öldürebilen karınca büyüklüğünde robotlar çevremizde görülmeye başlayacaktır ve bütün bunlar bir insanın üstesinden gelebilmesi için fazla karmaşıktır. Otomatik bilgi sistemleri, saldırma kararında, hedeflerin süratle takibi ve tanımlamasında, cephanelerin seçimi, dağıtımı ve sonuçların rapor edilmesinde yardımcı rol oynayacaktır. Robot sistemleri araştıracak, tanıyacak, değerlendirecek, iz sürecek, çatışmaya girecek ve öldürecektir. Gelişmiş radar sistemleri yer ve kimlik belirleyecek; ardından yok edecektir. (Burada kullanılan teknik Çok-yönlü Birleştirme'dir: Ayrıntılı bilgiler ve yapılan hareketler arasında sürekli etkileşim sağlar. Kullanıldığı alanlar: Denizaltıların tanımlama yöntemleri, hedef kimliği belirleme, iz sürme ve yok etme, balistik füzeler ve bombardıman uçakları, ani otomatik tepkiler, yapay zekâ) Tüm bunlar bir bilgisayarın gerçekleştirmesi için fazlaca karışık işlemlerdir. 6. GÖZETLEME Birçoğumuz 120 stratejik noktaya yerleştirilmiş, yerimizi belirleyebilen SatNav[7] ve GPS'yi duymuşuzdur. Cep telefonlarımız ve arabalarımız sürekli olarak takip edilmektedir. Çeçen lider General Dudayev aslında yanına cep telefonunu aldığı için öldü. Telefonunun yeri bulundu ve izi sürüldü. Ardından radyasyonu yükseltildi ya da ölümcül bir seviyeye getirildi[8] . Tüm telefon konuşmalarımız, faks ve e-maillerimiz Echelon[9] 'un, simge, ses ve kelime tanıma özelliğine sahip elektronik tele-kulak teknolojisiyle takip edilmektedir. Bilgisayar, anahtar kelimeleri ve cümleleri araştırır ve bir şifreleme yazılımı kullanır. Çoğumuz telesekreterle veya sözcük tanıyan yazı sistemleriyle karşılaşmışızdır. Hepimiz parmak izi gibi ayırt edici özelliğe sahip ses izlerimiz vardır. İleride, nüfus cüzdanları hiç şüphesiz RF Kimliği (RFID) çipleri taşıyacaktır. Yani eğer bu zorunlu hale getirilirse araba kullanmasak ya da cep telefonu taşımasak da yerimizin tespiti yapılabilecektir. Giysilere RF Kimliği koymak da yaygınlaşmıştır. Böylelikle izlenmenizi sağlayan bir cekete para ödemiş oluyorsunuz. X ışınları, CCTV (Kapalı Devre Kamera Sistemleri), parmak izi, avuç içi izi, el yazısı ve göz irisi kelimelerini hepimiz duymuşuzdur. Diğer biyo-ölçüm tanımlama sistemleri; yüzü, retina tabakasını veya bir insanın yürüyüşünü, yüz ifadelerinin özelliklerini ruh halinizi belirlemede kullanır. Bunun bir sonraki aşaması akıl okuyan bilgisayarlardır. 7. KİTLELERİN İDARESİ Göz yaşartıcı gaz, elektroşok silahları ve Taser[10] 'ler en bilindik kalabalıkları kontrol yöntemleridir. Ancak kinetik enerji silahları, elektroşok, ses silahları, isyan kontrol araçları gibi diğer teknolojiler pek bilinmez. Tüm bunlar, bundan kısa bir süre önce kullanılabilir hale gelmiştir. Tüm kalabalığı uyutarak, uyuşturarak etkisiz hale getirmek artık mümkündür. Beyindeki oksijen oranını düşürerek kişinin yorgunluk ve bitkinlik gibi belirli hisleri hissetmesi sağlanabilir. Ya da herkesi uyutabilirsiniz. Bunun yanında, kalabalıktaki bir kişiyi seçebilir ve akustik işaretleyicilerle hedef seçebilirsiniz. Bu tür uyuşturucu etkilere sahip ilaçlara genel olarak "öldürücü olmayan silahlar" denir. Ancak, pek tabii ki, seviyeleri yükseltildiğinde öldürücü olabilirler. Elektromanyetik enerji ile bir kişiyi uzaktan telkin altına alabilir, sakatlayabilir ya da öldürebilirsiniz. Birçok davada, kişinin birden düşüp ölmesine bir açıklama getirilemediği için yasal süreç askıya alınmış ve dava kapatılmıştır. 8. ZİHİN KONTROLÜ İnsan toplulukları ölçeğinde zihin kontrolü teknolojisi şu anda kesinlikle mevcuttur. Akıl okuma makineleri, uydular ve süperbilgisayarlar, bir insanın beynine herhangi bir zihinsel, duygusal ve fiziksel durumunu telkin etmek için mikrodalga ve sayısal dalgalar gönderebilir. Paranoid şizofreni hastaları güçlü sanrıların (halüsinasyon) ne demek olduğunu çok iyi bilirler ve bu insanların çoğu gizli polis servislerinden şüphelenirler. Telepati, psikotronikler ve şizofreni arasındaki farkı anlatmak oldukça güçtür. Beyin, tüm vücuda hükmeder. Meditasyon ustaları kendi kalp atışlarını durdurabilir; nefes alışverişlerini kontrol edebilirler. Elektronik zihin kontrolü ile bir kişiyi mutlu, üzgün, yorgun, uyanık, intihara meyilli, yürüyen bir ölü, ölümcül hasta, etkisiz, nefret dolu yapabilirsiniz. Bu listeye her türlü zihinsel ve duygusal durumu ekleyerek uzatabilirsiniz. Belirli bir hareketin frekans dalgasını yönlendirerek bir kişiyi dışarıdan yönetebilirsiniz. Bu şekilde düşünce, fikir, hipnotik tetiklemeler ve beyin programlamalarını insan aklına sokmanız mümkündür. Timothy McVeigh[11] 'in uzaktan idare edildiği ve suikaste programlandığı iddia edilir. Buttons ve Svoboda isimli pilotların kullandığı uçağın 1997'de bir dağa çakılması ya da Kaptan Hess'in birden oturup kendini 26 defa bıçaklaması da diğer gizemli vakalar arasındadır. Frekans silahları 6.6 hz ile depresyona yol açabilir. 7.83 Hz (Schumann Rezonansı[12] , yeryüzünün doğal titreşimi) kendini iyi hissettirir. 10.80 Hz panik hali oluşturur. 16-25 Hz'lik ölümcül ELF ise hayata kasteder. (ELF: Fazladan Düşük Frekans, ULF: Aşırı Düşük Frekans). Titreşimi hafifletilmiş mikrodalgalar doğal beyin frekanslarını taklit eder. Mesela frekans dalga boylarına maruz bırakarak uyuşturucu kullanmayan bir kişiye ketamin[13] kullanmış etkisi verilebilir. İbadet eden kişilerin beyinlerinin 'ilahi' bölümünün salgıladığı kendini iyi hissetme kimyasalları salgılatılarak bir keyif hali yaşadıkları kanıtlanmıştır. Bir insanı bu frekans dalga boyuna maruz bırakırsanız o kişide yapay bir dindarlık ve derin bir mutluluk hissi uyandırabilirsiniz. Ayrıca hükmedilen rüyalar, görüntüler ve kısa süreli hafıza silmeyle bir kişiye UFO deneyimi yaşamış biri gibi yapabilirsiniz. İçten geçen düşüncelerin oluşumları gözlemlenebilir ve çözümlenebilir. Düşünceler ve fikirler aklınıza sokulabilir. Artık ne düşünüp hissedeceğimize kendimiz karar veremeyebiliriz. Bu işlemler oldukça karışıktır. Sadist birileri akılları kontrol etmek için bilgisayarın başına geçebilir ve bilgisayarlarıyla her şeyi belirli bir yöne yönlendirebilir. Bilgisayar düşüncelerinizi size geri iletebilir ve tekrar tekrar düşünmenizi sağlayabilirler. Hatta bu anlamsız bir tekrarlamaya dönüşebilir. Ultrasonların iletilmesiyle bir kişiyi, sesler çılgına çevirene kadar bunu tekrarlayabilirsiniz. Bununla bitkinliğe, uykuya veya bir uyanıkla sebep olunabilir. Duyulan yüksek frekanslarla hırsızlığın azaltılabildiği bilinmektedir. Voodoo rahipleri, psikokinezi[14] (telekinezi) veya uzaktan telkin yapalar, insanların ve nesnelerin enerji yardımıyla etkilenebileceğinin farkında olan kişilerdir. Ama bilgisayar, beyinden daha kuvvetlidir. Daha güçlü etkiler oluşturabilir. Bu etkilerden birkaçı tecrübeleri tekrar oluşturmak ve imrendirmek, algılarla oynamak, işitilmeyen bilinçaltı etkileri, telkin ve hipnotize etmek olarak sıralanabilir. 9. FİZİKSEL BELİRTİLER Zihin kontrolü, fiziksel tepkilere ve hislere de neden olabilir: Sesler duyma, kokular alma, görüntüler, mide bulantıları, ishal, el-ayak kontrolünde bozulma, orgazm hissi oluşturma, kusma, idrar ve dışkı çıkarma isteği gibi bağırsak hareketleri, kasılma, ateş, görsel yanılsamalar, felç, kalp krizi, kalp yetmezliği, nörolojik etkiler, fiziksel acılar, yönlendirilen göz hareketleri… 10. BİYOLOJİK SAVAŞ VE KANSERİN ÇARESİ Sayısal dalgalar teknolojisiyle fiziksel belirtilerin kablosuz iletilebilmesi olanağı daha da ileri gitmektedir. Bir hastalığın elektromanyetik belirtilerini (semptomlarını) çevreye yayabilir; kansere, lösemiye, Alzheimer'a, zehirli etkilere, gribe, deniz tutmasına, nükleer radyasyon belirtilerine, kimyasal zehirlenmelere ve bakteri enfeksiyonlarına sebep olabilirsiniz. Dilerseniz bağışıklık sistemini (immüne sistem) etkisiz hale getirebilirsiniz. Hatalıkların bu anlık iletimleri Vlail Kaznavheyev tarafından kanıtlanmıştır. Sayısal dalga teknolojisi, topluca ve kapsamlı alanlara hastalığın yayılabildiği devasa miktara sahip biyolojik silahlarda bulunmamaktadır. Antonie Priore'nin de belirttiği gibi olumlu yönde de kullanılabilmektedir. Fareler üzerinde kanser araştırmaları yapan Priore, geliştirilmiş elektromanyetik tedavinin HER hastalıkta tedavi edici olabileceği sonucuna varmıştır. 11. SAYISAL (SKALAR) DALGALAR Sayısal elektromanyetikler ve silahlar üzerindeki bilgilerimin çoğu Tom Bearden'in araştırmalarıdır. Bunlar, basmakalıp olmayan bilimsel ders kitaplardan alınmıştır. Elimden geldiğince aktarmaya çalışacağım. Nikola Tesla çekim ve hertz teorilerini kişisel sınırlamalarından dolayı eleştirmektedir. Sayısal dalga teorisinin genel kavramları bu iki teori tarafından göz ardı edilmiştir. Bu durum iki teorinin de hatalı olduğunu göstermektedir. Bu konu üzerindeki ders kitapları hatalıdır; birçok bilim adamı bunu anlamamaktadır. Sayısal dalgalar uzay vakumunda (boşluğunda) bulunurlar. Zaman bölgesi, dördüncü boyut ya da uzay-zaman olarak da bilinir. Işık hızından hızlı hareket ederler. Çevreleyen vakum her yerdedir. Kâinat, hiperuzayın çevresindeki ince zar tabakasıdır. Sayısal dalgalar, normal uzayda dolanabilir, hiperuzayda iletilebilen büyük miktarda bir enerji meydana getirebilir. Sayısal dalgalar, dalga ve karşıt-dalgadan, eşit ve karşıtlardan, çekim enerjisine dönüştürülebilen boylamsal (uzunlamasına) ses dalgaları oluşmasından meydana gelmesine karşılık elektromanyetik (EM) enerji dalgaları çaprazlamadır. Sayısal tip zaman, bahsedilen aynı etken (ışık hızının karesi) tarafından sıkıştırılmıştır (bastırılmıştır). Sayısal elektromanyetikler, elektromanyetiğin çekim gücünün dâhil edildiği genişletilmiş şeklidir. Geleneksel eşitlik şöyledir: e=mc2 enerji, kütlenin, ışığın santimetre karedeki hızıyla çarpılmasına her durumda eşittir. Sayısal (dalgalarda) eşitlik şu şekildedir: e =?tc2 ışık hızının karesiyle zamandaki değişimin çarpımına eşittir. Işık hızı saniyede 299,793 km yol alır (~300.000 km/saniye). Her şey enerjidir. Sayısal rezonans (yankılanma) ve elektromanyetik alan enerjisi ve çekim alanı enerjisi arasındaki değiş tokuş, günümüzdeki fizikle anlaşılması mümkün olmayan bir şeydir. Elektrostatik olasılık (potansiyel): Yerel partikül ve bunun sürekli akıma sahip elektriksel yükleme mahiyetindeki çekimsel yükleme arasında farklı akış yoğunlukları gösteren yüklü partiküller, elektromanyetikler ve elektroçekimler. Altuzay /hiperuzay (dış uzay) zaman (değişimi) olmadan her yere seyahat edebilmeniz anlamına gelir. Vakumda (boşlukta) enerji, güç sahası (alanı) olmaksızın tamamen saklı bir biçimde uzak mesafelere iletilebilir. Kablosuz enerji iletimi, hiçbir kayıp olmaksızın, bir lazer gibi, %2 güç kaybıyla inanılmaz hızlarda bir noktaya doğru ateşlenebilir. İyonosfer, güneşten gelen radyasyonlarla iyonize olmuş atmosfer tabakasıdır. Işık, aşırı yüksek frekanstaki elektromanyetik radyasyondur. 12. BEDAVA ENERJİ Çok büyük miktarda enerji vakum (boşluk) bölgesinden, sıfır noktasındaki enerjiden çekilebilir. Güç tıpaları, gizli dalga boyu rezonanslarını (tınlaşım) kullanarak, dünyasal enerji, yerküreye ait dalgalar ya da kozmik ışınlar bir yere toplamak için kullanılabilir. MEG birimleri denilen bedava enerji makineleri üretilebilir. (MEG: motionless electromagnetic generator, hareketsiz elektromanyetik üreteçler-jeneratörler) Doğrusal olmayan optikler tüm dalgalara uygulanır. Yerkürenin eriyik özü manto tabakasından farklı yönde döner. Bu manyetik bir üreteç (jeneratör) meydana getirir. Sonsuz yerküre enerjisi mevcuttur ve yararlanabilir hale getirilebilir. Çevremizde birçok temiz ve kirlilik oluşturmayan enerji kaynakları vardır. Bu enerji kaynakları yeryüzünün manyetik alanından elde edilebilir ve hiçbir kayıp olmadan derhal nakledilebilir. 13. MAGLEV[15] VE SES Ses dalgaları ve titreşimli lazer, ağır nesneleri kaldırmada kullanılabilir: zangay'daki hava mukavemeti dışındaki hiçbir sürtünme etkeninden etkilenmeyen elektromanyetik gücü kullanan Maglev trenlerinde olduğu gibi… Bazı insanlar Mısır Piramitlerinin de bu yöntemle inşa edildiklerini savunurlar. Hatta bazıları da Atlantis medeniyetinin titreşimleri kullanabileceklerinin oldukça farkında olduklarına inanırlar. 14. SAYISAL SİLAHLAR Geleneksel (konvansiyonel) yönlendirilmiş silahlar olarak lazer, RF yönlendirici aletler, atom ve molekül parçalanmasına neden olabilen ışımalı silahlar (ölüm ışınları) gösterilebilir. Ama sayısal silahlar teknolojisi bunların ötesine geçmiştir. Sayısal enerjiyi belirli bir merkeze odaklamak, mercek kullanarak güneş ışığından ateş elde etmeye benzer. Nanosaniyeler içinde yoğunlaştırılmış enerjinin bir noktaya odaklanabilmektedir. İki sayısal ışının bir araya gelmesi, iyonosferi bir devre olarak kullanma yoluyla sayısal bir interferometri[16] oluşturur (faz birleşimi belirli bir noktaya bağlıdır.) Sayısal silahlar, bir ucu atmosfere açılan vakum odalarından ve silahın ucundaki bir hermetik contadan oluşur. Bu silah bir Tesla topunu çok uzaklara, hiçbir kesintiye uğramayan bir seyahatle gönderebilir. Yaklaşık 90 derecelik bir alana ateş açabilir. Sayısal Silahlar hem savunma hem de saldırı için kullanılabilir. Isıveren, ısı düşüren veya bir metal zırhı, bir tankı ya da bir binayı parçalayabilen soğuk patlamalara sebep olabilen itici endotermik[17] bir güçle ateş edebilmektedir. Sayısal silahlar, havada beklenmedik değişmelere, deprem ya da volkanik bir hareket başlatmaya, okyanusun ısıtılması veya soğutulmasına, yapay El Nino'lar oluşturmaya, kuraklıklara, orman yangınlarına veya sellere sebep olabilecek güçtedir. Sayısal silahlar, yaşayan her şeyi çürümeden, düşüp öldürmeye yetecek güçtedir. Manyetik bozulmalarında, hatta elektrik kutuplarının değiştirilmesinde kullanılır. Nikola Tesla[18] , dünyayı bu güçle ikiye yarabileceğini iddia etmiştir. Sayısal silahlar hava durumlarını düzenlemede ya da iklim değişikliklerinde kullanılabilir. 15. UÇAKLARIN VE FÜZELERİN İŞLERLİĞİNİ ENGELLEME, ATOM BOMBASINI ETKİSİZ HALE GETİRME Sayısal silahlar bilgisayarlarda ufak arızalara sebep olabilir; elektronik parçaları ve elektrik devrelerini eritebilir. Hatta metali dahi eritebilir. Elektronik aletlerin bozulması uçakların ya da nükleer başlıkların sabote edilebilmesine izin verirken bu teknolojiyle bunların çarpışması veya patlatılması sağlanabilir. Tesla topuna deyen her füze eriyecektir. Sayısal Silahlar frekansları bozar, radardan kaçmayı sağlar, güç kaynaklarının erimesine ya da iş görmez hale gelmesine neden olur. Bunlar insanları, korunaklı odalarda ya da yeraltı sığınaklarında olsalar bile sersemletebilir, engelleyebilir, aciz durumlara düşürebilir. Ayrıca hipnoz gibi akıl tutulmalarına, hareketlerin kontrol edilmesine ya da bilinç kaybına olanak tanır. Yeni nesil sayısal silahlar, kuantum potansiyeline sahiptir ve çok bağlantılı uzayzaman[19] kullanır. Rusların 3. nesil seviyelerine çıkmak için sayısal silahlara çokça para harcamalarına rağmen Haarp[20] 'ın yapabildikleri 1. nesil olarak kabul edilir. Ruslar, doğrusal olmayan (non-linear) matematik, mühendislik ve bilimde öncüdürler. 16. BİR SİLAH OLARAK TESLA TOPU Tesla kalkanı, boşlukları alınmış 2 sayısal (skalar) yarımküreden ve plazmadan oluşur. 3 eşmerkezli Tesla kalkanları, kimyasalları, biyolojik ve nükleer silahları etkisiz hale getirebilir. Gama radyasyon, dış kabuğa çarpar. Burada emilir, dağıtılır ve daha düşük bir ısıda geri ışıtılır. Bu işlem, gama ışınlarından kızılötesine, ondan da radyo frekansına olmak üzere her kalkan için tekrar edilir. 17. SAYISAL SİLAHLARIN TARİHİ Bu bilgilerin bazıları inanılabilir gibi gözükmeyebilir. Yorumlar bölümünde bir noktayı sorgulandığı için kaldırdım. Sayısal silahlar Nikola Tesla'nın araştırmalarına dayanmaktadır. 1960'da General Krushnev, tüm dünyayı yok edebilecek bir silahtan bahsetti. Moskova'daki ABD büyükelçiliği mikrodalga ışınlarına maruz bırakıldı ve 2 Amerikalı Büyükelçilik temsilcisi kanserden öldü; diğerleri ise hastalandılar. 1963'de ABD senatörü Tresher ortadan kaldırıldı ve Porto Riko yakınlarında bir deniz altı patlaması meydana geldi. Sovyetler sayısal silah teknolojilerine oldukça yüklü yatırımlar yaptılar; iddia edildiğine göre atom bombasının bulunmasıyla sona eren Manhattan Projesi'nin yedi katı. Alevtopları birçok yerden gözlemlenmişti. "Ağaçkakan şebekesi" olarak bilinen alan 1976'dan beri ABD'nin üzerinde yer almaktadır. Amerikan mekikleri, füzeleri ve uçakları yere indirildi. Sayısal kubbeler, ABD radar haritalarında görüntülendi. Vladimir Jirinovsky[21] elipton[22] silahlardan söz etti. 1986'daki Challenger faciası süresince havada yüksek frekansların belirlendiği iddia edildi. Hava mühendisliği sayesinde metallerin yumuşatıldığı iddia edildi. ABD üzerinde doğal olmayan bulut şekilleri görüldü ve bazı kasırgalar 180 derecelik dönüşler ya da 360 derecelik döngüler yaptı. Ocak 1995'de, Rusların füze sinyallerini aldığında dünyanın yok olmasına iki dakika vardı. Bu hikâyeyi doğrulamak çok zordur ama iddia edildiğine göre insanın müdahale edebildiği 8 dakikadan sonra 10 dakikalık bir boşluk vardı. Bilgisayarlar yönetilen silahların sorunu işte budur. Aslında ortada füze yoktu. 18. ÖZET Her yönüyle insan davranışları, mikrodalga veya sayısal dalgaların kullanıldığı zihin kontrolü ile izlenebilir ve kontrol edilebilir. Takip, etrafımızı sarmıştır. Her şey enerji ve titreşimden ibarettir. Bilgisayarlar şu anda moleküler ya da nano seviyededir. Her an daha da küçük üretilmektedirler. Bilgisayar kontrollü silah sistemleri git gide daha da güçlü hale gelmektedir. Kalabalıkların kontrolü ve biyolojik savaş, hastalıkların büyük kitlelere, geniş insan kalabalıklarına yayılabileceği, insan topluluklarının uyutulabildiği, yeryüzündeki tüm yaşamın bir anda bitirilebileceği bir seviyeye gelmiştir. Sayısal Kalkanlar kimyasalları, biyolojik veya nükleer silahları etkisiz hale getirebilir. Kanserin çaresi vardır ve kontrol altına alınabilen temiz ve tükenmeyen enerji kaynağı mevcuttur.

______________________ Dipnotlar [1] Kuzey İrlandalı tarihçi, yazar. Din, sembolizm, yıldız astrolojisi, doğaüstü olaylar ve Atlantis konularında çalışmalar yapar. Annesi bir falcı, anneanesi doğaüstü olaylarla ilgili bir yazar ve filozoftur. İrlanda medeniyetinin kökenini kayıp Atlantis medeniyetine bağlar. Dünya tarihinin, Büyük Tufan'dan önce dünya dışı varlıkların ziyaretiyle şekillendiğini, bu varlıkların Dünya ve Mars arasında, suyu bol olan bir gezegende (Tiamat) yaşadıklarını, bu gezegenin ortadan kalkmasıyla Büyük Tufanın oluştuğunu, şimdiki asteroitlerin bu gezegenin kalıntıları olduğunu iddia eder. Taroskop denen kartlarla bakılan fal tekniğinin mucididir. [2] BCI: Brain-Computer Interfacing: Doğrudan Sinir Sistemi Bağlantısı ya da Beyin-Makine Bağlantısı olarak da bilinir. İnsan veya hayvan beyniyle cihazların doğrudan bağlanmasıdır. Tek yönlü bağlantıda bilgisayar, beyinden komut alabilir veya beyne sinyal gönderebilir. Çift yönlü bağlantıda bilgi alışverişi mümkündür. Araştırmalar 1970'lerde başlamış, ancak 1990'ların ortasında ilk meyvelerini vermiştir. Dr. William Dobelle 1978 ve 2002'de yaptığı iki operasyonda, bu tekniği yetişkin körlere uygulamış ve sonuç almıştır. Atlanta, Emory Üniversitesi'nde 1998'de içe kilitlenme sendromu (locked-in sendromu, tüm istemli kasların uyuması) geçiren bir hastanın beynine nakletmiştir ve hastanın hareket edebildiği görülmüştür. [3] Bir biyoteknik firması olan Cyberkinetics tarafından 2003'de Brown Üniversitesi Nörobilim Bölümü'yle ortak gerçekleştirdikleri bir sistemdir. Kol ve bacakları olmayan ya da ALS (Amyotrophic Lateral Sclerosis kas hareketlerini kontrol eden sinir uçlarının bozulması) veya omurilik hasarı olan hastalarda uygulanır. Vücut faaliyetlerini yitiren hastaların beyinlerine yerleştirilen bilgisayar çipleri vasıtasıyla hastanın beyin faaliyetleri belirlenir ve niyetleri bilgisayar komutlarına çevrilir. [4] Güdübilim. Makine ve canlılarda geçerli olan kontrol ve iletişim teorisi. İnsanlara ait ve mekanik sistemlerin çalışma tarzı ve işlevlerini daha iyi anlatabilmek amacıyla bilgi-işlem sistemlerinin araştırılması. Canlı varlıkların kontrol ve ticari haberleşme yöntemlerinin karşılaştırmalı araştırmasını da yapar [5] VeriChip Corporation tarafından üretilen, insana nakledilebilen RFID (Radio Frequency Identification Radyo Dalgası Kimliği). Firma, Applied Digital Solution (Uygulanabilir Sayısal Çözümler)'in yan kuruluşudur. Delray Beach, Florida'da faaliyet göstermektedir. VeriChip, Amerika Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) onayladığı ilk "İnsan Nakledilebilen RFID çip"tir (2002). Bir pirinç tanesinin yaklaşık iki katı boyutundadır. Genel olarak sağ kolun triseps altına ya da ele uygulanır. Uygun frekansta bir kere tarandığında kullanıcının bilgileri kaydedilir ve 16 haneli bir sayıyla kimlik tanımlaması, tıbbi kayıtlar ve diğer amaçlar için veritabanına kaydedilir. Lokal anesteziyle uygulanır ve varlığı çıplak gözle fark edilemez. Bir doktor muayenehanesinde kolayca uygulanabilir. [6] Amerikalı, dünyaca ünlü perakende mağazası [7] Uydudan, yer bilgisi alma sistemi. [8] Çevirmenin notu: C. Dudayev'in cep telefonu sebebiyle öldürüldüğü bilinir. Ancak radyasyon değil, Rus ajanlar tarafından cep telefonuna güdümlü füzeyle öldürüldüğü söylenmektedir. Hatta internette Dudayev'in arabasının yanında cep telefonuyla konuşurken yukarı doğru, objektife baktığı bir fotoğrafı için denir ki: Bu resim atılan füzenin çektiği bir resimdir. Çarpmadan hemen önce çekilmiştir ve Dudayev'in son fotoğrafıdır. [9] 1952'de ABD Başkanı Harry S. Truman tarafından kurulan dünya çapındaki NSA istihbarat örgütünün kullandığı sistem. Uydu, radyo, GPS, internet ağı gibi tüm veri akışlarını toplayan ve işleyen bir sistemdir. 1998'de Ankara'daki çalışma büroları ortaya çıkmıştır. [10] 50 bin volt vererek kurbanda kısmi felce sebep olabilen Air Taser firması tarafından üretilen elektroşok silahlarıdır. Yaklaşık 25 m.'den elektrik şoku verir. En az yarım saat baygınlığa sebep olur. Amerika, Kanada ve birkaç Avrupa ülkesinde polisler tarafından yaygın bir şekilde kullanılır. Özellikle üçüncü dünya ülkelerine satılır. Yaklaşık 76 kişinin ölümüne sebep olmuştur. Üretici firma, ölümcül etkisi üzerindeki iddiaları reddeder. Uluslar arası Af Örgütü, silahın yasaklanmasını istemektedir. İzlerinin çabuk geçmesi dolayısıyla Time dergisi 'Modern İşkence Aleti' nitelemesi yapar. [11] Amerikan halkının 11 Eylül 2001 tarihli saldırıdan önce, şahit olduğu en büyük terörist saldırı, Timothy McVeigh tarafından Oklahoma'daki Federal Bina'ya yapılan bombalı saldırıdır (1995). Bu saldırı sonucunda çocukların da dâhil olduğu 168 kişi hayatını kaybetmiştir. McVeigh bu katliamı, 1993 yılında çiftliklerinde yanarak hayatlarını kaybeden David Koresh ve takipçilerinin intikamını almak için gerçekleştirdiğini söylemiştir. McVeigh'e göre Koresh ve tarikat üyeleri kendilerini yakmamışlar, Amerikan Devleti tarafından yakılmışlardır. Bu nedenle olayın intikamını Amerikan Devleti'nden almaya karar vermiş ve Federal Bina'yı bombalama ve devlet adına çalışanları öldürmeyi planlamıştır. David Koresh tarikatının intihar olayından tam iki yıl sonra, olayın yıl dönümünde, patlayıcı dolu kamyonetini binanın önüne bırakıp soğukkanlılık ile olayların gelişimini izlemiştir. McVeigh, idam edilmesinden (2001) kısa bir süre önce The Buffalo News gazetesine gönderdiği mektupta, yaptıklarından dolayı pişman olmadığını, devlete karşı verdiği mücadelede bombalama eyleminin 'en mantıklı taktik' olduğunu söylemişti. Kendisinin Körfez savaşına katılmıştır ve bir Neo-Nazi ırkçısı olduğu söylenmektedir. [12] Yeryüzüyle iyonosfer tabakası arasındaki boşluğun doğal titreşimidir. Askeri haberleşme sistemleri bu frekans üzerinden geliştirilmiştir. 7.8, 14, 20, 26, 33, 39 ve 45 Hertz aralıklarında yedi katmandan oluşur. En büyük Manyetik Alan Frekansı (MAF) 7,8 Hz arasındadır. "Hepimiz Bio Kimyasal süreçlerle elektrik üreten, ürettiğimiz Elektron akımlarıyla düşünen, hisseden, kaslarımızı ve bedenimizi hareket ettiren, çalışan, konuşan ve faaliyet gösteren varlıklarız. Yani tüm madde âlemi nasıl atomlarının titreşimi nispetinde ürettiği enerji kadar etraflarında Elektro Manyetik Alanlar (EMA) teşekkül ettiriyorsa, Tüm canlılar da hücresel vibrasyonları nispetinde ürettikleri enerji kadar çevrelerinde EMA'lar teşekkül ettirmektedir. Sahip olduğumuz EMA da, EMA'ların değişiminden ve frekansından etkilenmektedir." Geophysical Observatory - Modra, Slovak Republic gibi merkezde ölçülür. Kayıtları tutan merkezlerin verilerine göre, 1980 yılından sonra yapılan ölçümlerinde, ortalama 7,8 Hertz olan en büyük MAF'nin yükseldiği ve 11 Hertz' in üzerine çıktığı, ayrıca saniyede 1000 in üstünde olan yıldırım ve şimşek çakmalarının da, saniyede 2000 ne çıktığı tespit edilmiştir. Yani tüm dünyayı çepeçevre saran en büyük EMA, çok uzun süreden beri sabit olan frekansı 7.8 Hertz' den 12 Hertz' e çıkmış, Aynı zamanda İyonosfer tabakasından yeryüzüne akan elektrik enerjisi de toplam olarak eskisinin 2 katına çıkmış bulunmaktadır. İlim, bu artışların kesin nedenlerini açıklayamamakta, Güneşin 11 yıllık periyotlarından kaynaklandığını tahmin etmektedir. Bazı kitaplarda 13 Hz'e ulaştığında duracağı iddia edilir. (Çevirenin notu: Bu tip konular, Dünya Kardeşlik Birliği Mevlana Yüce Vakfı Başkanı Vedia Bülent Çorak'ın, Alfa Kanalı'ndan (Kutsal kitapların Alfa Kanalı aracılığıyla indirildiğine inanıyor) gelen vahiylerle yazdığını ileri sürdüğü sapık 'Bilgi kitabı"nda çokça işlenmektedir.) [13] Ketamin bir "dissosiyatif anestetik" ti, yani kullananlarda çevrelerinden ya da acılarından bağlantısız veya kopukluk hissi yaratır. Uyuşturucunun efektleri phencyclidine (PCP) ile benzerdir. Hap, sıvı ve toz formlarında bulunur. Ketamin medikal ihtiyaçlarda kullanılan denetim altında olan bir maddedir. Genellikle veteriner anestezi ihtiyaçlarında kullanılır. Küçük dozlarda bir rüyada gibi uçma hissi uyandırır. Kullanıcı çevresinden ve vücudundan uzaklaşma yaşar. Eller ve ayaklar hissizleşir ve etkilenmeleri güçleşir. Etkisi altında iken duygular çok çabukça değişebilir. Kullanıcılar kalkıp dans etmeye yönelebilirler, fakat yüksek dozlar hareket etmeyi zorlaştırır. Hareket edememe "K-Deliği"nde olmak ile ifade edilir. Çok yüksek dozlar kullanıcılarda anestetik etkisi veya bilinç kaybı gösterir. Kullanan yaralansa bile uyanmaz, çünkü vücudunun veya çevresinin farkında değildir. Bazıları yaşadıklarını hatırlamaz. [14]Zihin gücüyle madde ve insanlara hükmetmeye verilen isim. [15] MagLev (Magnetic Levitation): Manyetik kaldırma. Manyetik alanlar, itme-çekme kuvvetleri kullanılarak nesnelerin yerden yükseltilmesi. Bu teknik kullanılarak Japonya ve Fransa'da yüksek hızlı trenler üretilmiştir ve kullanılmaktadır. [16] İnterferometri: Çatışma ölçeği, küçük hareket veya mesafeleri iki ışının çarpışmasıyla ölçen alet. Uzaktan (uydu vb.) ölçüm yapar. Deprem araştırmalarında yeryüzü şekillerinin belirlenmesi gibi incelemelerde bu teknik kullanılır. [17] Reaksiyon sırasında ortamdan ısıalan reaksiyon çeşidi [18] Nicola Tesla (d. 1856, Hırvatistan ö. 1943, ABD) Sırp asıllı fizikçi, mucit, makine mühendisi ve elektrik mühendisi. 19. ve 20. yüzyılın en ilginç buluşçularından birisidir. Çağının çok ilerisinde buluşlara imza atmış ve uygulamıştır. En önemli icadı olarak alternatif akım makineleri gösterilir. Radyo dalgaları yayınları, vericileri, hidroelektrik santraller, radar gibi buluşlar onundur. Zaman makinesiyle ilgili araştırmalar yaptığı iddia edilir. Tuhaf ve tutarsız hareketleri olan, takıntılı, hiçbir deneyini not etmeyen biriydi. [19] Dört boyutlu evren sistemine verilen isimdir. Einstein'ın genel görecelik kuramına göre uzayzaman düz değildir, eğiktir. Normalde Newton cisimlerin serbest düşme esnasında aldığı yolun zamana göre grafiğinin eğrisel olma sebebini kuvvete (yerçekimi) bağlı açıklarken, Einstein bu kuramı ve denklik ilkesini kullanarak bu olayı kuvveti katmadan sadece uzayzamanın eğimli olması ile açıklar. [20] Kısa adı HAARP (High Frequency Active Auroral Research Program- Yüksek Frekanslı Auroral Araştıma Programı ) olan ve ABD tarafından İyonosfer'in özelliklerini ve davranışlarını araştırmak üzere Alaska'da sürdürülen çalışmadır. (Auroral: Güney yaımkürede geceleyin gökyüzündeki ışımalar, diğer anlamı fecir, seher) İlk kez Sırp asıllı Amerikalı bilim adamı Nikola Tesla tarafından ortaya atılmış bir fikirdir. Aslında bu proje hakkında birçok ülkede karşı kampanyalar olmuştur. Çünkü Haarp projesi iklim kontrol ve yapay derem silahı olarak kullanılabilme yeteneğinden dolayı çok tartışmalı bir konu halini almıştır. Haarp projesi pentagon'un kontrolünde ve ADB ordusunun hizmetinde olan önemli bir projedir. Alaska'daki merkezde şu anda, yüksek frekansta radyo sinyali yayımlayabilen toplam 48 adet anten bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, çok-yüksek frekanstaki sinyallerle ilgili çalışmalarda kullanılacak olan bir radarın yapılması da planlanmaktadır. HAARP projesi kapsamında, iyonosferin ısıtılması yoluyla ELF (çok düşük frekans) dalgaları da üretilmektedir. Elektromanyetik dalgalar üzerine birçok deneyin yapıldığı bu alan uçaklar için çok tehlikelidir. Bu yüzden HAARP tesislerinde, uçak kontrol sistemi kurulmuştur. Herhangi bir uçağın yaklaşması durumunda antenler otomatik olarak faaliyetlerini durdurmaktadırlar. [21] Liberal Demokrat Parti lideri aşırı milliyetçi Rus siyasetçi. [22] Deprem tetikleyicisi olduğu iddia edilen silah. Türk Genelkurmayı bir bildirisinde bu ve benzeri silahlardan söz etmişti. KARA BİLİM HAARP HAARP'in gerçek amaçlari söyle özetlenebilir: Atmosferi manipüle etmek ve modifikasyon saglamak, genis düsüncelerini ve ruhsal durumlarini kontrol edebilmek, istenilen ülkelerin iletisim sistemlerini erini çökertmek. Temel prensipleri, Tesla'nin 100 yil önce gelistirdigi fikirlere dayaniyor, ikinci Dünya Savasi'ndan sonra, bugünlere kadar gelen süre içerisinde, çesitli çevrelerde en çok tartisilan konulardan biri "kara bilim" oldu. "Kara bilim" basta ABD olmak üzere büyük devletlerin, dünyayi kendi hegemonyalari altinda tutabilmek için yaptiklari bilimsel-teknik arastirmalara ve üzerinde çalistiklari çesitli projelerin toplamina verilen ad. Bu projeler büyük ölçekli ve büyük bütçelerle yürütülen, gizli veya yan gizli projelerdir. Saldırı/savunma silahlari üretimi, gözetim sistemleri ve düsünce kontrolü üzerine yapilan çalismalar, dogayi manipüle etme amaçli arastirmalar, bu projelerin içerigini olusturur. Söz konusu projeler gizli oldugu için, ortalikta pek çok rivayet dolasmaktadir ve elimizde bu projeler hakkinda çok da fazla bilgi yoktur. Buna karsin, bu projeler içinde çalisan bazi insanlarini çalismalarini desifre etmesi, insanlik disi bir bilimi kabul etmeyen arastirmacilarin ve bilim insanlarinin çabalari, devletler arasindaki çelismeler ve nihayet bu projelerin bazilarinin gizli kalamayip ister istemez su yüzüne çikmasi sonucu, söz konusu projeler hakkinda az da olsa bilgi sahibiyiz. Bu projelerin ilki, 2. Dünya Savasi sirasinda gerçeklestirilen Manhattan Projesi'ydi. 1941 yilinda çalismalarina baslanan Manhattan Projesi'nin konusu atom bombasinin üretimiydi. Bu projenin gerçekligi Hirosima ve Nagazaki'de aci bir biçimde kanitlandi. Gerçek oldugu en son kanitlanan girisim ise ECHELON Projesi oldu. 2. Dünya Savasi'ndan sonra ABD önderliginde, ingiltere, Yeni Zelanda, Avustralya ve Kanada arasinda yapilan Ukusa Antlasmasi'nin uygulamalarinin 1980'lere yansimasi olan ECHELON sistemiyle; tüm e-postalar, "chat" tipinde iletisim biçimleri, faks, teleks, telefon haberlesmeleri gözlenebiliyor. ABD ve digerleri yillardir bunun bir komplo teorisi oldugunu, ECHELON Projesi diye bir proje olmadigini iddia ediyorlardi. Geçtigimiz Şubat ayinda yasanan gelismeler ise ECHELON'un gerçekligini ortaya koydu. Basinda ve internette çikan haberlere göre, ABD'nin yukarida adı sayili diger devletler ile birlikte casusluk yapmasi ortaligi karistirdi. Fransa, ABD ve ingiltere'ye karsi hukuki islemlere basvurmaya hazirlaniyor. Alman ve italyan parlamentolari ise konu hakkinda arastirma baslatti. Avrupa Parlamentosu, Bilimsel ve Teknolojik Seçenek Degerlendirme Dairesi (STAO), konu ile ilgili özel bir rapor hazirladi. Avrupa Parlamentosu'nun konuyla ilgili raporu 22 Şubat'ta Özgürlükler Komitesi'nde ele alinacakti. Şimdiye kadar varligi kabul edilmeyen ECHELON'un adı, Amerikan Savunma Bakanligi'nin (Pentagon) Şubat ayinda internete verdigi, gizlilik derecesi olmayan belgelerden bazilarinda da geçiyor. İşte HAARP (High-Fre-quency Active Auroral Re-search Program) Projesi'nin de bu tip bir kara proje olduguna dair ciddi iddialar ve çalismalar var. Nikola Tesla Nikola Tesla 9 Temmuz 1856'da, Sirbistan'da dogdu. 1884'de ABD'ye göç etti. Tesla, tarih kitaplarindan adi silinmis önemli bir arastirmaci ve mucittir.
Tesla 1800'lerin sonlarinda, bugün tüm dünyada kullanilan "alternatif akim" (AC) sistemini buldu ve patentini aldi. Tesla'nin buluslari arasinda "rotatif manyetik alan", dinamo, AC endüksiyon motoru, vs. vardir. Tesla ABD'ye gidisinden bir yil sonra, 1885'de alternatif akim dinamo, transformör ve motor sisteminin patent haklarını, adı bugün Tesla'ninkinden çok daha popüler olan George Westinghouse'a satti. Tesla 1891'de ünlü buluşu olan "Tesla Bobini"ni (Tesla Coil) icat etti. Bu bulus, radyo teknolojisinde genis olarak kullanilabilecek bir endüksiyon bobiniydi. 1900'ün baslarinda Tesla, en büyük bulusu olarak gördügü "karasal sabit dalgalar"! (terrestrial stationery waves) kesfetti. Bu bulusu ile yeryüzünün belirli frekanslardaki elektrik titresimlerine duyarli oldugunu ve bir iletken/iletici (conductor) olarak kullanilabilecegini kanitladi. Tesla'nin bir diger önemli projesi ise kablosuz elektrik transferiydi. 200 ampulü arada kablo olmadan, 25 mil uzakliktan yakabildigi rivayet edilir. Tesla'nin en büyük amaçlarindan biri ionosferden bedava elektrik üretmekti. Kablosuz ve bedava elektrik projeleri gibi çalismalari olan Tesla'nin, finansörü J. P. Morgan'a Long Island'da yapimina baslanan ancak tamamlanamayan, deneyler için kullanilacak laboratuar kulenin islevinin, mesaj gibi elektrik iletmek oldugunu itiraf etmesi, onun inişinin de baslangıcı oldu. Tekeller oylarin ona karsi kullandilar. Tesla, sistemin görmek istediklerinden daha fazlasini yapmisti. Konvansiyonel olmayan enerji teknolojileri alaninda Tesla çok önemli bir isim olmasina karsin, tarih kitaplarinda ona, sanki önemsiz tarihsel bir figürmüs gibi davranildi. Tesla-Edison karsilastirmasi bu açıdan ilginçtir. DC (dogru-sal akim-direct current) sisteminin mucidi Edison'u herkes tanir. Ancak onun DC sisteminden çok daha kullanisli olan ve bugün kullanilan AC sisteminin mucidi Tesla küçük bir çevre disinda taninmaz. Edison'un DC sistemi, merkezden bir mil uzakliktaki ampulü yakamiyordu. Tesla'nin AC sisteminde ise elektrik, yüksek voltajlarda yüzlerce mil yolculuk yapabilir. 20. yüzyila girmeden hemen önce Tesla yeni tip elektrik dalgasini kesfetmis ve kullanmisti. Görünüse göre kesfi o kadar esasliydi ki, Tesla'nin arkasindaki finansal destegin geri çekilmesinden, kasitli olarak izole edilmesinden ve adinin kitaplardan silinmesinden sorumluydu. Tesla 1. Dünya Savasi'ndan itibaren izole bir yasam sürdü. Ara sira yeni, bedava enerji kaynagi kesfini, bütün düsman ordulari ve yüzlerce mil öteden bütün uçaklari yok edebilecek "ates topu" silahlari teorisini, akil almaz bir savunma hazirlayabilecek bir silah düsüncesini ve kablosuz, kayipsiz enerji transferinin mükemmelligini açiklamak için yüzeye çikti. Tesla 7 Ocak 1943'de yokluk içinde ölürken arkasinda pek çok radikal icat ve fikir birakmisti. Öyle ki, kendisine "Elektrigin Tanrisi" dendi. : Pek çok arastirmaciya göre HAARP 1 Projesi, ilk kez Nikola Tesla tarafindan ileri sürülen konseptleri kendine temel aldi. Pentagon, HAARP Projesi ile "Tesla teknolojisini" yeniden yaratip, bu teknolojiyi tehlikeli amaçlar için kullanmayi hedefliyor. HAARP: Sadece bir akademik arastirma mi? High-frequency Active Auroral Re-search Program (HAARP) dünyanin en büyük ve en güçlü radyo transmiterlerinden (iletici) birini imal etme projesidir. Proje, Amerikan Hava ve Deniz Kuvvetleri tarafindan ortaklasa finanse ediliyor. 30 milyon dolarlik programin yürütme görevi ise Alaska Üniversitesi'nin. Proje, Alaska/Gakona'nin 11 mil dogusunda hâlâ insa halindedir. 1993 yilinda uygulamaya konan programin 2002 veya 2003 yilinda tamamlanmasi bekleniyor. HAARP dev antenlerden sinyaller gönderecek yüksek frekans transmiterlerinden ve bunun disinda 19 enstrümandan ibaret. Geçen yillarda 48 anteni insa edilmis olan ve 5 arc'lik bir alana yayilan HAARP, program tamamlandiginda her biri 2 tane 10 kilowatthk radyo transmiterli 180 antene sahip olacak ve 33 acr'lik bir alana yayilacak. Enerji için dizel jeneratörler kullanilacak ve 3,6 megawatthk radyo sinyalini ionos-fere gönderme kapasitesine sahip olacak. Kisaca HAARP, inanilmaz güç düzeylerinde ELF (extremely low frequ-ency-son derece düsük frekans) ve VHF (very high frequency-çok yüksek fre-kans) transferine yetenekli, dünyanin en büyük radyo frekansi (RF) transmitteri olacak. HAARP'm siradan bir radyo istasyonundan farki daha güçlü olmasi ve antenlerinin yönlendirilebilir ve belirli bir noktaya odaklanabilir olmasi. Bunun anlami 3.6 megawattlik radyo sinyali sadece gelisigüzel bir sekilde disari yayilmayacak, bunun ötesinde, bu radyo sinyalleri bir ışınin içinde yükselebilecek. Bu ışının parlakligi radyo mühendislerinin "effective radiated power" (ERP-etkili isinsallastirilmis enerji) olarak adlandirdiklari sey. HAARP'in tamamlanmis hali 4,7 gigawatt civannda ERP'ye sahip olacak. Desinatörieri HAARP'in enerji üretmeyecegini, sadece kendine yüklenen enerjiyi istenen belirli noktalara transfer edecegini belirtiyorlar. Konuyu daha iyi kavrayabilmek için Daily News gazetesinden Doug O'Har-ra'nin verdigi bir örnegi aktaralim. İki elektrik ampulü düsünün. Bu ampullerin bir tanesi 100 watt digeri 1000 watt. Onlari bir alanin ortasina yerlestirin. 1000 wattlik ampul 100 wattlik ampulden 10 kez daha parlaktir. 10 kat fazla enerji yayar. Şimdi, 100 wattlik ampulü ışığınn ışınını 10 kez parlaklastiran bir reflektör (yansitici) ile birlikte bir elektrik fenerinin içine yerlestirin. Elektrik feneri 1000 wattlik bir ERP'ye sahip olacaktir. Eger bu size çevrilirse, 100 wattlik elektrik feneri 1000 wattlik ampul gibi parlak görünecektir. Hâlâ sadece 100 watt gönderiyor fakat sınırlı biryerden 1000 wattlik ampul kadar parlak görünüyor olacaktir. Mühendisler HAARP'in antenlerinin radyo enerjisinin üzerinde elektrik feneri reflektörü gibi hareket edecegini söylüyorlar. Tonosferin bir bölümü üzerinde, 4,7 giga-watt ERP'ye sahip bir ışın içinde, 3,6 megawatt odaklayacaktir. Eger HAARP'in bütün antenleri en yüksek frekansina, 10 Mhz civarina, getirilirse ve ionosferin en alçak bölümüne, 50-55 mil civarina, hedeflenirse, radyo isini tarafindan vurulan alan 30 mil kare civarinda olacak. HAARP mühendislerine göre bu, HAARP'in çalisabilecegi en dar ve en çok odaklanmis alan. Diger yerlesimlerde ve irtifalarda isin, enerjisini daha genis bir alan üzerinde yayabilecek. Aslinda HAARP gizli bir proje degil. Amerikan Savunma Bakanligi da HAARP'm varligini diger projelerde oldugu gibi inkâr etmiyor. Internette HAARP'in kendi web sitesi bile var. Giz ve ihtilaf, amaçlar ve sonuçlar söz konusu oldugunda basliyor. Bu ihtilafli projenin yöneticisi olan John Heckscher'e göre HAARP'in amaci gayet masumane: HAARP, iyonosferi dev bir anten olarak kullanabilmek amaciyla, bir ionosfer yamasini ışıtmak için arastirmacilarin kullanabilecegi bir alet. HAARP tamamlanip harekete geçirildigi zaman, dev antenler, ayni zamanda yüksek frekansli radyo dalgalarmi dar bir ışının içinden iletecekler. Bu radyo dalgalan ionosfere gönderilecek. Bu yüksek frekans radyasyon isini ile, arastirmacilar elektrojetin (aurorasal perde boyunca bir milyon amperlik dogal akimlar) küçük bir parçasini degistirebilecekler. Elektrojetin gücünün degistirilmesiyle, ionosferin çok düsük frekansi (extremely low ferquency-ELF) radyo dalgalan üretmek için kullanilmasi mümkün hale gelecek. Geophysical Institute (Jeofizik Enstitüsü) yöneticisi Syun Akasofu'ya göre HA-ARP gibi bir araç olmadan, bu frekans genisliginde yayin yapabilmek için yüzlerce mil uzunlugunda bir antene ihtiyaç vardir. HAARP etkili bir sekilde aurorayi bir çesit antene dönüstürüyor. Çünkü ELF radyo dalgalari okyanuslara nüfuz edebiliyor. Böylece denizaltilar suyun yüzeyine çikmak zorunda kalmadan radyo sinyallerini alabilecek. ELF dalgalari ayrica uzun mesafeli komünikasyonlari kolaylastirabilecek. ELF dalgalari, aynen okyanusa oldugu gibi, yeryüzüne de derinden nüfuz edebilecek. Monitöre bagli bir alici kullanarak, objelerden dünyanin yüzeyine siçrayan dalgalar sayesinde tüneller veya gizli yeralti barinaklarinin varligi ortaya çikacak. Bu jeologlarin yeralti minerallerini ve petrol depolarini bulmak için yillardir kullandiklariyla ayni teknik. Heckscher'e göre HAARP'm yayacagi sinyaller hükümetin herhangi bir elektrik sinyali için uygun buldugu güvenlik düzeyinden bir milyon kez daha az tehlikeli. HAARP'm transmiteri halihazirda 1/3 megawatt güce sahip. Gelecek yillarda bu rakam 3 megavvatt'a ulasacak. Heckscher HAARP'm ionosfer üzerindeki etkisinin az olacagini basit bir örnekle açiklamaya çalisiyor: Küçük bir elektrik bobinini bir fincan kahveye veya büyük bir nehire daldirmak. Heckscher'e göre HAARP ile yapilacak olan ikincisi. Akasofu da bu gibi durumlarda hep ifade edildigi gibi, HAARP Projesi'nin dogaya ve insanlara ciddi zararlari olacagi iddiasinin bir bilim kurgu oldugunu söylüyor. Ona göre projenin, transmiter faaliyet halindeyken o yörede uçan uçaklardaki elektronik ekipman için potansiyel bir tehlikesi var. Fakat buna karsi güvenlik tedbirleri mevcut. HAARP operatörleri Federal Aviation Administration'a HAARP'in iletim takvimini verecekler ve mühendisler yörede uçan uçaklarin güvenligini temin etmek için HAARP'a uçak belirleme radarlari yerlestirecekler. Ayni prosedür roketler için de takip edilecek. HAARP'I desifre etme girisimleri HAARP'a karsi muhalefet önce internet kanalinda basladi. Pek çok insan Alaska'daki süpheli askeri faaliyetlere dikkat çekmek için interneti kullandi. Protestonun basili kismi, daha sonra Alaska'da yasamaya baslayan bir antinükleer aktivist Dennis Specht, Nexus adli dergiye HAARP konulu bir haber gönderdiginde basladi. Daha sonra, Alaskali bir politik aktivist ve Anchorage'da bilimsel arastirmaci olan Nick Begich, kendilerini teknokesisler olarak tanimlayan, Arizona/Sedona'da yasayan Patrick ve Gael Crystal ile net üzerinden iletisim kurdu ve onlardan bir Avustralya dergisi olan Nexus'u kontrol etmelerini istedi. Begich kendi memleketiyle ilgili bir konuyu Nexus'a görmekten çok sasirdi ve makalede zikredilen dökümanlari bulup çikarmak için acilen çalismaya basladi. Muhalif arastirmacilara ve bilim insanlarina göre HAARP bir çesit gelismis "ionosferik isitici" (ionosferic he-ater). Bu ionosferik isitici üst atmosferi, odaklanmis ve yönlendirilmis elektro-manyetik isini ile zaplayacak. Ultragüçlü dalgalari, atmosferimizdeki elektrikle yüklü bölgenin titremesine (vibrate) ve dramatik bir sekilde yanmasina neden olabilir. ionosfer atmosferin tabakalarindan biridir. ionosfer, dünyanin üst atmosferini saran elektrik yüklü bir alandir. Dünyanin yüzeyinin üstünden, asagi yukari 35–50 milden baslayip 500-600 mil yükseklige kadar uzanir (48 km ila 50000 km). tonosfer ion ve elektron olarak adlandirilan pozitif ve negatif yüklü atomik parçaciklar içerir. Uzaydan gelen zararli isinlara karsi dogal bir kalkan islevi görür. Amerikan ordusu HAARP için, "ionosfer üzerine yapilan bilimsel bir arastirma" gibi zararsiz bir gerekçe ileri sürmektedir. îonosfer tabakasi askeriye için önemlidir. Çünkü ordu tarafindan kullanilan iletisim, gözetim ve denizcilik sistemlerinin hepsi ionosferin içinden geçer veya ionosfer tarafindan yansitilir. ionosferin bir bütün olarak anlasilmasi ve kontrol edilmesi Pentagon'a bu sistemler üzerinde daha iyi kontrol imkani verecek. HAARP üzerine en kapsamli arastirmayi yapip, çalismalarini Angels Don't Play Thîs HAARP-Advencis in Tesla Technology adli kitapta derleyen Dr. Nick Begich ve Jeane Manning'e göre, HAARP bir çesit radyo teleskobunun degistirilmis hali. Antenler sinyalleri almak yerine, gönderiyorlar. Yazarlar HAARP'i ionosfer alanlarini, bir isini odakla*****, isinin odaklandigi bu bölgeleri isitip yükselten süper güçlü radyo dalgasi, isinlama teknolojisi için bir test olarak degerlendiriyorlar. Elektromanyetik dalgalar daha sonra dünyaya geri siçrayacak ve her seye nüfuz edecek. Begich ve Manning "HAARP tellaUari"ın, projenin komünikasyon sistemini gelistirmek için ionosferi degistirme amaçli, iyi niyetli akademik bir proje oldugu izlenimi verdiklerini; bu programin Arerico, Porto Riko, Tromsk, Norveç ve eski Sovyetler Biriligi'ndeki diger tamamen güvenli ionosferik isitici operasyonlarindan bir farki olmadigini iddia ettiklerini, bununla birlikte askeri dökümanlarin meseleyi açikça ortaya koydugunu ifade ediyorlar. HAARP'm gerçek amaçlarindan biri, Pentagon'un hedefleri için ionosferin nasil sömürülecegini ögrenmek. RF gücü ionosferi dogal olmayan aktivitelere götürecek. Bu proje ancak bir nükleer silahini yapabilecegi boyutlarda tehlikeler içeriyor. Ayrica bizi, ionize evrenin ve hiç durmadan bizi bombalayan yildizlara ait radyasyonun zararli etkilerinden koruyan gezegenin kalkaninin dogasini degistirmeye çabaliyor. Uygulayicilari tarafindan ionosferik bir arastirma olarak nitelenen HAARP ile gündeme gelen ilk soru: "Gökte delikler mi açiyorlar?" sorusu. Tesla'nin çalismalarini baz alan bu ihtilafli transmitter veya isiticinin dünyanin üst atmosferinde 30 millik delikler açmayi da içeren pek çok potansiyel tehlike içerdigi bilim insanlari tarafindan ciddi bir sekilde ileri sürülüyor. Çogu bilim insani, HAARP'in eger havanin kontrolü için kullanilmazsa, hava modifikasyonu için kullanilabilecegi konusunda görüs birligi içindeler. Bunun yaninda, "HAARP'in sahipleri" onu kullanarak üst atmosferde bir reflektör yaratma imkanina sahip olacaklar. Bunu HAARP'tan transfer edilen enerjiyi, gökyüzünün bir bölümüne odaklama ve elektrik akimini açarak yapacaklar. Hava tamamen dramatik olarak isinacak ve ordunun, radyo dalgalari ve radar isinlari için kullanabilecegi bir donuk nokta (opaque spot) yaratacak. Bu sekilde onlar, isinlarina dünyanin etrafini "egmek" için imkân verecek sanal yansima istasyonu (virtu-al reflectmg station) yaratmaya yetenekli olacaklar. HAARP aynca, verili bölgenin üstündeki ionosfer bölümünü kiskirtarak (uyandirarak), dünyanin herhangi bir yerindeki iletisimi engelleyebilecek. Etki, yerel bir firtina gibi olacak: bölgenin içine veya disina herhangi bir yayini total bir engelle karsilasacak. Begich ve Manning, Bernard Eastlund isimli Teksasli fizikçinin çalismalari üzerine insa edilen baska patentlere bakinca, ordunun HAARP transmiterini nasil -ne sekilde kullanmaya niyet ettiginin, daha açik hale gelecegini söylüyor-lar. Bu ayrica, hükümetin proje konusundaki yalanlamalarini daha az inanilir hale getiriyor. Yazarlara göre Pentagon bu teknolojiyi hangi niyetl www.metafizikuzmani.com


..........................................

http://www.haberciler.com/author_article_detail.php?id=646

Birol Ertan

[email protected]

Ruslar'ın yeni silahı!

10 Ağustos 2009 Pazartesi

SİLAHLANMA YARIŞI VE RUSLARIN YENİ SİLAHI

Doç. Dr. Birol Ertan

Dünyada son yıllarda trilyon dolarlık rakamlara ulaşan bir silahlanma bütçesi olduğu gerçek. Resmi rakamların çok daha düşük rakamları göstermesine karşın, özellikle gelişmiş ülkelerin silah sanayine çok büyük kaynaklar ayırdıkları biliniyor.

Silah sanayi araştırmalarında son yıllarda üzerinde çalışılan silah türleri, nükleer silahlar ve özellikle de insanlara zarar vermeden etkisiz bırakmaya dönük silahlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Biyolojik ve kimyasal silahlara yönelik araştırmalar hiç durmadan devam etse de yalnızca belirli ırkları, ulusları ve belirli DNA yapısına sahip insanları etkilemeye dönük yeni silahlar üzerinde çalışıldığı biliniyor. İşin açıkçası, silahlanma yarışının şekli değişti, post-modern bir silahlanma yarışı içine girildi.

Soğuk Savaş döneminde silahlanma yarışında iki önemli aşama kat edilmişti. Bunlardan ilki, elbette ki nükleer silahlardı. Dünyayı, canlı yaşamını ve dolayısıyla insanlığı köklü biçimde tehdit eden bu silahlanma biçimine karşı, gelişmiş ülkeler, kendilerini özellikle nükleer başlıklı füze saldırılarından korumak için Füze Kalkanı ya da Yıldız Savaşları projesine girişmişti. ABD"nin Yıldız Savaşları projesi o kadar etki yaratmıştı ki, dönemin Sovyetler Birliği, buna karşı önlemler alınacağını açıklamak durumunda kalmıştı.

Silah sanayisi öylesine gelişmiş durumda ki, çok özel ve anlatılması güç silah sistemleri üzerinde çalışmalar sürdürülmektedir. Bunlardan birisi olan HAARP Projesi, son bilimsel buluşları silahlanma yarışının hizmetine sokan bir nitelik taşıyor. ABD"nin Alaska"da çok geniş bir arazide üzerinde çalıştığı HAARP (High Frequency Active Auroral Research Program) olarak isimlendirilmiş olan Yüksek Frekanslı Aktif Auroral Araştırma Projesi, silahlanma yarışının geldiği noktayı anlamak açısından çok önemlidir.

HAARP Projesi üzerinde, Sevgili dostum Selim Yeniçeri"nin çevirisi ile Türkçeye kazandırmış olduğu Jerry Smith"in kitabında (Jerry Smith, Kıyamet Silahı HAARP, Çeviren : Selim Yeniçeri, Koridor Yayınları, 2007) HAARP projesi ile ilgili çok önemli bilgiler mevcuttur. Kitapta, ABD tarafından Alaska'daki bir üste yürütülen HAARP projesi kapsamında yüksek frekanslı radyo dalgalarıyla yapay depremler yaratılabileceği, bu silahın beyin kontrol aracına dönüştürülebileceği ve dünya çapında bir füze kalkanı oluşturabileceği açıklanıyor ve HAARP projesinin çevresel bir yıkım aracı olarak kullanılabileceğini açıklanıyor. Bu projenin bir tür Yıldız Savaşları projesi olduğu da iddia edilmektedir.

Rusya"nın son günlerde açıkladığı yeni silahın da bu tür bir silahlanma yarışının eseri olduğu açıktır. Rusya, uydu sistemleri kullanılarak düzenlenebilecek saldırılara karşı bir "anti-uydu" silah geliştirdiğini açıkladı. Rus Savunma Bakan Yardımcısı Orgeneral Vladimir Popovkin tarafından yapılan açıklamada; aynı tür silahların ABD tarafından da geliştirilmeye çalışıldığı ve denenmekte olduğu, Rusların bu silahının da ABD"nin yaptığı bu çalışmalara cevap olarak değerlendirilmesi gerektiği açıklandı. Bu açıklama, HAARP Projesine yapılan bir atıf olarak değerlendirilebilir.

Bildiğimiz gibi, ABD"nin özellikle HAARP Projesi ile yürüttüğü silah çalışmaları kapsamında, uyduları bile vurabilecek lazer silahları ve füzelerinin de üretilmesi, yüksek frekanslarla istenilen alanlarda füzelere karşı kalkan oluşturulması da yer alıyordu. Silahlanma yarışı o kadar öteye taşındı ki, ABD"nin düşmanı anında kör edebilecek lazer silahları geliştirdiği ve bunların kullanıma hazır olduğu da biliniyor. ABD, körlüğe yol açabilecek silahları deneme aşamasına geldi, ancak daha sonra alınan bir kararla silahların şiddetiyle oynanarak bu silahlar yer belirlemek ve aydınlatmak amacıyla kullanılmaya başladı.

Silahlanma yarışının uzaya taşınması anlamına gelen bu çalışmalar, bilimin silahlanma teknolojisine hizmet ettiğini kanıtlıyor. Dünyanın birçok bölgesinde insanlar aç ölürken ve ekonomik yetersizlikler içinde Ortaçağ koşullarını yaşarken, dünyada trilyonlarca dolar kaynak, silahlanma amacıyla tüketilmeye devam ediyor.

Rusya"nın geliştirdiği yeni silahın, insanları da etkileyebilecek nitelikte olduğu ve bütün iletişim araçlarını 1 saniyede devre dışı bırakacak üstün bir silah olduğu açıklanıyor. Bu tür silahlara ABD tarafından da sahip olunduğu gerçektir. Ancak, Rusların başarısı, bu silahı bir çantaya sığacak ölçekte küçültebilmiş olmalarıdır.

Bu tür silahların geliştirilmesi ve dünya kaynaklarının çoğunun silahlanma yarışında harcanması, iki gerçeği ön plana çıkarıyor. Birincisi, ülkelerin kendilerini tehdit altında hissetmemek için silahlanma yarışına daha fazla kaynak ayırmak zorunda kalacaklarıdır. Bu durumun, silahlanmaya ayrılan kaynakların daha da artmasına ve silahlanma yarışının ivme kazanmasına yol açacağı kesindir. İkinci olarak ise dünyada küresel ve kalıcı bir barışa olan ihtiyaç, her geçen gün biraz daha artıyor.

Silahsız ve barış içinde bir dünya dileğiyle Büyük Önder Atatürk"ün ünlü deyişi ile yazımı noktalamak istiyorum : Yurtta Barış, Dünyada Barış.


....................................

Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı Hava Grubu’na ait çift motorlu CASA CN235 tipi hafif nakliye uçağı ? sene önce düşmüştü.

Yurtiçi ve yurtdışı birçok operasyona katılan 34 özel kuvvet askerimiz, nasıl düştüğü hala tartışmalı olan bir uçak kazası ile şehit olmuştu. Bu olayı unutmayanların başında şehit aileleri ile Genelkurmay geliyor. Harp akedemilerinin web sayfasında rastladığımız CASA haberleri sizin için derledik. Bu arada bu olay için olduğu varsayılan bir komplo iddiasınıda aktarmakta fayda var. Muavenet adlı zırhlı gemimiz,tesadüf sonucu bir füze ile vuruldu. Eşref Bitlis paşa`nın ucağıda bir tesadüf eseri buzlandı. 11 Eylül`deki uçaklarda yine tesadüf eseri yerden dümenleri kilitlenerek pilotların istem dışı hareketleri ile binalara çarptırıldı. Bunlar iddia. Teknolojinin son noktasının geliştiğini göstermek için hep okudugumuz bir gerçek ise şu NASA kızıl gezegen Mars`a gönderdiği pantfinder adlı uzay aracını dünyadan gönderdiği radyo sinyalleri ile kontrol edebiliyor.İşin özü MARS`taki araçı bile kontrol edebiliniyor. Şehitlerimizin ruhları şad olsun ...

19.05.2001

34 aslan şehit oldu

Diyarbakır'dan havalanan ‘Bordo bereliler’in CASA CN235 tipi askeri nakliye uçağı, kalkıştan 25 dakika sonra kumanda arızası sonucu Malatya'da düştü. 1 binbaşı, 3 yüzbaşı, 3 üsteğmen, 16 astsubay, 1 uzman çavuş, 10 er şehit oldu.Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı Hava Grubu'na ait çift motorlu CASA CN235 tipi hafif nakliye uçağı içindeki 34 askerle Malatya yakınlarında düştü. Uçağın kumanda arızası sonucu düştüğü tahmin ediliyor.Uçaktaki 1 binbaşı, 3 yüzbaşı, 3 üsteğmen, 16 astsubay, 1 uzman çavuş, 10 er şehit oldu. Uçakta Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı ‘Bordo bereliler’, Doğal Afetler Kurtarma (Askeri AKUT) ekibi askerler bulunuyordu.

KUMANDA ARIZASI

Diyarbakır'daki 2'nci Hava Taktik Kuvvet Komutanlığı'ndan dün 12.50'de havalanan, Kara Pilot Yüzbaşı Yılmaz Tekgül ve Kara Pilot Üsteğmen Mahir Turan'ın yönetimindeki askeri uçak, saat 13.15 sıralarında 5 bin 600 metrede ve saatte 444 kilometre hızla uçarken kumanda arızası meydana geldi.Pilot Tekgül, Erhaç Hava Üssü ile irtibat kurarak zorunlu iniş izni istedi. Hava Üssü'nde hemen hazırlık başlatıldı. Piste iniş için birkaç saniye daha dayanamayan uçak, Erhaç'a 3 kilometre kala havacılıkta tono adı verilen hareketle sol kanadının üzerinde dönmeye başladı. Yağmur ve dolunun yağdığı bölgede hızla irtifa kaybeden uçak, virile (döne döne düşmek) girdi. Tamamen kontrol dışı kalan CN235 tipi uçak, Malatya Akçadağ İlçesi'ne bağlı Gülyurdu ve Yağmurlu Köyü arasında, Muhittin Erhan'a ait kayısı bahçesiyle yakındaki pancar tarlasına çakıldı. Uzun uçuş yapacağı için yakıt depoları tam dolu olan uçak yere çarpmayla birlikte büyük gürültüyle infilak etti ve alev alev yanmaya başladı.

MÜHİMMAT DA PATLADI

Uçaktaki askerlerin mühimmatlarının da infilak etmesiyle ortalık cehenneme dönerken, metal ve ceset parçaları geniş bir alana yayıldı. Bölgeye ulaşan ekipler, kurtulan olmadığını görünce, geniş bir alana dağılan ceset parçaları ve enkazı topladı.Şehit binbaşının Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvveti Komutanlığı Hava İkmal Komutanı Lütfü Ceylan olduğu açıklandı Tanık: Uçak düşerken 2 kişi atlamak istedi Görgü tanıklarından bazıları uçak düşmeden önce bir patlama sesi duyduklarını öne sürdüler. Bazı görgü tanıkları da uçak yere çakılmadan birkaç saniye önce 2 kişinin uçaktan atladığını, ancak onların da kurtulmadığını söylediler. Ancak bu iddialar doğrulanmadı. Görgü tanıklarından İsmail Ertaş, evde oturdukları sırada bir uçak sesi duyduklarını kaydederek şunları söyledi: ‘‘Hemen ardından uçağın sesinde büyük bir değişiklik oldu. Uçak köyün yakınındaki iki evin üzerine doğru hızla alçalıyordu. Evlerin üzerine düşüşünü beklerken, pilot ani bir manevra yaptı. Uçak, ilerdeki kayısı bahçesine doğru yöneldi. Bu sırada pilotların atlamaya çalıştığını gördük. Ancak uçak dikine yere çakılınca, pilotlar da atlayamadı. Sonra büyük bir patlama oldu. Kaza yerine gittiğimizde, uçak yanıyordu. Sivil giyimli iki kişinin cesedini gördük. Her tarafta ceset parçaları ve cok sayıda parçalanmış silahlar da vardı.’’ Görgü tanıklarından Ömer Demir de, şunları anlattı: ‘‘Uçak havada süzülürken aniden farklı bir ses gelmeye başladı. Uçakta yanma yoktu. Aniden yakınımızdaki kayısı bahçesine dik olarak düştü ve büyük bir patlama oldu. Uçak yanmaya başladı. Yaklaşmaya çalıştık ancak uçak yanıyordu ve paramparça olmuştu.’’ Akçadağ Belediye Başkanı Haydar Karaaslan da, ‘‘Geldiğimizde herşey bitmişti. Et parçaları sağa sola yayılmıştı. Küçük yangınları söndürdük. Kısa süre sonra Erhaç'tan gelenler oldu. Ancak yapacak bir şey yoktu’’ dedi.

Ana Sayfaya Dön
Genetik Yapısı Değiştirilmiş Gıdalar-GDO Tehlikeli Mi?
Maden Savaşları ve HIV/AIDS Salgını Arasında Bir Bağlantı Var Mıdır?
Zihin Kontrolü, Genom Projesi, Etnik Silahlar Gerçek Mi?
Suni Deprem Yaratılabilir Mi? Elektromanyetik Silahlar Gerçek Mi? HAARP Nedir?
Bordo Bereliler ve SAT-SAS Komandolarımızın Sıradışı Eğitimi
Türkiye'de Atom Bombası Var Mı?

Dudak Dolgusu Ankara Burun Estetiği Burun Estetiği Ankara Hemoroid Tedavisi Ankara